Batı’da sürekli artan tüketime ucuz mal yetiştirmeye çalışan Çin ve diğer hızla kalkınan ülkeler, bunların hepsine kömür, demir, bakır gibi hammadde yetiştirmeye çalışan üçüncü dünya, bu arada hazinesinde biriken bir trilyonu aşkın doların değer kaybından korkarak içeride toplumsal kalkınmaya yeterince harcayamayan Çin, bu dolarlarla alınan ABD hazine bonoları, bu sayede şişen kredi piyasası ve artan tüketim ve artan üretim ve zehirlenen mali piyasalar ve atmosfer… 
Küresel düzenin çarkları gacırdıyor. Ekonomi ve doğa eşzamanlı olarak zor durumda. Dünya ekonomisi daralıyor. Gezegen oksijen solumakta zorlanıyor. Mevcut uluslararası siyasal ağlar inceliyor. Yeni çarklar ve ağlar ufukta beliriyor. Serap mı görüyoruz? Yoksa 21. yüzyılın yeni dünya düzenini mi? Az sonra, birkaç yıl içinde anlayacağız; büyük olasılıkla.

Tarihin yeni sayfaları
İnsanlık tarihinde önemli aşamalar yüzyıllık tarih dilimlerine göre sıralanmıyor doğal olarak. Yine de aşağı yukarı yüzer yıllık zaman çizgilerinde gözlemlenen genel eğilim farklılıkları var. Soğuk Savaş’ın 1989’da son bulmasıyla 20. yüzyıl bitmeye, 11 Eylül 2001’de New York ve Washington’a terör saldırılarıyla 21. yüzyıla geçiş başlamıştı. Piyasa ekonomisi ve demokrasinin zaferle çıktığı bir yüzyıl şekillenmekteydi. Fakat ABD’li siyaset felsefecisi Fukuyama’nın ünlü tezinin aksine, bu gelişmelerin ‘tarihin sonu’ anlamına gelmediği anlaşıldı. Ancak, tarihin bir cildi daha tamamlandı denebilirdi. 
Her yüzyılı bir cilt olsa, 46 milyon ciltlik gezegen, 200 bin ciltlik insanlık, 32 ciltlik uluslararası ilişkiler ve iki ciltlik sanayi toplumu tarihinde çarklar dönmeye davam ediyor. 2008 yılında derin yapısal kökler üzerinde benzersiz bir uluslararası ekonomik kriz  belirdi. Böylece artık 21. yüzyıl geçiş tamamlandı sayılır. Bu geçiş aşamasında insanlık uygarlığının gidişatını belirleyen iki temel süreç yaşanmakta. Biri olumlu, biri olumsuz:
– Bilgi toplumu: özel radyo ve televizyonlar, internet devrimi, cep telefonu ağları ve mobil teknolojilerle tetiklenen bir devrim yaşanmakta. İnsanlığın yeryüzü üzerinde duruşu değişti. Her zaman, her yerde başka yerlerdeki kişiler, olaylar ve bilgilerle karşılıklı etkileşim içindeyiz artık. İş, aile, eğlence yaşamları son yirmi yılda kökten farklılaştı. Eğitim, devlet yönetimi, demokrasi, sağlık, finans, güvenlik gibi çok farklı boyutlarda iletişim ve bilişim teknolojileriyle yenilenmekte insanlık uygarlığı.
– Aşırı tüketim toplumu: Hava kirlenmekte, atmosfer ısınmakta, temiz su azalmakta, gıda ve kozmetik ürünler kanser ve başka hastalıkları tetiklemekte. Yalnızca 1950’lerden bugüne daha önce tüketilenden fazla enerji tüketildi yeryüzünde.

