Doç. Dr. Emre Bağce
Antik Yunan kent devletlerinin demokrasi deneyimi birkaç açıdan günümüz demokrasileri ve yerel yönetim uygulamaları için ufuk açıcıdır. Antik Yunan kent devletlerinin demokrasi deneyimi birkaç açıdan günümüz demokrasileri ve yerel yönetim uygulamaları için ufuk açıcıdır. Bir defa, adından anlaşıldığı üzere kent devleti veya polis günümüz devletleri ile karşılaştırılmayacak ölçüde küçük bir ülkeye ve nüfusa sahiptir. Batı Anadolu, Yunanistan ve Güney İtalya’yı kapsayan alanda irili ufaklı yüzlerce kent devleti bulunur. Her bir kent devletinde ortalama 10 ila 50 bin yurttaş yaşar. Kent devletinde demokrasinin geliştiği dönemde doğrudan demokrasi modeli uygulanır; bunun yanı sıra, çoğunlukla kura ile seçilen temsilcilerin yer aldığı konsey veya meclisler de bulunur. Bu uygulamalar, günümüz yerel yönetimlerindeki toplumsal katılım eğilimleri ile karşılaştırılabilir ve Antik Yunan örnekleri göz önüne alınarak yeni uygulamalar da geliştirilebilir. Ancak Antik Yunan bu saydıklarımızla ilgili olmakla birlikte, özellikle yönetimlerin sürekli yüz yüze kaldığı bir sorunu ele alışı ve ona yönelik çözüm arayışıyla da dikkat çekicidir. Aslında tam da bu çözüm arayışının bir sonucu olarak demokrasi deneyiminin ortaya çıktığı ve geliştiği söylenebilir. Aşağıda ayrıntılarına yer verileceği üzere, Antik Yunan kent devletinde ana sorunlar ve çözüm arayışları esas itibariyle siyaset ve ekonomi arasındaki çoğunlukla gerilimli ilişkiden kaynaklanmıştır. Bu sorunlu ilişki biçimi bugün de çözüme kavuşmuş değildir. Peki sorun nedir? Gianfranco Poggi’nin ifadesiyle siyasetin dinamiğinin eşitlik, ekonominin ise eşitsizlik yönünde işlemesidir. Antik dünya bu sorunu nasıl yaşamış ve demokrasi deneyimi ile nasıl aşmaya çalışmıştır?
M.Ö. 12. yüzyılda Dor saldırıları sonucu Mykene Uygarlığı çökmüş ve güvenlik amacıyla insanlar kentlerden kırlara ve dağlara çekilmiştir. Parçalanma sonucu toplumsal yapı ve ilişkiler birincil yani akrabalık ve kan bağı ilişkilerine göre yeniden şekillenmiştir. Takip eden birkaç yüzyıl belirsiz olduğundan dolayı, Antik Yunan açısından karanlık çağ olarak nitelendirilmiştir. Bunu yeniden toparlanma ve kentsel yaşamın canlanması izlemiştir. Bu dönemde, klan ve kabileler bir araya gelmeye başlamış, zeytin ve üzüm başta olmak üzere tarımsal üretim gelişmiş, ticaret canlanmıştır. Kahramanlık çağı ve feodal aristokrasi olarak adlandırılan bu dönemlerde Homeros’a atfedilen İlyada ve Odisseia destanları ortaya çıkmıştır. Aristokratik dönemin belirgin bir özelliği üretim ve ticaretin gelişmesine bağlı olarak, insanlar arasındaki toplumsal farklılıkların artması ve ekonomik çatışmaların baş göstermesidir. Bu dönemde, borçlarını ödeyemeyenler köle durumuna düşmüştür.
Borç köleliği Atina’da o derece yaygınlaşmıştır ki, buna bağlı olarak toplumsal çatışma ve huzursuzluk vahim boyutlara ulaşmış; borç köleliğini köle ayaklanmaları izlemiştir. İnsanların her an mülklerini kaybedeceği endişesi güvensizliği daha da artırmış; bu koşullarda orta sınıf veya tabaka hızla erimiştir. Şiddetlenen çatışmalar, çözüm arayışlarını da beraberinde getirmiştir. Ancak ilk arayışlar kalıcı çözümden çok her ne pahasına olursa olsun aristokrasinin çıkarlarını gözetecek bir nitelik taşımıştır. Bu çerçevede, Atina’da altı yargıçtan ya da arkhondan biri olan Drakon düzeni sağlayacak yasalar yapmakla görevlendirildi. M.Ö. 624’te, aristokratların çıkarlarını korumayı amaçlayan; yoksullar ve köleler için ağır cezalar öngören Drakon yasaları uygulamaya kondu. Buna rağmen, toplumsal çatışmalar artarak sürdü ve Drakon yasalarını Solon yasaları ve reformları takip etti.
