POLİS VATANDAŞ İLİŞKİLERİNDE EMPATİK İLETİŞİM: BİLGİNİN İLGİYE, ANTİPATİNİN SEMPATİYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ SANATI

Doç. Dr. Metin IŞIK, 
Arş. Gör. Ebru AKBABA

Bilindiği üzere toplu halde yaşama güdüsü insanın doğasından gelen zaruri bir ihtiyaçtır. Toplu halde yaşamanın bir sonucu olarak zaman içinde işbölümü ve uzmanlaşmanın gerçekleşmesi ile birlikte değişik meslekler ortaya çıkmıştır.
Bireylerin toplu halde yaşamlarını sürdürebilmelerinin yegane yolu birbirileriyle sürekli iletişim halinde bulunmalarından geçmektedir. Bir diğer ifadeyle topluluk hayatının bireylere huzur verecek biçimde devam edebilmesi sağlıklı iletişim kanallarının oluşturulması yoluyla sağlanabilecektir. Sağlıklı işleyen bir iletişim kanalı vasıtasıyla iletişime katılanlar birbirlerinin ne istediklerini ve ne tür beklentiler içinde olduklarını, bir başka ifadeyle birbirilerinin duygu ve düşüncelerini daha rahat algıladıklarından bunlara uygun davranışlar sergilemeleri de mümkün olacaktır.

Bu bağlamda toplumsal huzurun tesis edilmesi için iletişimsel etkinliğin sağlanmasının yanı sıra, kimi meslek gruplarının da önemli rol oynadığı bilinen bir gerçektir.  Söz konusu meslek gruplarından biri de görevi ülkede güvenliği sağlamak, suçu önlemek ve olayları aydınlatmak olan “emniyet güçleri”, yani polislerdir. Kamu otoritesini temsil eden polisin kamu yararını ve kamu düzenini sağlama görevini yerine getirirken vatandaşla doğudan temas içinde (yüzyüze) olması, ağzından çıkan kelimeleri özenle seçmesini ve beden dilini (sözsüz iletişimi) etkili bir şekilde kullanmasını zaruri kılmaktadır. Zira kamu otoritesini temsil eden polisin tavırlarından, hal ve hareketlerinden vatandaş doğrudan doğruya devleti sorumlu tutmaktadır.
Bu çalışmada “polisle vatandaş arasında sağlıklı bir iletişim ortamı oluşturmanın hem vatandaş, hem de polis açısından çok önemli kazanımlar elde edilmesini sağlayacağı” varsayımından hareket edilmiştir. Biri vatandaşları, diğeri de emniyet güçlerini (polisleri) temsilen iki ayrı focus grup oluşturularak ilk etapta “vatandaşların ve polislerin birbirileri hakkında ne düşündükleri” tespit edilmeye çalışılmıştır. İkinci etapta ise vatandaş-polis ilişkilerinde ortaya çıkan iletişim problemleri tespit edilerek, vatandaş-polis iletişiminin sağlıklı bir platforma taşınabilmesi için neler yapılması gerektiği konusunda bilimsel çıkarımlarda bulunulması amaçlanmıştır.

İletileşebilmek Önemlidir
Yemek yemek, su içmek ve nefes almak gibi zaruri bir ihtiyaç olan iletişim kurma isteği doğuştan kalıtım yoluyla geçemektedir. Bireyler arasındaki her türlü bilgi, duygu ve düşünce alışverişi olarak nitelenen iletişim; bireylerin yaşamlarını anlamlı kılmak amacıyla birbirleriyle ilişki içinde olmaları gerekliliğinden ortaya çıkmaktadır.
Alanla ilgili olarak yapılan araştırmaların da gösterdiği üzere aynı sosyal ortamdaki bireylerin birbirileriyle iletişememeleri, bir başka ifadeyle iletişim kuramamaları olanaksızdır. Zira belirli bir sosyal çevrede yaşayan insanlar farkında olsunlar ya da olmasınlar iletişim içinde bulunmaktadırlar (Cüceloğlu, 2000: 19-20). Nitekim birey olarak kendini ifade etmek, belirsizliği azaltmak, sorun ya da anlaşmazlığı ortadan kaldırmak, bireysel ve toplumsal ilişkileri sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için iletişim kurmak şarttır.

