Türkiye’de ifade özgürlüğünün önündeki problemler, sadece insan hakları, evrensel hukuk ve demokrasi kavramlarının entelektüeller, akademisyenler ve bürokratlar tarafından gereği gibi anlaşılamamasından ve dolayısıyla onlara ‘bize özgü’ bir içerik kazandırılarak içlerinin boşaltılmasından kaynaklanmıyor. Başka bir ifadeyle, genel olarak özgürlükler ve bu kapsamda ifade özgürlüğü konusundaki sıkıntılarımızın kaynağı sadece entelektüel ve fikrî zayıflığımız değil.

Öyle olsaydı, şimdiye kadar insanlığın sadece teorik tartışmalarla değil, aynı zamanda tecrübeyle ve yaşanan acılarla ulaştığı sonuca atıfta bulunarak, Türkiyeli eliti ifade özgürlüğünün iyi bir şey olduğuna ikna etmek, ardından da devleti ona saygılı bir çizgiye yaklaştırmak mümkün olabilirdi. Öyle olsaydı, Batı dünyasıyla yüzlerce yıllık iletişim içindeki Türkiyeli ‘aydın’lar ve ‘devlet adamları’, siyasetin biçimlendirilmesinde tabiî hukuk, ihlál edilemez birey hakları, sınırlı devlet gibi nosyonları es geçerek, düzen, otorite veya disiplini öncelemezlerdi. Ve yine öyle olsaydı, 20. yy boyunca özgürlüğü mahkûm eden devletlerin kendi vatandaşlarına ve insanlığa nasıl büyük acılar yaşatarak parçalanıp yıkıldığını -Yugoslayva örneğindeki gibi- görüp ders alabilirlerdi. Ama öyle değildi; özgürlüklerimizin önündeki engel onun teorik ve pratik bakımdan değerinin anlaşılmamasından (en azından sadece ondan) kaynaklanmıyordu ve kaynaklanmıyor.

Ayrımcı önyargı

İfade hürriyetine yönelik itirazların başka bir yüzü daha vardır. Bu özgürlüğün kısıtlanmasında ‘ayrımcı önyargı’ya ve onun arka planına işaret eden David J. Richards, bu kısıtlamanın ‘yapısal adaletsizlik’le ilişkisini kurar. Uluslararası Şeffaflık Örgütü (Transparency International) de çalışmalarında, özellikle üçüncü dünya ülkelerindeki yaygın yolsuzluk ağından istifade eden grupların, ‘açık toplum’ ve demokratikleşme konusundaki çabalara mani olduklarını, çünkü yolsuzlukların açık bir kamusal tartışmaya konu olmasını istemediklerini ortaya koymaktadır. Yani ifade hürriyetini felsefi sebeplerle değil, kendi ekonomik, sınıfsal veya zümresel çıkarlarını kaybetme kaygısıyla reddedenler de vardır. Bu reddediş, genellikle, bir toplumdaki statü ve iktidar ilişkileriyle, iktisadî değerlerin paylaşımı konusundaki gerilimlerden bağımsız değildir. Derisinin renginden dolayı Çinli göçmenden nefret eden beyaz Amerikalı, onun uğradığı haksızlıkları dile getirmesine yarayacak bir hürriyeti kabul etmeye kolay ikna olmayacaktır. Zira, o göçmenin sarı derisi, çoğu kez, olumsuz iş şartlarında düşük ücretle çalışmaya hazır ve böylece 19. yy Amerika’sının beyaz madencisinin işini kaybetmesine ‘sebep’ olan insanın bedenini kaplamaktadır. Ama bunu bu açıklığıyla dile getiremeyeceği için daha kabul edilebilir görünen gerekçelere ihtiyaç duyacaktır (Örneğin ‘Çinli yabancıların Amerikan kültürünü bozdukları’nı ve onlara o yüzden kızdığını söyleyecektir). Kısacası ifade özgürlüğü tartışmalarında sorunun maddî boyutu gözardı edilmemelidir. Yine Amerika’da siyahlara yönelik ayrımcılık, hiçbir zaman sadece insanların eşitliği fikrine yabancı olmaktan kaynalanmamıştır.

