Dünyanın araçsallaşması ve kaynakların hesapsızca tüketilmesi, yok edilmesi sorunu insanlığın çözmesi gereken en temel sorun olarak kendini hissettirmeye başlamıştır. Ne zaman ki, insanların doğa üzerindeki egemenliği ve kaynak israfı doğanın dönüştüremeyeceği boyutlara ulaşmış, zenginlik vaadi dünyanın birçok bölgesinde tam bir hayal kırıklığı yaratacak şekilde ve beklenen sonuçların aksine başarısızlığa uğramış, açlık ve yoksulluktan insanlar kıtasal boyutlarda etkilenmeye başlamış, ve ekolojik kirlilik ve çevre felaketleri kendini hissettirmiş, işte o zaman insanlık yeryüzü cenneti kurmak için çıktığı yolda rotadan sapmış olduğunun farkına varmaya başlamıştır. 

Tarihsel Arka Plan

Dünya tarihi 16. yüzyılla birlikte modernlik olarak adlandırdığımız yeni ve sancılı bir döneme girdi. Modernliğin felsefi, siyasal, toplumsal, iktisadi, bilimsel ve teknolojik birçok boyutu bulunuyor. Bu boyutların her biri birbirine ayrışmayacak ölçüde kaynaşmıştır. Bilindiği üzere, 15. yüzyıl sonlarında coğrafi keşifler hız kazanmış ve yüzyılın sonlarına doğru Amerika kıtası keşfedilmiştir. Bilimsel keşifler ve teknolojik buluşlar hiç kuşkusuz coğrafi keşiflerle el ele ilerlemiştir. Aynı şekilde, Copernicus’un, Galilei’nin ve Newton’un bilimsel keşifleriyle Bacon ve Descartes gibi dünyayı rasyonel temelde anlamlandırmaya çaba gösteren düşünürlerin yöntem tartışmaları birbirine eşlik etmiştir. Özellikle bu dönemde ortaya konan saf bilimsel veya felsefi tartışmalar 18. yüzyıldaki sanayi devrimine giden yolu açmıştır. Bir anlamda sanayi devrimi, o döneme değin aşama aşama biriken saf bilimsel bilginin iktisadi kaygılar doğrultusunda somuta indirgenmesi, kendini somut bilgi olarak teknolojide açığa vurması şeklinde gerçekleşmiştir. Bu haliyle baktığımızda, sanayi devrimi ne yalnızca bilimsel ne de yalnızca teknolojik bir devrimdir. Sanayi devrimi aynı zamanda tarım toplumunun sanayi toplumuna dönüşümünü gerektiren ve çok ciddi toplumsal-kültürel etkileri olan iktisadi bir devrimdir.     

Sanayi devrimi henüz gerçekleşmeden önce, özellikle İngiltere’de ortaya çıkan “çevirme” ya da “çitleme” hareketi binlerce serfin ya da köylünün toprağını terk etmesine yol açmıştır. Kırsal alanlardan kentlere insanlar kitleler halinde göç etmiş, kentler bu büyük dönüşümde nitelik değiştirmiş ve dönüşüm açısından katalizör işlevi görmüştür. Aynı durum sanayi devrimi sırasında ve sonrasında giderek hız kazanmıştır. Milyonlarca insan sanayi devrimiyle kentlere akın etmiştir; günümüze değin bu süreçte kentler hem büyük vaatlerin hem de geniş ölçekli çatışmaların, yoksullukların ve toplumsal sorunların mekânları olmuştur.     

Sanayi devrimi öte yandan radikal siyasal değişimlere ve dönüşümlere yol açmıştır. Bunun en bilineni Fransa’da meydana gelen devrimdir. Yalnızca bir noktayı hatırlatmak gerekir: Nasıl ki sanayi devrimi sadece teknolojik bir devrim değilse, Fransız devrimi de görünürde siyasal bir devrim olmasına karşın, aynı zamanda iktisadi ve toplumsal bir devrimdir. Fransız devrimi görünürde siyasaldır, halkla kral, soylular ve ruhban sınıfı arasındaki bir hesaplaşma gibi gözükse de, aslında hakim toplumsal ve iktisadi grupların beklentilerini karşılayamayan ve geri kalmış bir yönetimin iktisadi taleplerle uyumlu hâle getirilmesi ve yeni iktisadi koşullara uygun bir yönetimin kurulması amacını gütmüş ve bunu büyük ölçüde de başarmıştır. Öyleyse, birincil derecede siyasal nitelikte gözükse de, sanayi devriminden etkilenmiş ve iktisadi boyutu da ağır basan bir devrim olmuştur.     

