Medya üzerine yaptığı analizler ile tanınan Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlisi Ragıp Duran, Marketing Türkiye dergisine yaptığı açıklamalarda medya ve reklam sektörü ile ilgili ilginç yorumlarda bulunuyor. Türkiye’de az sayıda çok büyük reklamverenin var olmasının basın özgürlüğüne darbe vurduğuna dikkat çeken Duran, editöryal bağımsızlığının önemine vurgu yapıyor. Ragıp Duran ile yapılan söyleşiyi ilginize sunuyoruz:
– Türk medyasında reklamverenin konumu ve gücü hakkında neler düşünüyorsunuz? Satışla ayakta duramayan bir yayın ne kadar özgür olabilir?
– Türkiye’de az sayıda çok büyük reklamveren var. Bunun bir sakıncası var. Türkiye’deki bazı kuruluşlara göre, son 50 yılda olumsuz hiçbir şey meydana gelmedi. Bu kesinlikle doğruyu ve gerçeği yansıtmıyor. Bunun en önemli sebebi, medyanın reklam bağımlılığı ve reklamverenin de kendisi aleyhine çıkacak haberlere tahammülünün olmamasıdır. Türkiye’de reklam ve editöryel kadro iç içe neredeyse. İkisinin mutlaka birbirinden ayrılması gerekiyor. Ben Fransa, İngiltere, Amerika, biraz da Hollanda’daki durumu biliyorum. Biraz abartarak da olsa gazetenin genel yayın yönetmeni ile reklam müdürünün konuşmadığını bile söyleyebilirim. İki bölüm birbirinden çok ayrıdır ve birbirleriyle alakası yoktur. Son dönemde gazetelerde genel yayın yönetmeninden çok reklam müdürünün etkisi olduğunu görüyoruz. Bu, gazeteciliğin bayılması ve ölüme doğru gitmesiyle doğrudan ilgili. 
– Dünyada reklamverenin bilinçlendirilmesine yönelik ne tür çalışmalar gerçekleştiriliyor?
– Özel sektörün faaliyet alanı olarak gazetecilik, reklamverenden beslenerek bir kamu faaliyeti yürütmeye çalışıyor. Ben Advertising Age’de vakti zamanında okuduğum bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Amerikalı çevreciler, çevre konusunda duyarlılığı yaygınlaştırmak için çeşitli medya kuruluşlarıyla yoğun temasa geçtiler. Yayınlarında çevre duyarlılığına yeteri kadar yer vermeyen, dönüştürülebilir kağıt kullanmayan gazetelere karşı bir tutum geliştirdiler. Reklamverenleri bilinçlendirmek için bir çalışma yürütüyorlar. Amaçları da reklamverenin bir gazeteye reklam verirken, çevreye duyarlı olanları daha sık tercih etmesi ve bu tür yayınları daha fazla desteklemesi aslında.
– Reklamverenin baskısı gazetelerin elini kolunu bağlıyor gibi gözüküyor…
– Gazetelerin, az sayıda büyük reklamveren yerine gerçek anlamda kapitalist ve rekabetçi bir ortamda, kendilerini daha güvenli bir ortamda hissedeceğine inanıyorum. Böyle bir ortam olduğu takdirde, yaptığı haber nedeniyle bir sabun firmasıyla sorun yaşayan gazete, diğer bir sabun firmasıyla reklam ilişkisini sürdürebilir. Sabun sektörü sadece bir örnek ve bu örneği genişletebiliriz. Az sayıda ve büyük reklamverenlerin olması, Türkiye’de basın özgürlüğü açısından önemli bir soruna neden oluyor. Ben medya için reklamveren yerine okur ve genel olarak toplumdan medet umulması gerektiğine inanıyorum. 
– Türkiye geçtiğimiz aylarda bir sınır ötesi harekata imza attı. Siz Güneydoğu’da çatışmaların en yoğun yaşandığı dönemde gazetecilik yaptınız. O dönemle bu dönem arasındaki farklılık ve paralellikleri anlatır mısınız? Savaş, kriz ve çatışma dönemi gazeteciliği hakkında neler düşünüyorsunuz?
– Bu tür sınır ötesi operasyonlar, kriz, savaş ve çatışma dönemleri, medya organlarının gerçek kimliğini berrak bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu dönemlerde gazeteciler, köşe yazarları, editörler ve muhabirler hassas ve özenli davranmak zorundalar. Ortam zaten gergin. Radyoda, televizyonda, bütün kitle iletişim araçlarında ağzımızdan çıkan sözcüklere bile dikkat etmek zorundayız. Her sözcük binlerce, on binlerce bazen milyonlarca kişiye ulaşıyor. Dolayısıyla mevcut gerginliği iyice artırmak ya da o gerginliğin derin anlamlarını incelemek arasında bir karar vermek gerekiyor.
Ne yazık ki Türk egemen medyasının, Türkiye toplumunun dört büyük tabusundan biri olan Kürt sorununda, sınır ötesi operasyonların izlenmesinde ve aktarılmasında geçmişle kıyaslandığında olumlu bir tutum aldığını göremiyorum. Hatta giderek milliyetçi, militarist söylem daha da egemen hale geliyor özellikle yazılı basında. Burada siyasi pencereden bakmıyorum ve işin politik ayrıntılarına girmiyorum. Haklı mıdır, doğru mudur, meşru mudur? Bunlar ayrıca tartışılacak konular. Ben konuya medya açısından bakıyorum.
– Türkiye’de internet haberciliği var mı eğer var ise gidişatı hakkındaki fikirlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
– İki aşırı uç var. Biri internetin her şeyi değiştirdiğini savunuyor. Kitle iletişim araçları ilk çıktıkları zamanlarda insanları büyülediği için, doğa üstü güçlere sahip olduğu gibi efsaneler yaratılıyor. Biz bunlara internet cikslerinin ideolojisi diyoruz. Bir de Fransa, İtalya ve İspanya’da başlayan internet karşıtlığı var. Haklı bir takım sebeplere dayanan bir karşı çıkış bu. İnsanlar aynı odada, iki ayrı masada, birbirleriyle internetten haberleşmeyi tercih eder hale geldiler. Bu iki aşırı uç da doğru değil. Gazetecilik açısından baktığımızda ise eskiden çok uzun zaman harcayarak bulduğumuz gerçeklere çok kısa sürede ulaştığımız bir gerçek.
Her ne kadar internetteki bilginin güvenirliği tartışılsa dahi bizim için çok büyük kolaylık. İnternette en fazla tıklanan siteler, yeni bağımsız küçük bilgi ve haber siteleri değil yine büyük gazetelerin siteleri. Bu bakımdan egemen medya kendini sanal ortamda yeniden üretiyor aslında. İnternet gazeteciliğinde iki önemli unsur var. Biri sürekli güncellenmesi bir de interaktif olması. İnternetin sağladığı olanaklarla gazeteciliğin okurla paylaşılması internet gazeteciliğinin olmazsa olmazlarından aslında. Gazetelerin internette 10 bin kişiyle yazı işleri toplantısı yapma ve manşet belirleme şansları var aslında. Okuyucuyla birlikte haberi işlemek ve oluşturmak ortaya çok kaliteli bir işi çıkarabilir. 