Drakon yasalarından yaklaşık 30 yıl sonra 594’te Solon reformları uygulamaya kondu. Solon ilk iş olarak borçlarından dolayı özgürlüğünü yitiren yurttaşların borçlarını sildi; borç köleliğini yasakladı. Ticaret ve zanaatların gelişmesini destekledi; ölçü ve tartılarda standartları sağladı. Kendisine ait aşağıdaki dizelerden de anlaşılacağı üzere, toplumsal tabakalar arasında belli ölçüde adaleti sağlamak ve özellikle alt ve üst tabakalar arasında kutuplaşmayı ve çatışmayı önlemek amacındaydı:
“Kimi kötüler zengin, kimi iyiler fakir;
Kimsenin ambarına değişmeyiz onurumuzu:
Onur satın alınamaz bir şeydir,
Oysa para öyle mi, elden ele dolaşır gün boyu.”
Bu çerçevede, toplumsal ve ekonomik tabakaları dört farklı gelir grubuna göre yeniden düzenledi: En üstte yıllık geliri 500 kile olanlar; ikinci tabakada 300 kilelikler; üçüncü tabakada yıllık geliri 200 kile olanlar, ki bu tabakada bulunanların en az bir çift koşum hayvanına sahip olması öngörülmüştür ve en altta da yıllık geliri 200 kileden daha az olanlar ve emeği ile geçinenler yer almıştır –Üçüncü tabakada yer alanların durumunun, Halil İnalcık ve Şevket Pamuk gibi otoritelerin Osmanlı (iktisat) tarihi üzerine yaptıkları çalışmalarda Osmanlı toplumsal sisteminin temeli olarak ortaya koydukları çifthane sistemi ile büyük benzerlik gösterdiğini burada not etmek gerekir. Elbette, Solon yasaları yurttaşlar arasında tam bir eşitlik getirmedi ancak zengin ve fakir arasındaki uçurumu ortadan kaldırmayı ve orta sınıfı güçlendirmeyi amaçladığı kesindi. Kaldı ki, bu yeni tabaka sistemini sürdürmek amacıyla da, ilk üç grubun 6:3:1 oranlarında vergi ödemesi; dördüncü tabakanın ise vergiden muaf tutulması öngörülmüştü.
Solon yasaları kendisinden sonra demokratik düzenlemelerin gerçekleşmesine büyük ölçüde kolaylık sağladı. Bu çerçevede, Atina demokrasisinin kurucusu olarak da anılan Kleisthenes M.Ö. 507’de sistemi demokratik bir temel üzerine oturttu. Kleisthenes yönetime geldikten sonra ana hatlarıyla şu reformları gerçekleştirdi: Kan bağına dayalı kabile örgütlenmesini bütünüyle ortadan kaldırdı ve toprak bağına dayalı mahalle örgütlenmesini getirdi. Atina’yı on yerleşim veya seçim bölgesine (deme veya demos) ayırdı. Aynı şekilde, kan bağı veya veraset yerine, kura ile her bir deme veya demostan 50 kişinin katılımı ile oluşan 500’ler Meclisi’ni oluşturdu. Kleisthenes ayrıca ilk defa M.Ö. 487’de uygulanan ostrakismos olarak da bilinen çanak çömlek mahkemelerini kurdu. Buna göre 6.000’den daha fazla oy alan bir kişi Atina’yı 10 yıllık bir süre için terketmek zorundaydı. Ostrakismosun amacı tiran veya zorba olarak yönetimi ele geçirmeye çalışan ve demokrasiye tehdit olarak görülen kişilerin sürgün edilmesiydi; zamanla kenttte aşırı güç elde ettiği düşünülen tüm yurttaşlar sürgünün hedefi oldu. Bu sistemde, sürgüne gönderilen kişinin mülkiyetine dokunulmamakta, ancak 10 yıl süre ile kentte yaşamasına izin verilmemekteydi.
