Merkezimiz tarafından düzenlenen ve ilgili kuruluşlarca da desteklenen I. Uluslararası Türk-Afrika Kongremize başta Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Alpha Omar KONARE Beyefendi, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah GÜL Beyefendi, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Sayın Prof. Dr. Ekmeleddin İHSANOĞLU Beyefendi olmak üzere bütün misafirlerimize teşriflerinden ötürü teşekkür ediyorum.

Çok kısa olarak önemli misafirlerimize daha fazla zaman kalması ve akademik tebliğlerin daha fazla zaman bulabilmesi için çok kısa olarak üç başlık altında sizlere birkaç kelime arz etmeye çalışacağım. Bunlar TASAM, Türkiye ve Afrika başlıkları olacaktır.

TASAM’ı uzun uzun anlatmaktan öteye bir hikayeyi hatırlamakta fayda görüyorum. 46 yıl Osmanlı tahtında kalmış Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşanan bir olay ile ilgili TASAM’ın sağduyusunu ve perspektifini açıklamaya çalışacağım. Dolayısıyla ayrıntılı bir bilgi vermeye gerek kalmayacak.

Biliyorsunuz o dönemlerde gerçekleşen olayları, tarihçilerimiz daha iyi takdir edeceklerdir, anlatacağım hikayenin bir kısmı tarihi gerçektir bir kısmı hikayedir. Kanuni Sultan Süleyman’ın tahta geçmek üzere dört oğlu bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi padişah tarafından çeşitli sebeplerden dolayı öldürülüyor, bir diğeri hastalıktan vefat ediyor ve kalan iki oğlu Selim ve Bayezid arasında taht kavgası çıkıyor. Merkezdeki ordu dışında iki şehzadenin etrafında toplanan ordular Kütahya’da ve değişik yerlerde çarpışıyorlar. Bu arada padişahın önünde iki tane seçenek var. Bir tanesi, kudreti ve gücü buna müsait, ikisini de çıkardıkları olaylardan ve devlete karşı işledikleri suçlardan dolayı ortadan kaldırmaktır. Diğer seçenek ise birisinden yana tavır alarak birinin tahta geçmesini sağlamak. İkisini birden cezalandırsa tahta geçecek varisi kalmayacaktır. Birinden birini tercih etse ikisi de evladı olduğu için yüreği elvermemektedir.

Bu düşünceler içerisindeyken vezirlerinden birisine konuyu açar ve dertleşmek, görüş almak ister. Vezir; “Devletlü sultanımızın sağlığında ikisinin de yaptığı edepsizliktir”le başlayan ahkam kesen cümlelerle iki şehzadeye de iyice yüklendikten sonra ikisinin de asılması, başlarının kesilmesi gerektiğinden bahisle konuşmaya devam ederken, padişah hem müstehzi ve hem de hüzünlü bir tavırla vezirin sözünü keser ve der ki; “Ne güzel konuşuyorsun, belli ki evlat da senin değil, devlet de.”

Biz TASAM olarak böyle bir hassasiyet içerisinde hem evladı hem de devleti önemseyerek ve sahiplenerek, hiçbir kamu görevimiz olmamasına rağmen on defa düşünüp bir defa konuşarak gereken bütün sağduyuyla ülkemize hizmet etmeye, önemli ürünler vermeye, fikir ürünleri ortaya koymaya, projeler gerçekleştirmeye, uluslararası ilişkiler bağlamında ülkemizin kalkınmasına ve refahına katkıda bulunmaya çalışıyoruz.

Şu anda bir şeyi hatırlatmakta fayda görüyorum. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Güney Doğu Avrupa ülkelerine yönelik dokuz ülkeyi kapsayan bir kısa süreli etkileşim projemiz var. Bu proje kapsamında dokuz ülkeden gelen misafirlerimiz şu anda bu salondalar. Kendilerine de sizler adına hoş geldiniz diyorum. Onların da aramızda bulunduklarını bilmenizi faydalı görüyorum.