Ragıp Duran’ın Medya ve reklam sektörü ile ilgili söylediklerinden ilginç satırbaşları ise şöyle:


Reklamcı kendini gazeteci sanarsa…
“Son dönemde gazetelerde genel yayın yönetmeninden çok reklam müdürünün etkisi olduğunu görüyoruz. Bu gazeteciliğin bayılması ve ölüme doğru gitmesiyle doğrudan ilgili. PR ve reklamcılık kaçınılmaz olarak, her meslek gibi onurlu mesleklerdir. Fakat reklamcı kendini gazeteci, gazeteci kendi reklamcı, halkla ilişkilerci kendini gazeteci yerine koyunca ortaya büyük bir sorun çıkıyor. Amerika’da sendikaya kayıtlı gazeteci sayısının iki katı kadar halkla ilişkiler çalışanı var. Bu çok garip bir tablo hele de halkla ilişkilerin temel amacının gazetelerde çalıştıkları markanın yer almasını sağlamak olduğunu düşünürsek. Türkiye’de ekonomi servisi adı verilen iş adamları sayfalarının redaktörleri halkla ilişkiler uzmanları haline geldi. Aynı halkla ilişkiler firmasının bültenini birçok gazetede aynı şekilde görmek mümkün.”

Medya ancak vagon olur!

“Medya gerçekten de Türkiye’de kendisini birinci kuvvet sanıyor. Fakat medya bir üst yapı kurumu olması nedeniyle ancak bir fikri ve bilgiyi yeniden üretebilir. Dünyanın hiçbir yerinde ve döneminde medya lokomotif olamamıştır ve olamaz da. Ancak vagon olur, o da sağlam bir lokomotif tarafından çekildiği takdirde. Türk medyası Süleyman Demirel’in görev süresini uzatmaya kalktı mesela. Kemal Derviş’i ikinci Atatürk olarak ilan etmişti. Fakat yapmak istediklerini bir türlü başaramadı. Türk medyası yıllardır Fenerbahçe’yi şampiyon yapmaya çalışıyor. Geçen sene Fenerbahçe şampiyon oldu. Fakat ben takımın geçen sene alnının teriyle şampiyon olduğunu düşünüyorum.”

Gazetecilik reklamcılığın çizgisine ulaşsa!
“Türk reklamcılar dünya çapında büyük başarılara imza atıyorlar. Fakat Türk gazetecilerin dünya çapında büyük başarılara imza attıklarına pek rastlayamıyoruz. Bir tek mizanpaj dalında Zaman Gazetesi ödül almıştı. Fakat jüride Türkçe bilen biri olmadığı için ben de bu ödülü eleştirmiştim. Bana bu nedenle kızmışlardı. Fakat mizanpaj sadece estetik boyutuyla değerlendirilemez. Mizanpajın yarısı estetikse yarısı da içeriktir. Türkçe bilmeyen bir jüri bir Türk gazetesinin mizanpajı nasıl değerlendirir? Benim tanıdığımda reklam dünyasında metin yazarı olan insanlar ajans yöneticisi ya da patronu oldu. O insanları, birçoğuyla farklı siyasi görüşlere sahip olsam da eğitim geçmişleri, kültürel düzeyleri ve çalışma disiplinleri açısından çok başarılı buluyorum. Keşke Türkiye’de gazetecilik, reklamcılığın düzeyine ulaşabilse. Bu şekilde olduğu takdirde, Türkiye’de çok daha başarılı bir gazetecilik çizgisi olacağına inanıyorum.”
Kaynak:
http://www.marketingturkiye.com/BilgiBankasi/Detay/?no=498