İki insanın birbirini fark etmesi ile söylediği, söylemediği, yaptığı, yapmadığı her şeyin; yüz ifadesinin, beden duruşunun, sesin, bakışın anlamı olmasından hareketle kişilerarası iletişim başlamakta (Cüceloğlu, 2002: 45-46) ve anlamlanmakta, katılanların fiziki yakınlık içerisinde bulunmaları, yani aynı mekanı paylaşmaları; aralarında bir oradalık ve yüzyüzelik olması gerekliliği, iletişimin tek yönlü değil çift yönlü bir biçimde işlemesi, mesajın niteliği açısından sözlü aktarılabileceği gibi sözsüz olarak da iletilebilmesi (Dökmen, 2000: 24) ayırıcı özellikler olarak kabul görmektedir. 

 
Kendinizce Bilinen
Kendinizce Bilinmeyen
Başkalarınca Bilinen
1
         Açık
2
          Kör
Başkalarınca Bilinmeyen
3
         Gizli
4
    Bilinmeyen
 
 
 
 
 
 


Şekil 1: Kendini Tanıma Penceresi (Cüceloğlu, 2000: 115)

Kişilerarası anlamlı bir iletişim, kişilerin açık olan bölümlerinin ne kadar büyük olduğu ile ilgilidir. Açık olan bölümler ne ölçüde büyükse daha zengin iletişim olanaklarına kavuşulacak ve o ölçüde daha fazla iletişim kurulabilecektir. Ayrıca başarılı bir kişilerarası ilişki ve verimli bir iletişim için açık olan bölümün karşılıklı olarak varolması gerekmektedir. Bu noktada güven önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Birbirleriyle iletişim içinde bulunan kişiler etkileşimde bulundukları sırada bu etkileşimden doğan düşünce ve duyguları paylaşabilirlerse kendilerini açmış ve daha iyi bir iletişim ortamı sağlamış olurlar. Kendini açma işlemi ise ancak güven duyulan kimseye karşı gerçekleştirilir (Cüceloğlu, 2000: 115-118).

Kişilerarası iletişim verilen mesajın niteliğine bağlı olarak sözlü biçimde dili iyi kullanabilmek, işitmek ve dinlemek arasındaki farkı gözetmek; sözsüz iletişim kapsamında ise bakmak ve görmek arasındaki bağıntının iyi değerlendirilmesi noktasında anlam kazanmaktadır.

Dili Kullanabilmek
Dil, insanların düşündüklerini, duyduklarını birbirlerine iletmek için geliştirdikleri, sözcük ve işaretlerden oluşan bir iletişim aracıdır (Özgüven, 2002: 3). İnsan ruhunun gelişmesinde konuşmanın büyük değeri bulunmaktadır. Çünkü mantıki düşünce, kavramlar kurma ve değer farklarını anlama imkanı veren konuşmanın var olması ile mümkün olacaktır (Adler, 1973: 32). Kişilerarası iletişimin önemli bileşeni olan sözlü iletişim, bireyler arasında gerçekleşen her tür karşılıklı konuşma ve yazışmaları içeriğinde barındırmaktadır. Dil sistemi, yani sözcükler ve harfler yardımıyla karşılıklı mesaj alışverişi sağlanmaktadır (Işık, 2000: 37). Bu sistem özellikle anlamlandırmanın sağlanması açısından önem taşımaktadır. Anlamlandırma, kişi ya da nesnelere ayırıcı nitelik ve kimlik kazandırılması açısından gereklidir. Bireyler ürettikleri bilgileri dil yardımıyla birbirlerine aktarırken duygu, düşünce ve düş yetilerini geliştirme imkanı da kazanmaktadırlar (Işık, 2004: 20). Bu döngü içerisinde gelişip geliştirerek var olan dil sadece anlamsal açıdan değil, kullanım biçimi ile alakalı olarak da mesaj üretimine katkıda bulunmaktadır.

