Tektipleşme, homojenleşme, bürokratikleşme vb. tüm kavramları bir çatı altında toplayabilir ve bunu “Standartlaşma” veya daha doğru bir ifadeyle “standartlaştırma” olarak ifade edebiliriz. Devlet ve bürokrasi aracılığıyla kapitalizmin tarihinin temel dinamiği hep standartlaşma ekseninde dönmüştür.
Platon Devlet adlı yapıtında, Tyrasymakhos’a şu sözleri söyletir: “Her yönetim, kanunlarını işine geldiği gibi koyar… Bu kanunları koyarken kendi işlerine gelen şeylerin, yönetilenler için de doğru olduğunu söylerler; kendi işlerinden ayrılanları da, kanuna, adalete aykırı diye cezalandırırlar… Adalet her yerde birdir: Yönetenin işine gelendir. Güç de yönetende olduğuna göre, düşünmesini bilen bir kişi bundan şu sonuca varır: Adalet güçlünün işine gelendir”.
Günümüzde devletin ne olup olmadığı ve geleceği üzerinde yoğun tartışmalar yaşanıyor. Küreselleşme, yerelleşme, üniter yapı vb gibi konular da bu bağlam içinde ön plana çıkıyor. Olgular arasında, herkes dilediği gibi, daha doğrusu çıkarına geldiği gibi ilişkiler kuruyor. Bir zamanlar baş tacı edilen bir şey, tarihin acımasız ve trajik seyri içinde ertesi gün tahtından ediliyor.
Bütün bu hengame içinde birkaç tespit yaparak konuya girmenin yararlı olacağını düşünüyorum.
1. Günümüzde her türlü insani ve sosyal ilişki metalaşma eğilimindedir. Yani pazarda alınıp satılabilecek bir şey haline indirgenmekte; alınıp satılabildiği ölçüde ve ancak o kadar bir değere sahip olmaktadır. Yani tüm ilişkiler ve varlık insan-dışı, insanlık dışı bir hal alıyor.
2. Bu süreç hiç kuşkusuz, bir zamanlar Weber’in açıkça tespit ettiği gibi (isterseniz itiraf ettiği diyelim), başka bir şeylerle ele ele ilerliyor: Kapitalizm ve bürokrasi. Weber şöyle diyordu:
“Hesaplanabilir kurallar modern bürokrasi için en önemli [öğelerdir]. Modern kültürün özellikle de onun ekonomik ve teknik temelinin kendine özgülüğü bu yönde “sonuçların hesap edilebilirliğini” gerektirir. Tamamen geliştiğinde, bürokrasi de özel anlamda sine ira ac studio ilkesine dayanacaktır. Bürokrasi, insani boyutunu ne kadar kaybederse, hesaplamadan kaçan aşkı, nefreti, ve tamamen bireysel, irrasyonel ve duygusal öğeleri resmi bürodan uzaklaştırmada ne kadar çok başarılı olursa o kadar mükemmel biçimde gelişir. Bürokrasinin kendine özgü bu erdemi kapitalizm tarafından takdirle karşılanmaktadır”.
3. Öyleyse, kapitalizm ve bürokrasi ya da devlet arasında pozitif bir ilişki bulunuyor. Dahası, metalaşma dediğimiz durum kapitalizm ve bürokrasinin karşılıklı ilişkileri içinde kendine bir yaşam alanı buluyor ve günbegün insanlığı giderek daha da zor çözülebilecek gibi gözüken sorunların, sıkıntıların içine çekiyor.
4. Bu noktada üniter yapı olarak adlandırılan durumun da aslında bürokrasinin ve devletin belli bir türüne karşılık geldiğini görüyoruz. Üniter dendiğinde, akla hemen bir ülke ve bu bağlamda yönetimin veya karar alma mekanizmasının merkeziliği gelmektedir. Birçok tartışma buradan kaynaklanıyor ve farklı yönlerde ilerliyor: Merkeziyetçilik-ademi merkeziyetçilik, bürokrasi-sivil siyaset veya toplum vb tartışmalar da bu alanda yer alıyor. Ancak ben bu tartışmalara girmek yerine daha asıl olduğunu, görüntüden ziyade esas olduğunu düşündüğüm başka bir noktayı ele alacağım. Böylece bu tür tartışmalara neden yüzeysel ve görüntü niteliğinde tartışmalar dediğim de, umuyorum açıklık kazanacaktır.
