1.ULUSLARARASI TÜRK ASYA KONGRESİ AÇILIŞ KONUŞMASI 25.05.2006

Birbirinden kıymetli, çok değerli misafirlerimize Türkiye Cumhuriyetimiz tarihinde ilk defa düzenlenen Asya ile ilgili bu kapsamdaki ilk kongreye teşriflerinden ötürü teşekkürlerimi arz ediyorum. Kongrenin düzenlenmesinde şüphesiz birçok kurumla iş birliğimiz oldu. Hepsine şükranlarımı arz ediyorum, ama özellikle gerçek bir samimiyetle TİKA kurumuna ve başkanı Dr. Hakan Fidan Bey’e ayrıca en kalbi teşekkürlerimi arz ediyorum. Kendisinin ülkemize olan ve bölgeye olan hizmet aşkından dolayı sizler adına kendisini tebrik ediyorum. Ayrıca yine kongrenin düzenlenmesinde en önemli emeği olan başta TASAM Genel Müdürü, Atilla Sandıklı beyefendi olmak üzere bütün çalışanlarımıza da şükranlarımı arz ediyorum. En güzel şekilde de bu etkinliğin neticelenmesini temenni ediyorum. TASAM’la ilgili çok kısa bir bilgi vermek gerekirse TASAM yaklaşık 3 yıldır faaliyette olan, bağımsız, ulusal ve uluslararası konularda etkinlikler, araştırma projeleri, sempozyumlar, yayınlar, stratejik raporlar gibi birçok faaliyete imza atan bir kuruluştur. Şu ana kadar 30 adet kitap, 14 adet stratejik rapor, çok sayıda sempozyum ve kongre düzenlemiştir. Ülkemize, müttefiklerimize ve tüm dünyaya hizmet temelinde çalışmalarını sürdürmektedir. Çok özet olarak bu bilginin yeterli olacağı kanaatindeyim. Kongre ile ilgili de şöyle bir şey ifade etmek istiyorum, bu çok özel ve nitelikli bir toplantıdır: 24 ülkeden fiili, akademik delagasyon katılımı var ve ülkemizdeki konuyla ilgili birinci derece uzmanların katılımıyla oluşmuş bir toplantı. Bu anlamda ülkemizin, medyamızın, ilgili kurum, kuruluşların ve kişilerin gerekli hassasiyetleri ve değerlendirmeleri yapacaklarına ve kamuoyuna arz edeceklerine inanıyorum. Türkiye’nin Asya ile ilgili bir toplantı düzenlerken, Asya ülkelerindeki ilişkilerini geliştirmek ve oradaki dostluk temelinde iş birliğini geliştirmekle ilgili bir toplantı düzenlerken hepimizin bildiği ve malumu olan bir Avrupa Birliği yolculuğumuzda var. Burada şöyle bir şey söylüyoruz, hiçbir yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için; Avrupa Birliği içerisinde veya dışında, (bunu zaman belirleyecek), biz özellikle Asya ülkeleriyle ve Afrika ülkeleriyle ortak tarihi ve kültürel bağlarımız olan ülkelerle ilişkilerimizi geliştireceğiz. Biz Avrupa Birliği’ne üye olursak Türkiye gibi onların bir dost ve müttefiki olarak Avrupa Birliği içerisinde olacağız. Avrupa Birliği içerisinde olamazsak tarihin seyri bunu bize gösterecek, zaten bu coğrafyada, bu dostluklarla, bu ilişkilerle biz ülke olarak hayatımızı devam ettireceğiz. Bu anlamda, Avrupa Birliği ekseninde bu ifadenin gerekli olduğuna inanarak sizlere arz ediyorum, Napolyon’un şöyle bir sözü var; kendisi biliyorsunuz Rusya mağlubiyetinden sonra tahttan uzaklaştırılmıştı, Rusya’dan misafirlerimiz olduğu için onu da parantez içinde belirtelim, “Bütün dünya bir ülke olsaydı onun başkenti İstanbul olurdu” diye bir ifadesi var. Dolayısıyla burada, İstanbul gibi bütün dünyanın başkenti olabilecek kültürel ve tarihi özelliklere sahip bir şehirde birlikte olmanın mutluluğu içerisindeyiz. Yine biraz daha genişletirsek perspektifi bir başka düşünür de “Dünyanın