İletişim esnasında kişinin ses tonu psikolojik durumunu yansıtmaktadır. Bu nedenle bireyin ne söylediğinin yanı sıra, nasıl söylediği de önem kazanmaktadır (Işık, 1999, 71). Bu durum dil ötesi iletişim olarak adlandırılmaktadır. Dil ötesi iletişim sesin niteliği ile ilgilidir. Sesin tonu, hızı, şiddeti, hangi kelimelerin vurgulandığı, duraklamalar, dil ötesi iletişim kapsamında değerlendirilmektedir (Dökmen, 2000: 27).  Hem “ne söylendiği” hem de “nasıl söylenildiği” insanlar için yakın öneme sahip olmakla birlikte, nasıl söylenildiği kimi zaman istemsiz davranışlar neticesinde geliştiğinden gerçek duyguları yansıtması bakımında daha etkin olabilmektedir.

İşitmek ve Dinlemek
Konuşmak iletişimsel etkinliğin başlatılması noktasında önemlidir. Sonuçlandırılması aşamasında ise konuşulanların anlaşılması, zihinsel değerlendirmeye tabi tutulması ve ardından geri dönüşümün gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Farklı nedenlerle iletişimde meydana gelen kopukluklar insan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenlerden birisi de karşıdaki kişinin söylediklerini yalnızca işitmekten ibaret kalmaktır. Başarılı bir iletişim için işitmek kadar dinlemek de gerekmektedir (Cüceloğlu, 2000: 167–169). Dinlemek bir insanın rahatça oturup ses dalgalarının kulaklarına girmesine izin vermesi demek değildir. Tıpkı okumak gibi insanın yalnız yazılı harflere bakmasından daha fazlasını yapmasına ihtiyaç gösterir. İyi dinlemek faal bir iştirak demektir. İyi dinleyen bir insan düşünce hızını faydalı kullanmayı bilmekte, konuşulan her şeyden faydalanacağı bir şeyler bulmaya çalışmakta, dikkatlerini merkezi fikre odaklandırmakta, kişinin kendisinin de daha ilginç bir konuşmacı olmasında etkinlik sağlamaktadır (Nichols, Stevens, 2004: 162).
Dinlemenin püf noktaları; nazik davranmayı, karşınızdaki kişinin ihtiyaçları veya sorunlarıyla ilgili olmayı, yargılamadan kişinin kendisini ifade etmesine izin vermeyi, öfkeli bir bakış açısıyla olaya yaklaşmamayı, dinlediğinizi vücut dili kullanarak göstermeyi, sorunu çözüme kavuşturmak için ne yapılması gerektiğini bilmeyi kapsamaktadır (Luhn, 1999: 127-129).
Sonuç olarak dinlenilmek iletişim içerisinde kişilerin sağlıklı bir biçimde anlaşmalarını sağlarken, aynı zamanda da insanlara psikolojik anlamda rahatlık vermektedir.

Bakmak ve Görmek
Kişilerarası iletişimin diğer bir bileşeni ise sözsüz iletişimdir. İnsanlar diğer insanlarla karşılaştıklarında sözlü iletişimden önce beden yoluyla sözsüz iletişime geçmektedirler. Nitekim çoğu zaman kişinin ağzından sözcükler çıkmadan beden dili ile ifade ettikleri mesajlar ön plana çıkmaktadır (Işık, 2004: 24). Hatta insanlar konuşarak anlaşmayı geliştirmeden önce beden dili, işaretler yardımı ile anlaştıklarından, belirli bir süre kişilerarası iletişimde yegane araç sözsüz iletişim olmuştur.

Konuşma ya da yazı olmaksızın insanların birbirlerine birtakım mesajlar ilettikleri sözsüz iletişimde ne söylenildiği değil, ne yapıldığı önem taşımaktadır. Göz ilişkisi, yüz ifadesi, baş hareketleri, jestler, bedenin duruşu, yakınlık, yöneliş, bedensel temas, dış görünüş (Baltaş, Baltaş, 1992: 157-158) sözsüz iletişim kapsamında değerlendirilmektedir. Sözsüz iletişimin en önemli özelliği kelimeleri kullanırken harekete geçirilebilen kontrol mekanizmasının bedensel hareketlerde kimi zaman uygulanamamasıdır. Bu durumdan kişinin gerçek duygularının ortaya konulması ve bu sayede sağlıklı iletişim kurabilmek adına kaynağın hedef kitlesine uygun mesaj stratejisi geliştirebilmesinde yararlanılabilmektedir.