Kleisthenes reformlarından sonra, Atina en parlak günlerini Perikles döneminde yaşamıştır. Perikles ünlü söylevinde demokrasinin birkaç kişinin değil, tüm yurttaşların katkılarıyla var olacağını, herkesin eşit hak ve yükümlülüklere sahip bulunduğunu, yönetimde yeteneklerine ve liyakatine göre görev alabileceğini dile getirir. Bu çerçevede şunu vurgular:
“Devlet işlerine karışmayanlara, kendi işi gücü ile uğraşan sessiz bir yurttaş değil, hiçbir işe yaramayan biri gözüyle bakıyoruz. Bir politikayı, ancak birkaç kişi ortaya koyabilir, ama hepimiz onu yargılayacak yetenekteyiz. Biz tartışmaya, siyasal eylemin önüne dikilen bir engel diye değil, bilgece davranmanın vazgeçilmez bir ön hazırlığı diye bakarız.”
Perikles; konuşmada eşitlik, siyasal haklarda eşitlik ve katılımda eşitlik konusunda demokratik uygulamaları güçlendirmiştir. Ayrıca yoksul yurttaşların halk meclislerine ve yasama faaliyetlerine katılımını olanaklı kılmak için kendilerine maaş ödenmesini sağlamıştır. Bu uygulama, günümüzde de uygulanmakta olan kamu görevlilerine maaş ödenmesinin temelini oluşturmuştur.
Tartışmaları kısaca toparlamak gerekirse, Antik Yunan kent devletindeki demokrasi deneyimleri toplumsal homojenliği sağlayacak ve kutuplaşma ve çatışmaları önleyecek çözümlerle el ele ilerlemiştir. Sorun iktisadi eşitsizliklerin kendini siyasal alanda göstermesi, siyasal eşitsizliklerin de iktisadi eşitsizlikleri derinleştirmesi olarak belirlenmiştir. Bu çerçevede, Antik dünyada orta sınıfın önemi keşfedilmiş; tüm uygulamalarda alt ve üst sınıfların ortaya doğru çekilmesi amaçlanmıştır. Bu denkleme göre, orta sınıf ne kadar güçlü ise toplumsal yapı o kadar güçlü ve sağlıklı olabilecektir. Kaldı ki, Platon’un ve Arsitoteles’in önerilerinde de aynı hassasiyetler sürdürülmüş ve ölçülülük, adalet ve orta doğru gibi temel kavramlar yoluyla toplumsal barış ve adalet sağlanmaya çalışılmıştır. Yüzyıllar sonra, Rousseau da etkili bir demokrasi için toplumsal ortak paydanın genişletilmesini öngörmüş ve katılımın bunu sağlayacağını ileri sürerek Antik Yunan kent devleti modelinden esinlenmiştir.
Antik Yunan kent devletindeki demokrasi deneyimi günümüzde yerel yönetimlerin başarısını belirleyebilecek başlıca sorun ve çözüm yollarını da gösterir niteliktedir. Bugün de, kent yaşamında yerel yönetimi güçlendirerek aksaklıkların üzerinden gelinmesi mümkün olabilir. Kleisthenes’in yaptığı gibi deme ve demos temeline dayalı Meclisler bugün karşılığını kent konseylerinde, belediye meclislerinde ve il genel meclislerinde göstermektedir. Kaldı ki, Antik Yunan kent devletindeki orta sınıfı güçlendirme ve tabakalar arasında belli bir denge oluşturma çabalarında olduğu gibi, Orta Çağ Avrupasında ve Osmanlı döneminde uygulanan lonca ve çifthane sistemleri de esas itibariyle ekonomik ve siyasal-toplumsal alanlarda bir denge kurmayı amaçlamıştır. Toplumsal tabakaların katılım aracılığıyla güçlendirilmesi ve katılımla birlikte ekonomik koşulların iyileştirilmesi gibi temel noktalar üzerinde durulmaksızın merkezi veya yerel yönetimlerin başarı sağlanması da pek mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla bu tür değerli denklem ve bilgiler bugün için de yol gösterici olabilir.