Doç. Dr. H. Emre BAĞCE

Siyasetin çatışmacı algılanışı; güç ve paylaşım mücadelesi şeklinde tanımlanışı Machiavelli ve Hobbes’un derin izlerini taşır. Machiavelli Prens’te “amaca giden her yol mubahtır” görüşünü dile getirerek, ahlak ve siyaset arasındaki köprüleri koparmıştır. Hobbes ise, “insan insanın kurdudur” önermesi ile modern kapitalist çağın hakim düşüncesini ortaya koymuştur.

Machiavelli ve Hobbes aslında kendi zamanlarının içinde yaşadıkları dönemin egemen siyasal rasyonelliğine tercüman olmuşlardır. Ahlaki ve insani kaygılardan sıyrılmış yalnızca tahakküm ve başarıya odaklanmış olan araçsal siyaset anlayışı sonuçta mutlakıyet yönetiminin en önemli payandası olmuştur. Bu siyaset anlayışı ile pozitivist felsefe arasında da ciddi yakınlıklar söz konusudur. Pozitivizm insanı ve toplumu şekillendirilecek birer nesne olarak görmüş ve insanların iradelerini, taleplerini, tercihlerini yok sayarak, onları kendi istediği kalıplara sokmaya çalışmıştır. Bu yaklaşım, farkında olarak veya olmayarak kendini despotizm, paternalizm ve otoriterizm olarak ortaya koymuştur. Kuşkusuz, bu siyaset anlayışının önemli öğelerinden biri de elitizm olmuş; bunun sonucunda, çoğunluğun dışlanması ve aşağılanması olağan sayılmıştır.

20. yüzyılda, siyasal ve sosyal biliminin önde gelen birçok düşünürü bu siyaset anlayışını benimsemiştir. Max Weber, Joseph Schumpeter, David Easton, Harrold Lasswell, Friedrich A. Hayek ve Robert Dahl gibi düşünürlerin siyaset tanımları ve demokrasiye yaklaşımları birçok bakımdan araçsal bir nitelik taşımıştır. Örneğin, Max Weber siyaseti “devletler arasında ya da devlet içindeki gruplar arasında gücü paylaşmaya ya da gücün dağılımını etkilemeye çalışmak” şeklinde tanımlamış; devleti de “belli bir arazi [ülke] içinde, fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde (başarıyla) bulunduran insan topluluğu” olarak tarif etmiştir. Weber, siyaseti gücü ele geçirmeyle özdeşleştirdiğinden dolayı aynı toplumda bir arada yaşayan yurttaşlar arasında işbirliği ve dayanışma gibi başka ilişki biçimlerinin olabileceğini ihmal etmiş; böylece, “rekabet”, “güç” ve “şiddet”e dayanmayan bir siyasetin olabileceğini dışlamıştır.

Weber’in siyaset tanımı, örneğin sistem teorisinin önde gelen temsilcilerinden Easton tarafından toplumdaki değerlerin otoriter dağılımı olarak farklı terimlerle yeniden ifade edilmiştir. Easton’ın Weber’in tanımına kattığı şey, kaynakları değer ile değiştirmekten ibarettir. Öte yandan, günümüzde en yaygın olarak benimsenen siyaset tanımlarından biri Lasswell tarafından ifade edilmiştir. Buna göre, siyaset, toplumdaki kaynak ve değerlerin kimler tarafından, kimlere, ne zaman ve nasıl dağıtılacağıyla ilgilenir. Bütün bu tanımlamalarda, siyaset iktisadın bir türevi olarak ele alınmıştır. İktisat kaynakların üretimiyle, siyasetse paylaşımıyla ilgili görülmüştür. Hayek ve Schumpeter de siyaset ve demokrasiyi “siyasal bir yöntem” olarak tanımlamışlardır. Bu yaklaşımda, demokrasi siyasal kararlara ulaşmak için basit bir kurumsal düzenleme olarak görülmüştür. Özellikle Schumpeter’de, elitist bir tutumla, halkın duygusal, irrasyonel ve karanlık dürtülerin güdümünde olduğu ileri sürülerek; halkın yönetmekten çok yönetilmeye layık olduğu savunulmuştur.