Böyle bir durum kişinin sadece hareketlerinde değil, bazı uzuvlarının olağan dışı çalışmasında da kendisini gösterebilmektedir. Yapılan bir araştırma, genel uyarılmış hali ve heyecanlarda kendisini gösteren otonom sinir sisteminden ve özellikle sistemin sempatik kısmından gelen impulslar sonucu duygu ve heyecanlar sırasında çok fazla değişiklik meydana geldiğini, en yaygın olarak ölçülen değişikliklerin gözbebeklerinde genişleme, deri direncinde azalma, kalp atım hızında ve kan basıncında artma biçiminde ortaya çıktığını göstermektedir. Bu değişikliklerden bazıları yalan yakalama testlerinde bile kullanılmaktadır (Morgan, 1998: 217, 225).
Sözsüz iletişimin duyguların, anlatılamayanların anlatılmasında oldukça etkin kullanılmasının yanı sıra, konuşan kişinin sözsüz iletişim araçlarını kullanarak sözlü anlatımını desteklediği, hedef kitlenin sergilediği yüz ve beden ifadelerinin geri bildirim sağladığı, herhangi bir görüşün onaylanıp onaylanmadığını da ortaya koyduğu bilinmektedir (Dökmen, 2000: 34). Diğer taraftan, sözsüz iletişimle daha sonra gerçekleştirilecek sözlü iletişimin alt yapısı hazırlanmaktadır. Konuşmaya başlamadan önce karşılaşılan kişiye karşı yüzde beliren bir tebessüm, ilginin ve yakınlaşma isteğinin göstergesi olarak nitelendirilmektedir (Oskay, 1997: 29).

Sözsüz iletişim duyguları, daha rahat, etkili ve dolaysız ifade etme olanağı sağlamaktadır (Cüceloğlu, 2000: 34-36). Sözsüz iletişimin ardında birtakım mesajlar yatmaktadır. Ancak ne var ki, fazla incelemeden, detaylara inmeden varılan sonuçlar ve alışılmış yorumlar kişiyi yanılgıya sürükleyebilmektedir. Zira her sezgi başka ince göstergelerle bütünleştiğinde daha güvenilirdir (Mc Cormack, 2000: 106-107).
Bu bağlamda sadece beden dili hareketlerinden yola çıkarak anlam üretmek, yanlış anlamaları beraberinde getirebildiğinden, çok titiz ve dikkatli hareket edilerek, peşin hüküm vermekten kaçınılmak gerekmektedir.

Burada beden dilinin etkin kullanımı konusu önem kazanmaktadır. Bu amaçla kişilerarası iletişim sürecinde beden dilinin etkin kullanımı için şunlar önerilebilir (Işık, 2004: 36-38):
-Kişi kendisine özen göstermeli; saç, sakal, yüz ve kıyafetler zamana ve ortama göre yapılandırılmalı,
– Konuşurken ve dinlerken muhatabın gözlerine bakılmalı,
– Çok ciddi, gergin ve aceleci görünmekten kaçınılmalı,
– Karşıdaki kişilere önem verildiği, onların dinlendiği, dikkate alındığı hissettirilmeli,
– Fiziksel mesafe karşıdaki kişi veya kişilere rahatsızlık vermeyecek biçimde ayarlanmalı,
-Saygısızlık olarak algılanabilecek oturma pozisyonlarından uzak durulmalı, konuşma ayakta gerçekleştiriliyor ise ellerin cebe atılmamalı,
– Ses bulunulan mekana göre iyi ayarlanmalıdır.