Biz böyle bir sağduyu ile nasıl bir Türkiye için çalışıyoruz? Meşruiyetin içeride adil olarak oluşturulduğu ve adil olarak dağıtıldığı, dolayısıyla hiçbir çatışmanın ve paylaşım kavgasının olmadığı, ortaya konulan meşru zemin içerisinde herkesin beyanı üzerine fiil ve hareket ettiği sürece hiçbir şekilde yargılanmadığı, önyargılarla dışlanmadığı, beyanına esas olan davranışların dışarısına çıktığı zaman yine sistem içerisinde cezalandırılabileceği, siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve medya dahil her anlamda meşruiyetin içeride oluşturulup adil olarak dağıtıldığı bir Türkiye için uğraşıyoruz. En önemlisi de bugün Türkiye’de ve dünyada geldiğimiz nokta ve yaşadığımız günler itibariyle husumet ve heyecanımızı kontrol etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Çünkü husumet ve heyecanımızı kontrol etmediğimiz zaman hiç düşmana ihtiyacımız yok. Biz kendi husumet ve heyecanımızda boğuluruz. Hatta düşman olarak addettiklerimiz kimlerse bizim tamamen yok olmamızı istemiyorlarsa, gelir ve ağır bedeller karşılığında bizi kurtarırlar. Dolayısıyla bizlere düşen hem dünya konjöktüründe, hem Türkiye’de husumet ve heyecanımızı kontrol ederek birlik, beraberlik ve kardeşlik içerisinde bu olağanüstü günleri dünyanın kırılma noktalarının yaşandığı bu olağanüstü zamanları hep birlikte sağ salim güçlenerek ve kuvvetlenerek atlatmak için elimizden geleni yapmamızdır.

TASAM ile ilgili çok özet bir bilgi vermek gerekirse, iki yıllık süre zarfında şu ana kadar çok önemli stratejik konularda 18 kitap, 12 rapor, 3 sempozyum, 20’ye yakın beyin fırtınası ve konferans, bir adet uluslararası yurtdışı işbirliği ile yapılan etkinlik, çok sayıda çeşitli kurumlarla yurtiçi ve yurtdışı işbirliği içerisinde devam eden projeler ve internetteki sitemiz üzerinden yayınlanan güncel konularla ilgili yüzlerce yorumla şu ana kadar çok fedakar çalışmalarla belirli bir yere geldik. Şu anda internet üzerinde yayın yapan sitemiz Türkiye’de açık ara birinci, dünyada ise on birinci sıradadır. Bu sıralama internet üzerinde ölçüm yapan şirketlerin sağladığı verilere dayanmaktadır. Fakat bunlar bizim düşündüklerimiz açısından, ben arkadaşlarıma arz ediyorum, gittiğimiz yol gideceğimizin yanında hiçbir şeydir. Çünkü ülkemizin ve hinterlandının çok büyük hizmetlere, bu tür kurumların sayısının artmasına, ilgili devlet kurumlarımız ve özel sektör tarafından desteklenmesine ivedilikle ihtiyaç vardır.

Konferansımızın konusuyla ilgili sizlere birkaç kelime arz etmek gerekirse, gelecek Asya ve Afrika’da diyoruz. Bunu kim diyor? Bunu dünyanın sosyolojisinin, teknolojisinin, ekolojisinin iklim değişikliklerinin geldiği noktada herkes söylüyor. En fazla ise batılı dostlarımız ve müttefiklerimiz geleceğin Asya’da ve Afrika’da olduğunu söylüyorlar. Üç kıtanın ortasında olan Türkiye, geleceğin Asya’da ve Afrika’da olmasından dolayı batılı dostlarımız ve müttefiklerimiz için de çok önemlidir. Bütün enerji kavşakları, potansiyel vaat eden ülkeler, dünya nüfusunun üçte ikisi ve enerji kaynaklarının büyük kısmı Asya’da ve Afrika’dadır. Bu anlamda batılı dostlarımız başta olmak üzere, bütün dünyanın ilgi alanı Asya’ya ve Afrika’ya yönelmiş durumdadır. Asya’dan yeni devler çıkarken Afrika’dan yeni kaynaklar ve yeni imkanlar doğmaktadır. Bir de en önemlisi Asya ve Afrika refaha ve idealizme aç milyarlarca insan barındırmaktadır. Bu anlamda biz Afrika açılımı ile bu başlangıcı yapmış oluyoruz. Önümüzdeki dönemde inşallah Asya’ya yönelik bir proje ile sizlerin karşınızda olmaya çalışacağız.

Burada bir şeyin de müjdesini vermek istiyorum, Sayın KONARE’nin de Türkiye’ye ilk teşrif ettiği andan itibaren bu anlamda bir talebi vardı, bizim şu anda bünyemizde bulunan Afrika Çalışma Grubu’nun, yine TASAM’ın hiyerarşik bütünlüğünü bozmadan Afrika Araştırmaları Enstitüsü olarak yapılandırılmasında da bir prensip kararı almış bulunuyoruz. Bunu zaman içerisinde hep birlikte ve desteklerinizle Afrika üzerine daha detaylı ve önemli çalışmalar yapacak bir hıza kavuşturacağız. İnşallah 2. Uluslararası Türk Afrika Kongresi’ni de Aralık 2006’da yine İstanbul’da yapmayı planlıyoruz.