tüm felsefe ve kültür birikimi üç şehirdedir. Bunlar Pekin, İstanbul ve Kahire” demiştir. Biraz daha genişletirsek perspektifi yine bir başka sosyolog “Güneyin insanlarının çok üretken fakat uygulama alanlarında sevk ve idareleri zor olan insanlar (sosyolojik nitelikleri itibariyle), kuzeyin insanlarının ise fikirsel üretimde biraz daha zayıf fakat uygulama alanlarında sevk ve idareleri çok daha kolay insanlar” olarak tarif etmektedir. Bu iki özellik Asya ülkelerinin tamamında ya da tamamına yakınında bulunduğu için de Bütün medeniyetler Asya’dan çıkmıştır” diye bir ifadesi var yine bu sosyologun. Ben konuşmamı bundan sonrası için üç başlığa ayırdım; Asya’nın potansiyeli, Tehditler ve Perspektifler olarak çok kısa arz etmeye gayret edeceğim ki akademik bölümlere, delegasyon tebliğlerine geçebilelim. Asya deyince benim aklıma gelenleri şöyle özetlemek istiyorum, dünya nüfusunun %56’sı, İslam dünyasının tamamına yakını, Türk dünyasının tamamı, en önemli enerji kaynaklarının çok büyük bir kısmı, alternatif enerji kaynaklarının yine çok büyük bir kısmı, bütün stratejik kavşakların yine büyük bir kısmı, yükselen yeni devler, yeni ülkeler ve tarihin seyri içerisinde önlenemez sosyolojik bir yükseliş. İdealizme ve refaha aç milyarlarca insan. Bunlara benzer bir çok perspektifi ve potansiyeli içerisinde barındıran Asya için 24 ülkenin katımlımıyla dostluk,kalkınma ve işbirliği perspektifinde bir aradayız. Yine biraz belki felsefi olacak belki sosyolojik bir değerlendirme olacak ama duygusal zeka Asya, matematik zeka Batı; kalp Asya, beyin Batı; ruh Asya, beden Batı gibi tanımlamalar da yine sosyologlar tarafından yapılmaktadır. Tabi bunlardan hangisinin diğerinin daha fazla yönlendirdiği ya da hangisinin daha yaşanabilir bir dünyaya sebep olduğu tartışılabilir, konuşulabilir.

Asya ile ilgili tehditler olarak ta; özellikle Orta Doğu merkezli gelişen olaylar, son günlerde yaşadığımız İran’la ilgili sıcak gelişmeler ve bunların muhakkak barış ve diplomasi yoluyla çözülmesini isteğimiz, Hindistan ve Pakistan arasındaki süre gelen anlaşmazlıklar ve bütün Asya ülkelerinde söz konusu olabilecek etnik ve siyasi manipülasyonla özellikle dışardan dayatılan demokrasi talepleriyle oluşturulan stratejik boşlukların farklı unsurlar tarafından doldurulma tehlikesidir. Bu anlamda bütün Asya ülkelerine düşen herhalde kimse bir şey dayatmadan kendi dinamikleri içerisinde özgürlük ve demokrasi kavramlarını genişletmeleridir. Yine sayabileceğimiz tehditler, Çin-Tayvan gerginliği, tarihten kaynaklanan problemler nedeniyle Çin-Japonya gerginliği ve Çin’in son dönemde göstermiş olduğu ekonomik gelişim ve atak, dünya pazarlarına girişi; bu bir tehdit değil tabi ki ben tehdit olarak arz etmiyorum fakat şöyle bir tespit yapmak istiyorum. 