Ana Kural: Empati Kurma
Toplumsal yaşamda huzur, kişilerin birbirlerinin duygu, düşünce, istek, beklentilerini ne kadar iyi anladıkları ile paralel bir biçimde sağlanabilir. Bu nedenle empati yapmak insan ilişkilerinin sağlıklı işlemesinde ana kural olarak kabul görmektedir.
Empati, bir insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Empatik iletişimden söz edebilmek için ilk olarak empati kuracak kişinin kendisini karşısındakinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısı ile bakması; ikinci olarak empati kurma sürecinde duygusal ve bilişsel bileşenlerin her ikisinin de bir arada bulunması, üçüncü ve son olarak ise empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın karşıdaki kişiye iletilmesi gerekmektedir (Dökmen, 2000: 135-137).

Toplumsal anlamda bireylerin birbirleriyle yakınlaşmaları; öfke, hüzün, heyecanın kötüye kullanılması, tiksinme, korku ve endişe gibi duyguların yerine; neşe, sıkılganlık, sempati gibi duyguların varolmasına ve yaşanmasına bağlıdır (Adler, 1973: 291-303). Bilgi aktarımının var olduğu ve yalnızlığın yaşanmadığı empatik iletişim biçimi insanların amaçlarına ulaşması bakımından önemlidir (Dökmen, 2000: 155-156). Empatik iletişim süreci ise kişinin kendisini başkasının yerine koyması, başkalarını kendi yerine koyması, başkalarını da başkalarının yerine koyması olmak üzere üç boyutta değerlendirilmektedir (Işık, 2004: 39).

Empatik iletişimin kurulması açısından bireylerin içinde bulundukları psikolojik, sosyal, ekonomik şartlar önem taşımaktadır. Bu açıdan Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine değinmekte fayda vardır. İhtiyaçlar hiyerarşisine göre yaşamını idame ettirebilmek için gerekli işe sahip olan ve bu sayede güvenlik ve barınma problemini çözen kişiler, takdir edilme ve saygı görme aşamasına geçmektedirler. Bununla birlikte sosyal ilişkilerin genel akışı içinde hangi aşamada bulunulursa bulunulsun herkesin insan olduğu ve insan olmanın da bir gereği olarak saygı görmek hakkı bulunduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle de empati sürecini “karşıdakinin hak ve hukukuna saygılı olma” platformuna oturtmak gerekmektedir.

Bu bağlamda birey empati yoluyla olayları karşıdakinin penceresinden algılayabildiğinden bireysel yakınlık doğacak, empati süreci beraberinde ilgi ve sempatiyi getirecektir. Bir başka ifadeyle birey ne oranda empati yaparsa, o oranda sempati kazanacaktır. Ancak ne var ki, günümüz toplumlarında bireyci ve faydacı kapitalist kültürün bir sonucu olarak kişinin yalnızca kendisine odaklanması empatik sürece ters düşmektedir. Empati sürecinin işlememesinin bir sonucu olarak incir çekirdeğini doldurmayacak sorunlar konuşarak değil, kaba kuvvet kullanarak çözümlenmeye çalışılmaktadır.

Polis – Vatandaş İlişkisi Açısından Bir Değerlendirme
Polisle vatandaş arasında sağlıklı bir iletişim kurulabilmesi için her şeyden önce  yukarıda bahsedilen empatik sürecin doğru ve sağlıklı bir biçimde işletilerek, karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü anlayışının yerleştirilmesi  gerekmektedir.
Bu bağlamda öncelikle iki grubun birbirleri hakkında ne düşündükleri ve birbirilerinden beklentilerinin ne olduğunun tespit edilmesi konusu önem kazanmaktadır. Mevcut durumun ve ilişki biçiminin devamı, değiştirilmesi ya da daha da güçlendirilmesi noktasında bir grup vatandaş ve polis üzerinde yapılmış olan focus grup araştırmasının sonuçları önemli ipuçları verecektir.

Mevcut durumun analizi için ilk olarak “vatandaşların polis hakkında ne düşündükleri” tespit edilmeye çalışılmıştır.  Bu bağlamda vatandaşlar;
– Polisin kendisine kaba davrandığını, zor kullandığını,
– Kendilerine karşı önyargılı olduğunu, herkesi potansiyel suçlu olarak gördüğünü,
– Kendilerini toplumdan ayrıcalıklı gördüklerini,
– Üniformaları nedeniyle soğuk bir görünüm arz ettiklerini,
– Yüzlerinin genelde asık olduğunu,
-Vatandaşlar arasında ayrımcılık yaparak, kimi insanlara ayrıcalıklı davrandıklarını,
– Özel yaşamlarındaki sıkıntılarını işlerine yansıttıklarını,
– Toplumun güvenini kazanmaları gerektiğini,
– Bazı olumsuzluklar söz konusu olmasına rağmen, yine de polisin kitle iletişim araçlarında (zor kullanan, kaba kuvvete başvuran görünümlerle) yanlış lanse edildiğini düşünmektedirler.