Bu siyaset anlayışında başlıca aktörler siyasal partiler olarak görülmüş; ayrıca demokrasi de yaygın biçimde seçimle özdeşleştirilmiştir. Ancak günümüzde, bu yaklaşım büyük ölçüde eleştirilir hale gelmiştir; siyasetin güç ilişkilerinin ve mücadelelerinin yürütüldüğü bir alan, demokrasinin de seçimler yoluyla siyasal iktidarın elitler arasında el değiştirmesinin bir yöntemi olarak görülmesinin yurttaş katılımını sınırlandırdığı, yönetimin meşruiyetini zedelediği, dolayısıyla kamusal alanda çoraklaşmaya yol açtığı görülmeye başlanmıştır.

Eski siyaset ve demokrasi anlayışının sorgulanmasında ve yeni arayışlar içine girilmesinde eski siyaset algılayışının siyasal-toplumsal-ekonomik düzeylerle birlikte, özellikle doğa-çevre üzerinde yol açtığı tahribatlar ve ekolojik felaketler büyük rol oynamıştır. Yeni siyaset, bir anlamda eski siyasetin ürettiği ancak çözemediği sorunların geniş çevrelerce görülmeye başlaması ile canlılık kazanmıştır. Daha önce siyasetin kıyısına veya dışına itilmiş olan kadınlar, gençler, çocuklar, sakatlar giderek artan bir ses tonuyla taleplerini dile getirmeye başlamışlardır. Öyle ki, Thomas Kuhn’un bilimsel devrimlerin yapısı ve paradigma değişikliği ile ilgili görüşleri günümüz siyaset anlayışındaki değişikliği de açıklar niteliktedir.

Yeni siyaset algılayışı aslında insanlığın yüzlerce yıllık düşünsel mirasının yeniden canlanması olarak da görülebilir. Özellikle Aristoteles, Farabi, Maverdi, Nizamülmülk, Mevlana, Yunus Emre, İbni Haldun, Rousseau, Kant, Aşık Veysel, Arendt ve Habermas gibi doğu ve batı dünyasından birçok düşünür ve bilgenin ittifakla vurguladıkları bir gerçeğe yaklaşılmaktadır: Bu gerçek, insanın hiçbir koşulda araçsallaştırılamayacak siyasal ve ahlaksal bir varlık olduğudur. Bu yaklaşımda siyaset toplumdaki bütün üyelerin içinde yaşamak isteyebileceği, ortak yararı gözeten ve geliştiren mutlu bir yaşam alanının yine bütün üyeler tarafından ortak inşası olarak görülmektedir. Dolayısıyla yeni yaklaşımda, Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nde vurguladığı gibi, siyasetin toplumsallaşması ve insanların siyasal topluma ve yaşama katılımı önem kazanmaktadır:

Kamu görevi yurttaşların en başta gelen işi olmaktan çıktığı ve yurttaşlar kendileri çalışacak yerde, paralarıyla hizmet görme yolunu seçtikleri zaman, devlet yok olmaya yüz tutar. Savaşa mı katılmak gerekiyor? Yurttaşlar paralarıyla asker tutar, kendileri evlerinde otururlar; toplantıya mı katılmak gerekiyor, o zaman da milletvekillerini seçer, yine evlerinde otururlar. Tembellikleri ve paraları, onlara sağlasa sağlasa yurdu köleliğe sürükleyecek askerlerle, onu satacak temsilciler sağlar.


Yurttaşların kendi görecekleri işleri parayla görülür hizmetler durumuna sokan nedenler, ticaret ve zanaatın güçlüğü, aşırı kazanç hırsı, gevşeklik ve rahata düşkünlüktür. Kazancını kolayca artırabilmek için, onun bir parçasını gözden çıkarır insan. Paranızı bağışlayın, çok geçmez, köle olursunuz. Şu finances sözcüğü kölelere özgü bir sözcüktür; sitede bilinmeyen bir sözcük. Gerçekten özgür bir devlette, yurttaşlar her şeyi parayla değil, kol gücüyle yaparlar. Ödevlerinden kurtulmak için değil, tam aksine, onu kendileri yapmak için para verirler. Beylik düşüncelerden çok uzağım. Bence angaryalar, vergilerden daha az aykırıdır özgürlüğe.