1870’lerden sonra Almanya’nın gelişmiş ülkeler pazarına, gelişmiş ülkeler ligine girmesiyle Çin’in dünya pazarları arasına girmesi arasında çok ciddi benzerlikler buldum ben. Bu anlamda aynı hataların tekrarlanmaması açısından Çin’in de muhakkak inceliyorlardır ama bu toplantı vesilesiyle bu Almanya örneğini incelemelerini arz ediyorum, tavsiye ediyorum. Bir de bütün dünyayı etkilediği gibi Asya’yı da olumsuz etkileyen ekolojik değişiklikler, bunları da yine tehditler bölümünde sayabiliriz. Burada Asya’nın önlenemez sosyolojik yükselişi içerisinde dünya sahnesine çıkışında nasıl bir perspektif sahibi olması gerekiyor diye baktığımızda, farklı olabilmesi için, alternatif olabilmesi için, insanlara refah ve özgürlük ve yaşanabilir bir dünya sunması için nasıl bir perspektife sahip olması gerekiyor diye baktığımızda özellikle kendi temel referanslarında yola çıkan bir anlayışın söz konusu olması gerektiğini düşünüyorum. Bu bütün ülkeler için, her hangi standart bir paket yok çünkü burada çok dinli, çok kültürlü, çok değişik etnik ve siyasi görüşlere mensup ülkelerin yaşadığı bir coğrafyadayız. Bir de en önemlisi batıdaki insan sosyolojisini bugün acizane kanaatime göre bitirme noktasına gelen tüketim kültürü üzerinde çok ciddi, yine kendi temel referanslarından yola çıkarak tedbirlerin ve davranış kalıplarının geliştirilmesi gerektiğidir. Çünkü bu çürüyen sosyolojinin meydan getirdiği teknoloji binlerce belki onbinlerce yılda olamayan tahribatı yaparak son yüzyıl içerisinde dünyayı yaşanamaz hale getirmiştir.

Artık kıyamet senaryolarının konuşulduğu bir döneme geldik. Bu anlamda bizim dünyayı da tahrip etmeden, dünyaya da zarar vermeden, dünyayla ve dünyayı oluşturan unsurlarla barış içerisinde bir hayat tarzı geliştirmemiz gerekiyor. Kişileri ya da kurumları üstün yapan şey güç ve adaletin dengede olmasıdır. Hangisi olumsuz anlamda diğerinin önüne geçerse orada yozlaşma ve çürüme başlamış, oradaki sistemler iflas etmiş, insanlar ezilmeye ve yanlış hareketlere maruz kalmış demektir. Onun için bütün kişi ve kurumlarda bizim temel referansımızın güç ve adaletin doğru ellerde olması gerektiğidir. Güçlü olanın sadece haklı olduğu bir anlayışın getirdiği felaketler birçok örnekleri ile önümüzde durmaktadır. Bütün inançlara özgürlük, ülkelerin sistemlerine zarar vermeden yine Asya’nın perspektifi olmalıdır. Burada söylenebilecek en önemli şey de hani dedik ya ruh Asya’dır, efendim kalp Asya’dır, duygusal zeka Asya’dır diye burada bizim doğu olarak, Asya olarak çok fazla suistimale uğradığımız ve zaman zaman kontrol edemediğimiz bir özelliğimiz var, bu da “husumet ve heyecanımızı çoğu zaman aklımızın önüne geçiriyor”. Dolayısıyla bu bizim manipüle edilmemize ülkelerimizin acı çekmesine çok büyük felaketlere yol açıyor. Bu anlamda, bu perspektif içerisinde husumet ve heyecanımızı aklımızın önüne geçirmememiz konusunda da prensip olarak çok düşünmeliyiz.

TASAM 23-24 Kasım 2005 tarihlerinde yine cumhuriyet tarihimizde ilk olan I.uluslararası Türk Afrika kongresini düzenlemişti. 13-14 aralık 2006 tarihinde bunun ikincisi üzerinde çalışmaları devam ediyor. Muhtemelen konu başlığı Sahraaltı Afrika olacaktır. Yine şu anda birincisini icra ettiğimiz 1.Uluslararası Türk Asya Kongresi’nin ikincisi yine 2007 Mayıs ayında inşallah tekrar düzenlenecektir. Gelinen noktada bu çok nitelikli katılımlar ve katılımcılarla düzenlediğimiz ve gerçekten çok özel olduğuna inandığımız bu toplantıya tekrar teşrifinizden ötürü teşekkür ederim. Böylesine ciddi bir organizasyonda oluşabilecek hatalar içinde peşinen affınızı istirham eder, özür dilerim. Beni dinlediğiniz için şükranlarımı arz ederim. Sağ olun, varolun efendim.