Bunların bir sonucu olarak vatandaşlar,
– Polisin vatandaşa karşı önyargılı davranmayı bırakmasını,
– Herkesi potansiyel suçlu olarak görmemesini,
-Polislerin kendilerini toplumdan ayrıcalıklı bir kişi olarak görmekten vazgeçmesini,
– Özel yaşamlarındaki sıkıntılarını işlerine yansıtmamalarını,
– Gülmeyi ve tebessüm etmeyi ihmal etmemesini,
– Kendi yakınları bir polisle muhatap olduğunda meslektaşlarının yakınlarına nasıl davranmalarını istiyorlarsa, polislerin de kendilerine aynı şekilde davranmasını beklemektedirler.

Mevcut duruma polisler açısından yaklaşıldığında ise  polisin vatandaşlar hakkında öne çıkan düşünce ve yargıları şu şekilde sıralanabilir:
– Vatandaşın zihninde polisle ilgili olumsuz ön kabuller (ön yargılar)  bulunmaktadır,
– Vatandaşlar yasaları bilmemektedir,
– Yasaları bilmedikleri gibi kulaktan dolma bilgilerle diğer vatandaşları da yanlış bilgilendirmektedirler,
– Her durumda kişisel çıkarlarını gözeterek polisi anlamak istememektedirler,
– Vatandaşlar polisin ekonomik anlamda ve çalışma şartları açısından problemler yaşadığını göz ardı etmektedirler,
– Kendilerini görevini icra eden polisin yerine koymadıklarından, bir başka ifadeyle empati sürecini işletmediklerinden polisin işini yapmasını güçleştirmektedirler,
Polisle gereksiz tartışmalara girmektedirler,
– En ufak bir sorunda (kanun ihlalinde) bile tanıdıklarını araya koyarak polisi etkilemek istemektedirler, bu durum ise polisin  görevini yapmasını güçleştirmektedir.

Sonuç Yerine
İnsanlarla geçinmenin ve sağlıklı iletişim kurabilmenin temel kurallarından biri ani hüküm ve tepki vermemektir. Öfke ve kızgınlık sonucunda gerçekleştirilen kaba davranışlar tartışmaların çatışmaya dönüşmesine neden olabildiğinden, gereksiz tartışmalardan kaçınılarak, tartışmaya girmenin kimseye bir şey kazandırmayacağı iyi bilinmelidir. Burada her şeyden önce vatandaşın, polisin kendi huzur ve güvenliğini sağlamak için görev yaptığını göz ardı etmemesi gerekmektedir. Vatandaşların “polis bizim içimizden, bizden biri”, “benim huzur ve güvenliğim için var” düşüncesiyle hareket etmesi durumunda polisin yükü hafifleyeceği gibi, görevini de daha şevkli ve azimli bir şekilde yerine getirmeye çalışacaktır.

Temel görevi toplumsal huzurun ve güvenliğin sağlanması olan polis ile vatandaş arasında kurulacak olan iletişimin olumlu bir biçime bürünmesi için polisin vatandaştan, vatandaşın da polisten beklentilerinin dikkate alınması gerekmektedir. Zira iki kesim arasındaki sağlıklı iletişim ancak empatik sürecin ve empatik iletişimin sağlıklı işlemesi ile kurulabilecektir. Vatandaş (halk)-polis ilişkilerinin sağlıklı bir platforma oturtulabilmesi için vatandaşların ve polislerin beklentilerin karşılanmasına yönelik stratejiler oluşturulması gerekmektedir. Bu bağlamda her şeyden önce vatandaşlar polisin adil olacağına, kişi, kurum, mevkii ve statü farkı gözetmeden herkese eşit ve aynı şekilde davranacağına inandırılmaları şarttır. Ancak ne var ki, bazı durumlarda polisi adil olmamakla suçlayan vatandaşların da en ufak bir olayda, örneğin bir trafik kuralı ihlalinde bile ayrıcalık talep etmekten vazgeçmeli, yasa ihlallerinde araya bir yakınını sokmaya çalışarak polisin görevini yapmasını engellemelidirler.