Devlet ne kadar iyi kurulmuş olursa, yurttaşların kafasında kamu işleri özel işlere kıyasla o kadar üstün bir yer tutar. Hatta, özel işler daha da azalır, çünkü ortak mutluluktan her bireyin payına kendi mutluluğundan daha büyüğü düşer ve dolayısıyla özel çabalardan bekleyeceği fazla mutluluk kalmaz. İyi yönetilen bir sitede herkes halk toplantılarına koşar; kötü bir yönetimdeyse oraya gitmek için kimse yerinden kımıldamak istemez. Çünkü, bu toplantılarda yapılanlarla kimse ilgilenmez; orada genel istemin ağır basmayacağını herkes önceden sezer. Çünkü, ev işleri her şeyi kendine çeker. İyi yasalar daha iyilerinin yapılmasına yol açar, kötülerde daha kötülerinin.

Siyaset uzunca bir dönem büyüklere, teknik ekiplere, bürokratlara ve siyaseti meslek edilenlere özgü bir uğraş olarak görülmüş; çatışmalarla, kavgalarla özdeşleşmiştir. Bu nedenle siyasete kayıtsız kalmak neredeyse bir erdem gibi sunulur olmuştur. Halbuki bugün dünya yeni bir dönüm noktasının eşiğinde: Siyasetin bir arada mutlu yaşamın koşullarını aramak ve oluşturmakla ilgili insani ve ahlaki bir etkinlik olduğunun farkına varıldıkça, toplumsal katılım önem kazanmaktadır. Bu çerçevede, çocukların ve gençlerin topluma katkı sağlayabileceği etkinlik ve çalışmalar her geçen gün artmakta; özellikle yerel yönetimler siyasetin toplumsallaşmasında önemli bir katalizör işlevi görmektedir.

Yerel gündem 21 ve gençlik konseyleri yoluyla gençlerin yaşadıkları kentin siyasal ve toplumsal yaşamına katılımı demokrasi açısından büyük önem taşıyor. Henüz bebeklik çağında olsa da, temsilciler kendilerini temsilciden çok başkan olarak görse de, gençlik konseyleri zaman içinde işlevsel olabilir. Gençliğe yönelik çalışmalar yürüten dernek, vakıf ve girişimler, öğrenci kulüpleri, lise ve üniversite öğrenci konseyleri, izci grupları, siyasal parti gençlik kolları, sosyal hizmetler kurumlarındaki gençler, sendikaların gençlik grupları ve çıraklık okulu öğrencileri gençlik konseylerinde temsil edilmeye çalışılıyor. Bu ise, toplumun geniş kesimlerinin birbirinden haberdar olabilmesi, gönüllü katılım yoluyla ortak sorunlara karşı ortak çözümler üretilmesi; özellikle günümüzde artış eğilimi gösteren suç, uyuşturucu kullanımı, yabancılaşma, çevre kirliliği, yoksulluk, açlık, ayrımcılık, fuhuş, silahlanma ve küresel ısınma gibi çok geniş bir alana yayılmış ciddi sorunlarla etkili mücadele edilebileceği anlamına gelmektedir.

Günümüzde, araçsal ve realist siyaset anlayışı kendi ürettiği sorunları çözmekte yetersiz kalmıştır; siyasetin her alanda toplumsallaşması; özellikle de gençlerin yerel siyasete aktif katılımı bu krizin aşılmasına ve yeni siyasetin kurumsallaşmasına ciddi katkı sağlayabilir. Ancak, bunun önünde de siyasetin bütünüyle iktisadın yörüngesine girmesi, katılımın söylemden öteye geçememesi veya biçimsel düzeyde kalması gibi engellerin olabileceği hatırda tutulmalıdır.