Yeni Dünya Düzeni? Pek yakında
21. yüzyıl uygarlığı, I. Dünya Savaşı sonrasındaki içine kapanmacı, korumacı, aşırı milliyetçi politikaların egemen olduğu girdaba bir daha düşmeyecek kadar olgun. Bu yönde önemli bir sınav Londra’da 2 Nisan G-20 zirvesi oldu. Çıkışta  İngiltere Başbakanı Gordon Brown  “Dünya ekonomik gerilemeyle mücadele için bir araya geldi. Yeni bir dünya düzeni kuruluyor” dedi. Le Figaro gazetesinin 3 Nisan manşeti ise biraz daha Fransız bir yorum getirdi: “ Yeni bir kapitalizm için küresel anlaşma”.
Ne var ki, ilk aşamada üzerinde anlaşılan önlemler II. Dünya Savaşı sonrasındaki Bretton Woods kararları ölçüsünde bir kurumsal yapı oluşturmuyor. O zaman Dünya Bankası, IMF ve ABD Doları’na bağlı bir para sistemi kurulmuştu. Tabii o devirlerde bu tür düzenlemeler dünyanın bir kısmını ilgilendirirdi. Batı dünyası dardı. Oyunda ne Çin veya Hindistan vardı, ne de Rusya veya Brezilya. Kırk yıl sonra Doğu Bloku yıkılıyorken, 1990’da dönemin ABD Başkanı Georges Bush da ‘yeni dünya düzeni’nden bahsetmekteydi. ABD’nin lider olduğu fakat zamanla tek başına egemen olamayacağını anladığı bir düzen. Bu sefer durum farklı. Brown kendi adına değil ev sahibi olarak arkasında Türkiye dahil geniş bir ülke korosunu seslendiriyor. Üstelik G-20 içinde ekonomik gücü pekişmiş bir AB’yi de barındırıyor.
G-20 liderleri toplanmadan önce uluslararası iş dünyası devreye girdi. Londra’da G-20 ülkelerinin  özel sektör liderleri toplandı. Türkiye’yi TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ temsil etti.  Daha sonra da Brüksel’de BUSINESSEUROPE (Avrupa Özel Sektör Konfederasyonu) taleplerini, somut ve ayrıntılı eylem planları eşliğinde açıkladı:
– Şirketlerin finansman kaynaklarına erişimi kolaylaşsın
– Uluslararası mali düzenlemeler güçlensin
– Şirketlerin üzerindeki bürokratik yük azalsın, girişimcilerin ve teknolojinin önü açılsın
– IMF’ye kaynak aktarılsın
– Piyasaları tetikleyecek altyapı projeleri, temiz enerjilere ve eğitime yatırımlar artsın
– Korumacı ekonomik politikalardan uzak durulsun
– Dünya Ticaret Örgütü görüşmeleri tamamlansın; mal, hizmet ve tarım ticareti daha da serbestleşsin.
– Dünyada yoksullukla mücadele ve UNDP’nin Millenyum Kalkınma Hedeflerine mali destek artsın, bu ülkelere yatırımlar teşvik edilsin.
Sonuçta G-20 Londra kararları bu taleplerin biraz altında, beklentilerin biraz üzerinde:
1. Mali uyarı mekanizması ve İstikrar Komitesi kurulacak.
 2.Vergi cennetlerine yaptırım uygulanacak
 3.Mali piyasalar küresel düzeyde daha sıkı denetlenecek.
 4.Hedge fonlar ve kredi derecelendirme kuruluşları da daha yakından denetlenecek.
 5.Bankaların riskli varlıklardan arındırılmaları uluslararası istişare içinde sağlanacak.
 6.IMF dünyaya 1.1 trilyon dolar zerk edecek: Türkiye gibi makroekonomik dengesizlik içine düşen hızla kalkınan ülkelere destek, uluslararası ticareti canlandırıcı girişimler, en yoksul ülkelere özel kredi …
Bundan sonra uygulama gerekiyor. Vergi politikası araçlarının kullanımı tartışılmaya devam edecek. Ayrıca diğer ülkelere de ulaşmaya çalışılacak. Diğer taraftan G-8, AB ile ABD arasında Transatlantik Ortaklık ve hatta Washington-Pekin hattında bir fiili G-2 gibi farklı boyutlarda uluslararası ağlar pekişecek. Ve tabii 2009 sonunda Kopenhag’da toplanacak olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı “yeni dünya düzeni” açısından ekonomik krizin ötesinde en temel atılımlara yön vermeye çalışacak.