Dolayısıyla vatandaşların toplumun güvenliği noktasında kendilerini ilgilendiren yasalar hakkında daha fazla bilgi sahibi olması ve kendilerine ayrıcalıklı davranılması gibi yasal platforma dayanmayan uygulamaları talep etmekten kaçınmaları gerekmektedir.  İşte tam bu noktada hükümete, sivil toplum örgütlerine, üniversitelere ve kitle iletişim araçlarına önemli görevler düşmektedir. Kitle iletişim araçlarında vatandaşların bu tür davranışlardan niçin kaçınmaları gerektiği konusunda bilgilendirici, aydınlatıcı ve yol gösterici programların kısa film ve skeçlerin hazırlanması ve yayınlanması mutlaka sağlanmalıdır.

 Diğer yandan sağlıklı bir polis-halk ilişkisinin kurulması ve polisin imajının düzeltilmesi için Emniyet Teşkilatının arzulanan kalitede polislerden oluşturulması gereği ortaya çıkmaktadır. Bunun yolu da eğitimden geçmektedir. Eğitim bir yerde başlayıp, bir yerde biten statik bir süreç değildir. Bu bağlamda gerek polis adaylarının yetiştirilmesi esnasında, gerekse mesleğe atılmalarının ardından insan ilişkileri ve halkla ilişkiler gibi temel konularda düzenli ve sürekli eğitimler (seminerler vb.) verilmesi şarttır.  Bu bağlamda dikkatten kaçırılmamamsı gereken temel nokta ise bu eğitimlerin sadece alt düzeydeki polislere değil, emniyet teşkilatının her kademesindeki (komiser yardımcısı, komiser, başkomiser, emniyet amiri vb. gibi) görevlilere verilmesi gerekliğidir.

 Doç. Dr. Metin Işık, Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi
 Arş. Gör. Ebru Akbaba, Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi

 

Kaynakça

Adler, Alfred; İnsan Tabiatını Tanıma, Ayda Yörüken (Çev.), Tur Yayınları, Ankara, 1973.
Baltaş, Zuhal, Baltaş, Acar; Bedenin Dili, Remzi Yayınevi, İstanbul, 2002.
Cüceloğlu, Doğan; Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, İstanbul. 2000.
Cüceloğlu, Doğan; İletişim Donanımları, Remzi Yayınevi, İstanbul, 2002.
Dökmen, Üstün; İletişim Çatışmaları ve Empati, Sisten Yayıncılık, İstanbul, 2000.
Işık, Metin; “Kişilerarası İletişimde Kaynak Olgusu”, Selçuk İletişim Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, Temmuz 1999, s. 71,72.
Işık, Metin; İletişimden Kitle İletişimine, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları, Konya, 2000.
Işık, Metin; Sizinle İletişebilir miyiz?, Eğitim Kitabevi, Konya, 2004.
Luhn, R. Rebecca; Kızgınlıkla Başa Çıkmak, Yelda Yorcan (Çev.), Alfa Yayınları, İstanbul, 1999.
Mc Cormack, Mark; Başarılı İletişim Teknikleri, Kaan Tunçbilek (Çev.), Form Yayınları, İstanbul, 2000.
Morgan, T. Clıfford; Psikolojiye Giriş, Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları, Ankara, 1998.
Nichols, Ralph, Stevens, A. Leonard; “Dinlemek Kolay Bir Şey Değildir”, İnsan Mühendisliği, Nüvit Osmay, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004.
Oskay, Ünsal; İletişimin ABC’si, Der Yayınları, İstanbul, 1997.
Özgüven, İbrahim Ethem; Bireyi Tanıma Teknikleri, Pdrem Yayınları, Ankara, 2002.