Medyada son yıllarda iyice artan tekelleşme ve yoğunlaşma olgusu ciddi şekilde tartışma konusu olmaktadır. Radyo ve televizyon yayıncıları arasında sahiplik ve sermaye entegrasyonu şeklinde gerçekleşen ilişki biçimi “yatay medya yoğunlaşması” şeklinde adlandırılırken, televizyon ve radyo yayıncıları ile program üreten firmalar ve dağıtım pazarları arasındaki sahiplik ve sermaye ilişkisi “dikey medya yoğunlaşması” olarak tanımlanmaktadır. Televizyon ve radyo yayıncıları ile yazılı basın ve internet sağlayıcıları gibi medya unsurları arasındaki sahiplik ve sermaye ilişkisi ise “çapraz medya yoğunlaşması” şeklinde adlandırılmaktadır.

Dünya medyasında yukarıda sıralanan üç yoğunlaşma ve tekelleşme biçimine de rastlanmaktadır. Türkiye’deki duruma bakıldığında, medya sahiplerinin sektörün hemen her alanında faaliyet gösterdiği görülmektedir. Televizyon sahibi olan medya patronlarının aynı zamanda radyo sahibi olması, gazete ve dergilerinin bulunması, ayrıca dağıtım şirketlerinin de olması dikkat çekmektedir. Aynı medya sahiplerinin, bununla da yetinmeyip program üreten/dağıtan şirketler kurmaları, reklam pazarlama işine soyunmaları da medyada yoğunlaşmayı artırmaktadır. Bunların yanı sıra, medya sahiplerinin medya sektörü dışında da finans başta olmak üzere stratejik alanlarda yatırım yaptıkları da bilinmektedir.

Medyanın çok önemli bir güç haline geldiği dikkate alındığında, medya sahiplerinin hem medya sektöründe hem de medya dışı stratejik alanlarda devasa ekonomik güce sahip olmaları, beraberinde pek çok sakıncalı durumu da getirmektedir.

Her şeyden önce, medya dışı alanlarda yatırım yapan medya sahiplerinin mutlaka siyasal iktidar ile “iş ilişkisi” bulunmaktadır. Böyle bir ilişki biçiminde, ya medya sahipleri ellerinde bulundurdukları “medya gücünü” kullanarak menfaat sağlama yoluna gidebilmekte, ya da siyasal iktidarlar “medyayı kontrol altında tutabilmek amacıyla” medya sahipleri lehine kuralları zorlayan birtakım işlemler yapabilmektedirler.

Her iki durumda da medya/siyaset ilişkisinde etik dışı durumlar ortaya çıkmaktadır. Medyada tekelleşme olgusu arttıkça ve medya sahiplerinin medya dışı alanlarda faaliyet göstermeleri devam ettikçe, bu etik kurallara aykırı davranış biçimlerinin süreceği bilinmelidir. 

Türkiye özeline bakıldığında, ülkemizde medya gücünün demokratik toplumlarda olması gerekenden çok daha fazla bir gücü elinde bulundurduğu, hem siyaset hem de ekonomi alanlarında çok etkin olduğu görülmektedir.

Türkiye’de medya sektörünün özellikle son yıllarda kârlı bir sektör olmaktan çıktığı, reklam gelirlerinin azaldığı, hatta bazı büyük medya organlarının yüklü borçlarının olduğu da bilinmektedir.

Buna rağmen kimi medya sahipleri, kâr etmedikleri medya sektörünü terk etmemekte ısrarcı davranmaktadır. Bunun nedenlerinden başlıcası, ellerindeki medya gücünü, medya dışı faaliyetleri için siyasi erkin üzerinde adeta bir “yaptırım aracı” olarak kullanmak istemeleridir.

Yine Türkiye özeline bakıldığında medya sektörü 1990’lı yıllardan sonra siyasal iktidarın verdiği kredi ve teşviklerle çok büyük yatırımlar yapmış, devasa tesisler kurmuş, pek çok yeni teknolojiyi medya sektöründe kullanmaya başlamıştır. Bunlar yapılırken bir yandan da amansız bir rekabet ortamı gelişmiş; promosyon kampanyaları birbirini izlemiş, sonuçta medya sektörü büyük bir çıkmazın içine girmiştir.

Medyanın girdiği çıkmazın okuyucu cephesine bakıldığında, öncelikle medyanın toplum üzerindeki inandırıcılığı azalmış, promosyon kampanyaları gazeteleri adeta tabak-çanak satan işyerlerine dönüştürmüştür. Son yıllarda gazetelerin kültür ağırlıklı promosyonlara yöneldikleri görülse de geçmişte açılan yaranın olumsuz etkileri halen devam etmektedir.

Medyanın karşı karşıya bulunduğu çıkmazın sektör cephesine bakıldığında ise alınan teşvik ve kredilerle medyanın adeta “iktidar bağımlısı” bir görüntü verdiği görülmektedir.

Medya sektörüne iktidar tarafından sağlanan kolaylıklar ve önemli olanaklar, bir süre sonra siyasal iktidarın medyayı yönlendirmesi, kontrol altına alması şekline dönüşebilmektedir. Yayın politikalarını bile olumsuz etkileyen bu uygulama, medyanın halkı bilgilendirme, kamu gözcüsü rolünü yerine getirme ve eleştirel bakabilme işlevlerini köreltmektedir.

Türkiye’nin medya/siyaset ilişkisini yeniden düzenlemeye ve demokratik ülkelerde olması gerektiği gibi yapılandırmaya acil ihtiyacının olduğu görülmektedir.