Öyleyse son bir tespit yapıp onun üzerinde ilerleyelim:
5. Üniter yapı meselesi tektipleşme ile, merkezileşme ile ilgilidir. Bu yüzü ile birçok insana çok soğuk ve ürkütücü gelmektedir. Ancak birçok insan ona karşı çıkarken, onun asıl nedenini görememekte ve hiçbir zaman onu tartışmaya açmamaktadır. Hatta, ironik bir şekilde, farkında olmadan onun, kendisi için öngördüğü dünyada yaşamakta ve ona destek olmaktadır. Bahsettiğimiz karanlık yapıyı çözümlemek için şu soruları sormamız yerinde olacaktır: Kim veya ne insanların tektipleşmesini, homojenleşmesini ister? Bunu hangi nedenlerle ister? Elbette bu sorulara onlarca yanıt verilebilir veya dudak bükülüp geçilebilir. Dudak büküp geçmek olanı olduğu gibi sorgulamadan kabul etmek anlamına gelir elbette. Son bir soru daha sormak yerinde olacaktır: Bu asıl nedeni veya aktörü ortaya çıkarmadan, onu teşhir etmeden günümüz dünyasının irrasyonelliklerini, savaşlarını, rekabetlerini, yıkımlarını, vahşetlerini, ekolojik felaketlerini anlamak ve bunlara çözüm üretmek mümkün olabilir mi?
Hemen başta belirtelim, aslında tüm sorun ve yanıt yukarıdaki tespitler içinde, özellikle de Weber’in yanıtında bulunmaktadır. Öyleyse, tektipleşme, homojenleşme, bürokratikleşme vb. tüm kavramları bir çatı altında toplayabilir ve bunu “Standartlaşma” veya daha doğru bir ifadeyle “standartlaştırma” olarak ifade edebiliriz. Devlet ve bürokrasi aracılığıyla kapitalizmin tarihinin temel dinamiği hep standartlaşma ekseninde dönmüştür. Birkaç örnek; tarihsel olarak eğitimin yaygınlaştırılması, kitleselleştirilmesi standartlaşmanın bir işaretidir, düzenli orduların kurulması standartlaştırmanın bir parçasıdır; kılık kıyafetin düzenlenmesi ve tektipleştirilmesi standartlaşmanın bir gereğidir; ölçü-tartının ve dahası takvimin ve zamanın tektipleştirilmesi ve yaygınlaştırılması standartlaştımanın ve denetimin, gözetimin bir parçasıdır. Kısacası standartlaşma veya standartlaştırma yoluyla zaman-mekan denetim altına alındığı gibi, bunun bir parçası olarak tüm varlık ve varlıklar arasındaki her türlü ilişki de denetim altına alınmakta ve yönlendirilmektedir. Bütün bunların bir sonucu olarak insanlık tamamen kendisi dışındaki tüm diğer varlıkları tanımlamakta, incelemekte, adlandırmakta, sınıflandırmakta, onların gizlerini, sırlarını çözerek onları model ve kaynak olarak kullanmaktadır. (Bir not: Belgesel olarak adlandırılan filmlerin içeriğine ve işlevine bu noktada daha eleştirel bakılması gerekmez mi?). Kısacası insanlık kendisi dışındaki tüm doğayı ve varlığı metalaştırdığı gibi, ikinci bir aşamada insanların bir kısmı diğerlerini de bu sürecin içine katmaktadır. Onlardan kendisini koruyabilmek için, onlardan yararlanabilmek için onları kullanabilmek ve denetleyebilmek için onları eğitiyor, onlara belli bir bilinç ve kimlik veriyor, onları tanımlıyor, onları standartlaştırıyor, kendi kurallarının herkesin kuralıymış gibi algılanmasını sağlıyor. Onlar üzerinde toplum mühendisliği projeleri uyguluyor; onları yüzdelere vuruyor, yüzdelerle ifade ediyor, böylece insanları birbiri yerine ikame edilebilir sayılar, rakamlar haline getiriyor.
Standartlaşma sayesinde dünyanın bir köşesindeki herhangi bir kişi rahatlıkla dünyanın diğer köşelerini tanıyor, biliyor, oralarla ilgili işlemler yapabiliyor, tasarrufta bulunabiliyor. Standartlaşma sayesinde teknoloji baş döndürücü bir hızla gelişiyor, sömürü mekanizmaları kurulabiliyor ve sürdürülebiliyor. Halbuki ironik bir şekilde günümüzde insanlar övünç duyarak ISO standartlarından ve kalitesinden söz edebiliyorlar. Maalesef bu süreçlerde “insan hakları” ve “demokrasi” dahi standartlaşma yoluyla paranteze alınmaktadır. Standartların derinliklerinde hangi etmenlerin yattığı ise kesinlikle görülmüyor, bilinmiyor, konuşulmuyor. Standartlaşmanın metalaşmayı yaygınlaştırdığı ve dünyanın büyüsünü bozduğu umursanmıyor. Kaldı ki, standartlaşmayı anlamadan veya dikkate almadan devletin, bürokrasinin veya yönetimlerin niteliğini belirlemek, bunlar üzerinde tartışmak da beyhude görünüyor.