Günümüzde karşı karşıya bulunduğumuz siyasal, toplumsal ve iktisadi sorunlar ve bunlara yönelik çözüm arayışları, ki bunlar arasında Gündem 21 önemli yer tutmaktadır, neden-sonuç ilişkileri içinde yeterince anlaşılacaksa, 16. yüzyılla birlikte inşa edilen dünyanın başka bir temel özelliğine de değinmek gerekir. Bu, kuşkusuz, insanların yüzlerini öte dünyadan bu dünyaya çevirmeleridir. Yeni çağa geçilirken, ütopyalar yoluyla cennetin yeryüzünde kurulabileceği vaat edilmiştir. Ancak, yeryüzü cenneti arayışı o zamandan beri bir maceraya dönüşmüş, eşitlik-özgürlük özlemleri büyük ölçüde hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştır; öyle ki, yeni çağla birlikte insanlık kendi içinde çok daha farklı ve sert tabaka sistemleri oluşturmuş, iktisadi kaynakların, siyasal ve toplumsal rollerin ve statülerin dağılımında çok dengesiz bir görünüm ortaya çıkmıştır. Yine aynı şekilde sanayi devrimi ile birlikte teknolojik gelişmelerin ve icatların da verdiği iyimser hava ile birlikte doğa üzerinde sınırsız bir tahakküm uygulanmıştır. Bir anlamda, doğa ve insanı da içine alan çevre, düşman ya da en azından kullanılacak ve tüketilecek bir alan olarak görülmüştür. Kitlesel üretim ve tüketim yeni dünyanın en büyük değeri olarak görüldüğünden, tüm dünyada doğal kaynaklar büyük bir hızla işlenmeye başlamış ve I. ve II. Dünya Savaşlarında olduğu gibi, rakip ülkeler arasındaki büyük savaşlar kaçınılmaz hale gelmiştir. Kısacası, dünyanın araçsallaşması ve kaynakların hesapsızca tüketilmesi, yok edilmesi sorunu insanlığın çözmesi gereken en temel sorun olarak kendini hissettirmeye başlamıştır. Ne zaman ki, insanların doğa üzerindeki egemenliği ve kaynak israfı doğanın dönüştüremeyeceği boyutlara ulaşmış, zenginlik vaadi dünyanın birçok bölgesinde tam bir hayal kırıklığı yaratacak şekilde ve beklenen sonuçların aksine başarısızlığa uğramış, açlık ve yoksulluktan insanlar kıtasal boyutlarda etkilenmeye başlamış, ve ekolojik kirlilik ve çevre felaketleri kendini hissettirmiş, işte o zaman insanlık yeryüzü cenneti kurmak için çıktığı yolda rotadan sapmış olduğunun farkına varmaya başlamıştır. Bu süreç içinde, yerel, ulusal ve uluslararası düzeylerde acil ve etkili tedbirler alınmazsa dünyanın artık insanlığı bu haliyle taşımayacağı gerçeği görülmüştür.     

Gündem 21 ve Sürdürülebilir Kalkınma     

Son 30-40 yıldan bu yana yaygın olarak iktisadi büyümeye odaklanan kalkınma modellerinin insanlığı geri dönülemez tehdit ve tehlikelerle karşı karşıya getirdiği ve bu tutumun doğanın da dengesini ve sistemini büyük ölçüde tahrip ettiği fark edilmiştir. Bu doğrultuda, ozon tabakasının delinmesi, asit yağmurları, kirlilik, atıklar, denizlerin kirlenmesi, susuzluk, çölleşme, ormansızlaşma gibi çevre sorunları, işsizlik, açlık, yoksulluk gibi toplumsal sorunlar konusunda duyarlılık artmaya başlamıştır.      1972 yılında Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı’nda “sürdürülebilir kalkınma” kavramına vurgu yapılmıştır. 6 Haziran günü, sürdürülebilir kalkınmayı gündemde tutmak ve bu yönde dünya ölçeğinde bilinç oluşturmak amacıyla “BM Dünya Çevre Günü” olarak kabul edilmiştir. Stockholm Konferansı’nın sonuç bildirgesinde doğanın ve çevrenin belli bir “taşıma kapasitesi”nin bulunduğu vurgulanmış, kaynak kullanımında sonraki kuşakların da haklarının gözetilmesi, ekonomik ve sosyal gelişme ile çevrenin birlikte ele alınması ilke olarak kabul edilmiştir; böylece sürdürülebilir kalkınmanın temelleri ortaya konmuştur. Bu Konferansta ayrıca sürdürülebilir kalkınmanın başarılabilmesi için “katılım” konusuna da dikkat çekilmiştir. Benzer kaygılarla, 1976 yılında Kanada’da BM Habitat I Konferansı düzenlenmiş; 1983 yılında BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu kurulmuştur. Komisyon çevre ve kalkınma konusunda sürdürülebilirliği gözeten raporlar yayımlamış ve insanlığı bekleyen tehditlere dikkat çekmiştir. Komisyon raporlarında yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, yurttaş katılımı konuları üzerinde özellikle durulmuştur.