Geleceğin Asya’da ve Afrika’da olduğu bir dönemde bizim rolümüz nedir? Asya ve Afrika’dan daha fazla pay alabilmek mi? Sadece maddi menfaatler mi? Yoksa acı tecrübelerini Asya ve Afrika ile, ki toprağımızın önemli bir kısmı Asya’dadır, birlikte yaşadığımız acıların ve kötülüklerin tazelenmesi olarak mı anlıyoruz? Hayır. Biz, medeniyetimizin en temel öğesi olan ikinci ebedi bir dünyanın olduğu inancı ile hareket eden, bu anlamda hayatını şekillendiren, bu anlamda dünyayı kullanan, teknolojisini buna göre geliştiren bir medeniyetin mensupları olarak kardeşlik ve dostluk içerisinde birbirimizi suiistimal etmeden karşılıklı menfaatler çerçevesinde işbirliği yapmamız gerekmektedir.

İfadelerimi son bir söz ile bitirmek istiyorum. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti biliyorsunuz yedi cephede savaşmıştır. Savaş esnasında devlete baş kaldıran bazı unsurlara İstanbul’dan gönderilen temsilcilere, oralarda ileri gelenler şöyle bir şey söylemişlerdi; Güç ve adalet sizdeydi, biz bunun için sizin peşinizdeydik. Fakat güç ve adaletiniz zayıfladığı için (Bu onların o günkü konumlarına göre bir yorumdur, onları haklı çıkartmaz) biz sizin peşinizden ayrıldık. Bugün dünyanın egemen güçleri açısından da aynı şeylerin söylenmeye başlanmış olmasını da ayrıca düşünmemiz gerekiyor. Güç ve adaletin zayıfladığı bir dönemde belirli bir medeniyet perspektifine sahip insanların tekrar güç ve medeniyeti doğru ellerde toplaması ve bu yönde gayret etmesi gerekir diye düşünüyorum.

Afrika ile ilişkilerimize bir kongre ile katkıda bulunmaya gayret ettik. Yaklaşık 60 ülkeden ve 850 milyon nüfuslu koskoca bir kıtadan oluşan bu coğrafya ile ilgili Türkiye’mizin siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel, üniversiteler arası işbirlikleri, sportif etkinlikler, kültür merkezleri gibi bir çok noktada işbirliğinin derinleştirilmesi ve kalıcı hale getirilmesi gerekiyor. Biz de buna kendi çerçevemiz içerisinde katkıda bulunmaya devam edeceğiz.

Biz bu tür kamuoyuna açık organizasyonlarda bir takım hususları hatırlatmayı ve uyarılarda bulunmayı toplumsal bir görev olarak kabul ediyoruz. Önceki toplantılardakileri tekrarlamak istemiyorum, çünkü çok vaktinizi almak istemiyorum. Fakat bu toplantı vesilesi ile ilgili ülkemize ve ülkemizin yönetimine hatırlatmak istediğimiz iki konu var. Bu konular belki onların da gündemindedir, fakat bizler görevimizi yapma adına onlara hatırlatmak isteriz. Bir tanesi dünyadaki ekolojik ve stratejik değişikliklere bağlı olarak klasik enerji kaynaklarındaki arzın ve ulaşımın aksaklıklarındaki belirsizlikler nedeniyle alternatif enerji kaynaklarıyla ilgili acilen bir şeyler yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. İkincisi ise, bütün dünyada değişen güvenlik konseptine bağlı olarak ülkemizin hem iç, hem de dış konseptiyle ilgili yeni tezlerin tartışılması, tartışılıyorsa daha da olgunlaştırılması gerektiği inancındayız. Çünkü öyle bir noktaya geldik ki, bütün ülkeler kendi içine kapanmaya başladı ve en küçük şeyler bile ulusal güvenlik ile bağımlı hale geldi. Böylesine hassas bir noktaya geldik. Bu anlamda güvenlik konseptlerimizi de gözden geçirmek gerekiyor.

Ben tekrar teşrifinizden ötürü en içten teşekkürlerimi arz ediyor, dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Sağ olun, var olun, efendim…