Türkiye’de de farklı değil

Türkiye’de de insan haklarının ve bunlar arasında ‘kavşak özgürlük’ olan ifade özgürlüğünün önündeki engeller, maddî ilişkilerden, değerlerin toplumun çeşitli kesimleri arasındaki dağıtımını sağlayan müesses nizamdan ve yine belirli bir zümrenin siyasî ve iktisadî bakımdan ayrıcalıklı konumunu muhafaza etme kaygısından da kaynaklanıyor. Bu kaygı, hak ve özgürlük nosyonlarının hákim zümre tarafından anlaşılmak istenmemesinin maddî gerekçesini ifade ediyor. Siyaseti belirleyen ve iktisadî hayatı tamamen kontrolünde tutmak isteyen ‘merkez’deki zümre, imtiyazlı konumunu sarsabilecek ve kendilerini imtiyazsız çoğunlukla eşit statüye indirecek bir siyasî dönüşümü ifade edecek bir demokratikleşmeyi aslında samimi olarak istemiyor. Evet, insan hakları ve demokrasi, aslında, baştan beri, bu kesimin ayrıcalıklı konumunu meşrulaştıracak ideolojinin odağında yer alan değerler olmamış, ancak ‘çağdaşlaşma’ ve ‘muasır medeniyetlere ulaşma’ programında, ulaşılması öngörülen ‘muasır medeniyetler’in hákim değerlerinden birisi olarak gönülsüz bir itibarı haketmiştir.

Elbette bugün hakim zümre homojen değildir; örneğin devletçi sermayenin bir bölümü, artık gücünü devletin onlar lehine sağladığı avantajlara borçlu değildir. Artık serbest piyasa sisteminde de kendi ayakları üstünde duracak iktidara sahiptir ve bu yüzden AB sürecinde demokratik reformların yapılmasına engel olmaya veya Kürt Sorununun çözümüne set çekmeye çalışmamakta, hatta bazen destek de olmaktadır. Ama TÜSİAD örneğinde olduğu gibi, söz konusu sermaye her iki grubu da içinde barındırmakta; darbeye karşı olanın yanında ona destek sağlayanını da içermektedir.

Türklüğü koruma misyonu

Bürokrasiye gelince, onlar hiçbir zaman kendi ayakları üzerinde duramayacakları ve sahip oldukları bütün maddi gücü el koyma yoluyla toplumdan almak zorunda oldukları için, kendi ayrıcalıklı konumlarını görünür hale getirecek bir serbest tartışma ortamından yana olmayacaklardır. Dolayısıyla Amerikalı beyazlar gibi onların da ifade hürriyetine karşı çıkmalarının maddi koşulları devam etmektedir. Dikkat ederseniz, kendileriyle ilgili eleştirilere en tahammülsüz kesim onlardır. Sahip oldukları imtiyazları ve yaptıklarını eleştirenleri mahkemelerde süründürmeleri, onları yıpratmak için planlar hazırlayıp uygulatmaları bundandır. 301’i hararetle savunurlar, çünkü bu maddenin asıl kendilerini koruduğunu bilirler; ama bunu elbette böyle ifade edemeyecekleri için ‘Türklüğü korumak’tan dem vururlar.

Kısacası Türkiye’nin onlarca yıldır bir türlü çözülmeyen sorunlarla boğuşmasının, daha doğrusu bu sorunları gereği gibi tartışabilmeyi dahi başaramamasının, resmî söylemle örtüşmeyen alternatif yaklaşların peşinen kötü niyetli ilan edilip cezalandırılmasının, bu konuların herkesin uzak durması gereken yasak bölgeler haline getirilmesinin; sonuçta çözümün ilk şartının (yani sorunun ifade edilmesinin) engellenmesinin felsefî olmayan gerekçeleri de iyi anlaşılmalıdır.

Bütün bunları bilmek, ifade hürriyeti hakkındaki teorik çalışmaların önemini elbette azaltmaz. Çünkü ifade hürriyeti, ahlákî değeri bir yana, birilerinin grupsal çıkarlarını tüm toplumun veya ulusun çıkarı gibi gösterme çabasını teşhir etmenin, bize özgüleştirilen demokrasi ve insan hakları gibi değerlerin içinin boşaltıldığını göstermenin asgarî zemini veya başlangıç noktası olması bakımından da önemlidir.

Kaynak: http://www.stargazete.com/acikgorus/ifade-hurriyetinin-ekonomi-politigi-113261.htm