1992 yılında BM Çevre ve Kalkınma Konferansı (UNCED) Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde toplanmıştır. Gündem 21 başlığını taşıyan küresel eylem planı bu konferansta kabul edilmiştir. O tarihten sonra Gündem 21’in ilke, amaç ve hedeflerinin gerçekleşmesini sağlamak amacıyla 1996’da İstanbul’da toplanan Habitat II “Kent Zirvesi” de dahil olmak üzere birçok uluslararası konferans düzenlenmiştir.  Gündem 21 insanlığın son iki-üç yüzyıllık tarihinin ve vaat edip de başaramadıklarının bir muhasebesini yapmayı ve yönetim, kalkınma ve çevre sorunlarını birlikte ele alarak kalıcı çözümler üretmeyi amaçlar. Esas olarak da, sanayi devrimiyle birlikte günümüze kadar üzerinde pek düşünülmeksizin uygulanan iktisadi ve teknolojik faaliyetlerin yerel-ulusal ve dünya ölçeğinde yeniden gözden geçirilmesi amacını güder. Gündem 21 yukarıda değindiğimiz üzere 1992 yılında BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda (UNCED) benimsenen Eylem Planı’dır; Eylem planı dört kısımdan ve toplam 40 maddeden oluşmaktadır. Birinci kısımda, yani “Sosyal ve Ekonomik Boyutlar” başlığı altında gelişmekte olan ülkelerde sürdürülebilir kalkınmanın hızlandırılması için uluslararası işbirliği, yoksullukla mücadele, tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi, demografik dinamikler ve sürdürülebilirlik, insan sağlığının korunması ve kollanması, sürdürülebilir insan yerleşimleri gelişmesinin desteklenmesi ve karar alma sürecinde çevre ve kalkınmanın bütünleştirilmesi yer almaktadır. Gündem 21’in “Kalkınma için Kaynakların Korunması ve Yönetimi” başlığını taşıyan ikinci kısmında ise, atmosferin korunması, toprak kaynaklarının planlanması ve yönetimine bütünleşik yaklaşım, ormansızlaşma ile mücadele, hassas ekosistemlerin yönetimi: çölleşme ve kuraklık ile mücadele, hassas ekosistemlerin yönetimi: dağların sürdürülebilir gelişmesi, sürdürülebilir tarımın ve kırsal kalkınmanın desteklenmesi, biyolojik çeşitliliğin korunması, biyo-teknolojinin çevresel açıdan sağlıklı bir şekilde yönetimi, okyanusların, kapalı ve yarı-kapalı denizler de dahil olmak üzere her türlü denizin ve kıyı alanların korunması, canlı kaynaklarının korunması, rasyonel kullanımı ve geliştirilmesi, tatlı su kaynaklarının temini ve kalitesinin korunması: su kaynaklarının geliştirilmesi, yönetimi ve kullanımında bütünleşik yaklaşımların uygulanması, zehirli ve tehlikeli ürünlerin yasadışı uluslararası dolaşımı dahil olmak üzere, zehirli kimyasal maddelerin çevresel açıdan sağlıklı bir şekilde yönetimi, tehlikeli atıkların yasadışı uluslararası dolaşımı dahil olmak üzere, tehlikeli atıkların çevresel açıdan sağlıklı bir şekilde yönetimi, katı atıkların ve atık suların çevresel açıdan sağlıklı bir şekilde yönetimi, ve radyoaktif atıkların güvenli ve çevresel açıdan sağlıklı bir şekilde yönetimi bulunmaktadır.
 