Dünya 2010’a krizden çıkış eğilimleriyle girme umdu içinde. Tabii ekonomi ve kaynaklar daraldı bir kere. Tüm şirketler ve ülkeler bu olumlu evrimi eşzamanlı olarak yaşayamayacaktır. Peki Türkiye hangi grupta yer alacak? Yıl biterken önü açılanlardan mı, yoksa bocalamaya devam edenlerden mi olacak?

Türkiye’nin çarkları
Dünya ekonomik sistemi yeniden tasarlanırken, Türkiye daha önceki dönemlerden farklı olarak kenardan izleyici konumunda değil. G-20’de yer alan bir Türkiye artık dünyada çok daha önemli bir ülke. Müstakbel AB üyeliği de bu bağlamda işlevsel bir önem kazanıyor. Hem Avrupa özel sektörünün vurguladığı gibi, küresel rekabet gücü yüksek bir AB için Türkiye’nin üyeliğinin katkısı barizdir. Hem de diğer ülkelerinin gözünde, Türkiye Avrupa’ya açılan bir penceredir.
AB’ye üyelik müzakereleri trafiği son haftalarda yoğunlaştı. Ankara’da AB Genel Sekreterliği eşgüdümünde heyetler arası görüşmeler medyanın dikkat alanı dışında ilerlemekte. Bu arada çok önemli bir etkinlikte Türkiye odak noktası oldu. TÜSİAD ve TİSK’in üyesi oldukları Avrupa Özel Sektör Konfederasyonu BUSINESSEUROPE tarafından düzenlenen Avrupa İş Zirvesi. En üst düzey Avrupa ekonomik forumu olan bu zirveye her yıl çok sayıda ülkeden başbakan, bakan, AB komiseri ve iş dünyası temsilcisi katılıyor. Cumhurbaşkanı Gül bu yıl onur konuğu olarak bu forumda Türkiye’nin küresel sorunlar ve AB politikaları hakkındaki görüşlerini açıkladı. 
Başka bir oturumda ise Olli Rehn “Türkiye’nin AB üyeliği yolu açık, yeter ki ortak kurallara uysun”, Egemen Bağış “ ben AB Komiseri olsam, haydi Türkiye zaman kaybetme derim”, Tuğrul Kutadgobilik “ biz AB’yi yalnız işverenler için değil, öncelikle tüm çalışanlar için istiyoruz, sosyal politika başlığı açılsın destekliyoruz”, Alpaslan Korkmaz “Avrupalı şirketlerin eli Türkiye’de taşın altında, yatırıma geldiler, çünkü Türkiye’ye güveniyorlar, Türkiye de bu güveni hak ediyor”, Süreyya Ciliv “gençlik, çokkültürlülük, yaratıcılık ve insan; bunlar 21. yüzyıla yön veren erdemler ve aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa’ya en önemli katkılarıdır” diyordu.
Bu görüşler aynı zamanda Türkiye’nin küresel krize karşı en etkili güç kaynaklarından biri olan AB çarkının nasıl daha iyi döneceğini özetlemekte. Yıl biterken, bazı ülkeler krizden çıkış kervanında daha önlerde olacak. Türkiye’yi ise gerilerde bırakacak birçok olumsuz etken olası: hızla ilerlemeyen bir AB süreci, Kıbrıs’ta tıkanan koskoca bir G-20 üyesi, soyut söylem itişmesinden, somut siyaset önerileri rekabetine geçemeyen bir iç siyaset, IMF çıpasını iyi kullanamayan bir ekonomi yönetimi, insan sermayesine yatırım vizyonundan hala yoksun bir ülke…
Çarklar daha çok dönecek.