Gündem 21’in “Temel Grupların Rollerinin Geliştirilmesi” başlıklı üçüncü kısmında ise, sürdürülebilir ve hakkaniyetli gelişme yönünde kadınlar için küresel eylem, sürdürülebilir gelişmede çocuklar ve gençlik, yerli halkların ve toplulukların rollerinin tanınması ve güçlendirilmesi, hükümet-dışı kuruluşların rolünün güçlendirilmesi, Gündem 21`,in desteklenmesinde yerel yönetimlerin girişimleri, işçilerin ve işçi sendikalarının rolünün güçlendirilmesi, iş çevrelerinin ve sanayinin rolünün güçlendirilmesi, bilimsel ve teknolojik topluluk ve çiftçilerin rolünün güçlendirilmesi başlıkları yer almaktadır. Gündem 21’in dördüncü kısmı “Uygulama Araçları”na ayrılmıştır. Bu kısımda, mali kaynaklar ve mekanizmalar, çevresel açıdan sağlıklı teknolojinin transferi, işbirliği ve kapasite geliştirilmesi, sürdürülebilir gelişme için bilim, öğretimin, kamu duyarlılığının ve eğitimin özendirilmesi, kapasite geliştirmeye yönelik ulusal mekanizmalar ve uluslararası işbirliği, uluslararası kurumsal düzenlemeler, uluslararası hukuki araçlar ve mekanizmalar ve karar alma sürecinde bilgi başlıkları yer almaktadır.     

Gündem 21 içinde, BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) koordine ettiği ve desteklediği Yerel Gündem 21 Eylem Planı dünyada başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede uygulanmaktadır. Türkiye’de de 1997 yılından bu yana Yerel Gündem 21 projesi uygulamaya konmuş bulunuyor. Bu doğrultuda, özellikle yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, sorunların tespit edilmesinde ve çözümlerin üretilmesinde halkın etkin rol oynaması amaçlanmaktadır.     

Gündem 21: Yeni Bir Yeryüzü Cenneti Vaadi mi?    
 
Gündem 21 henüz uygulama aşamasında bulunuyor. Tüm bu olumlu gelişmelere karşın hem Türkiye’de hem de dünyada çevre sorunları, yoksulluk, iktisadi kaynak dağılımındaki dengesizlikler yine de sürüyor. Vaatlerin ve beklentilerin gerçekleşmesi yapısal sorunlara yapısal çözümler üretilip üretilemeyeceğine bağlıdır. İnsanlığa iki-üç yüzyıl önce yeryüzü cenneti vaat edilmişti; ancak bu vaatler büyük ölçüde gerçekleşmemiş, başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Yeryüzü cenneti şimdi terkedilmiş, Gündem 21 ile daha yaşanabilir bir dünya özlemine evrilmiş durumdadır. Bu aynı zamanda, insanlık olarak elimizde çok daha az olanağımızın ve fırsatımızın kaldığı anlamına geliyor. İkinci bir başarısızlığın hem insanlık hem de dünya açısından tam bir yıkım getireceğini bilerek, biçimsellikle yetinmeyen, gerçek çözümleri her ne pahasına olursa olsun belirlemek ve uygulamak zorunluluğuyla karşı karşıya bulunuyoruz. Kaldı ki, bunların en başında da, iktisadi üretim ve tüketip kalıplarının radikal biçimde dönüşmesi ve insanların iktisadi varlıklardan ziyade sosyal insan olduklarının, kendi başlarına değer taşıyan ahlaksal birer varlık olduklarının bilincine varılması geliyor. Sürdürülebilir kalkınma kısaca doğaya ve topluma zarar vermeksizin tüm insanların ihtiyaç duyduğu temel hizmetlerin sunulmasını, sürdürülmesini; mevcut ve gelecek tüm kuşakların toplumsal-kültürel, ekonomik ve siyasal süreçlere ve gelişmelere adaletli bir şekilde katılmalarına olanak sağlayacak biçimde üretim ve tüketim kalıplarının ve işlemlerinin yeniden düzenlenmesini ve yürütülmesini gerçekleştirmeyi amaçlar.

Genelde Gündem 21’in ve özelde de Yerel Gündem 21’in temel ilkeleri de bu amacı dile getiriyor. Mesele, bu amaçlar gerçekten uygulama alanı bulacak mı yoksa sadece bir söylem olarak mı kalacaktır. Umulur ki, Gündem 21 ve Yerel Gündem 21 aracılığıyla sürdürülebilir kalkınma işlerlik kazanır, aksi takdirde Kızılderili Şef Seattle’ın aşağıdaki kehaneti yakın zamanda gerçekleşecek gibi gözüküyor:     

“Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulamaz. Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak!”