Küreselleşme sürecinde stratejik iletişimin gücünün nasıl kullanılacağını bilmek çok büyük önem taşımaktadır. Siyaset de, ticaret de sonunda iletişimin stratejik yönetiminden etkilenmektedir. Doğru zamanda, doğru kararı almak, bilgiyi etkin kullanmak, proaktif davranmak küresel rekabette hem ülkelere hem de şirketlere büyük üstünlükler sağlamaktadır.
Stratejik İletişim Yönetimi Niçin Önemlidir?
Stratejik İletişim Yönetimi, uygulanacak “iletişim politikalarının” belirlenmesine ve bir “yol haritası” çizilmesine rehberlik ettiği için önem taşımakta; hedef kitleye verilecek “mesaj”ın içini doldurarak “ne” söylenileceğini saptamakta; el yordamıyla yapılan iletişim çalışması yerine “neyi”, “nasıl” ve “niçin” yaptığını bilen bir vizyon ortaya koymaktadır.
Küreselleşme sürecinde kitle iletişim araçlarının gelişmesi, kitlelere ulaştırılan mesajların hem içeriğinde, hem de şeklinde önemli değişikliklere yol açmıştır. Kitle iletişimi çeşitlenmiş, iletişim süreci karmaşıklaşmış, hedef kitle daha da parçalı bir hale gelmiştir.
Stratejik İletişim Yönetimi, karmaşıklaşan kitle iletişim sürecini çözecek “decoder” görevi görmektedir. Reaktif değil, proaktif davranmayı gerektirmektedir. Sorunlar oluştuktan sonra çözüm aramak yerine, sorun oluşturacak zayıf noktaları belirleyip buraları güçlendirerek, sorunları kaynağında çözmeyi hedeflemektedir.
Stratejik İletişim Yönetimi, günübirlik değil, uzun soluklu çalışmalar yapmaktadır. Kalıcı ve sağlıklı olan, aynı zamanda da başarının yolunu açan bu yaklaşımdır. Stratejik İletişim Yönetimi, hedef kitleye verilen mesajların etkinliğini ölçmekte, algılanma oranlarını belirlemekte, eğer yanlış anlaşılan ya da yeterli etkiyi bırakmayan söylemler varsa, bunları anında değiştirerek, hedef kitlenin yanlış bir algılama içine düşmesini önlemektedir.
“Ülke İmajı” mutlaka yönetilmelidir
İşletmeler açısından baktığımızda küreselleşme sürecinde başarılı olabilmek için rekabete dayalı bir “vizyon”, değişime duyarlı bir “yönetim anlayışı” ve fark oluşturabilen bir “işletme kültürü” gerekmektedir. “Değer oluşturabilmek” için ise güçlü bir marka ve kurum imajına sahip olmak zorunludur. Marka ve kurum imajı, hedef kitlelere “değer sunarak” rekabetüstü olmanın yolunu açmaktadır. Güçlü bir marka ve kurum imajı oluşturabilmenin yolu da, sunulan ürün ve hizmet başta olmak üzere, teknolojide, müşteri memnuniyetinde, toplumsal sorumluluk ve kalitede ortaya “fark” koyabilmekten geçmektedir. İşte bu “farkı” oluşturabilmek için güçlü bir “kurum imajına” sahip olmak gerekmektedir.
Aynı şey ülkeler için de geçerlidir. Küreselleşme sürecinde ülkeler de kendi yönetim anlayışlarını şeffaf bir şekilde ortaya koyabilmeli, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda kendi kültürlerini oluşturabilmeli, “değer oluşturma” yönünde çaba harcamalıdırlar. Tıpkı kurumların imajı gibi, ülkelerin de kendi imajları bulunmaktadır. Diğer ülkelerin bizi nasıl “algıladıkları” büyük önem taşımaktadır.
Türkiye’nin dünya kamuoyunda önemli bir “yanlış algılanma” sorunu vardır. Türkiye hakkında pek çok eksik ve yanlış bilgi bulunmakta, bu yanlış bilgiler zamanla “yanlış kanaatlere” dönüşmektedir. Yanlış kanaatlerin düzeltilmesi ise çok uzun süreler almaktadır.
Bu da Türkiye’nin ülke imajının “yönetilmediği” gerçeğini ortaya koymaktadır. Türkiye hakkındaki yanlış bilgi, algı ve kanaatler ancak stratejik iletişim yönetimi sayesinde olumlu yönde etkilenebilir. Özellikle Avrupa Birliği üyeliği sürecindeki Türkiye’nin iletişimin stratejik kullanımına çok acil ihtiyacı vardır.
Peki Türkiye Ne Yapmalıdır?
Türkiye öncelikle şimdiye kadar neleri yanlış yaptığını, neleri eksik bıraktığını, dünya kamuoyunda nasıl algılandığını dürüstçe, hiçbir komplekse kapılmadan tespit etmelidir. Yani bir nevi “hasar tespit çalışması” yapılmalıdır.
Bu çalışma, soruna “teşhis konulması” açısından da önem taşımaktadır. Sorun saptandıktan sonra, Türkiye’nin imajının oluşturulmasının sadece “devlet kurumlarının ya da siyasal iktidarın” görevi olmadığı gerçeğinden hareketle, bu konuya toplumun bütün katmanları dahil edilmelidir.
Türkiye’nin dünya kamuoyunda doğru algılanmasında sanatçıların da akademisyenlerin de, sporcularının da, sivil toplum örgütlerinin de önemli katkıları olacaktır. Türkiye sahip olduğu insan kaynağı potansiyelini harekete geçirerek, doğru algılanacağı bir çerçeve oluşturmalıdır.
Türkiye stratejik iletişim yönetiminin sağladığı imkanları kullanarak kime hangi mesajı vereceğini ve seçtiği hedeflere ulaşmada kullanacağı araçları doğru belirlemelidir.
Türkiye’nin küreselleşen dünyada yol haritası olacak bir “stratejik iletişim planı” yoktur. Bu plan olmadan belirlenen hedeflere ulaşmanın imkanı da yoktur!
Türkiye AB üyeliğine hazırlanırken, müzakere edeceği konulara elbette iyi hazırlanmalı ama, hepsinden önce nasıl bir iletişim stratejisiyle yola çıkacağına karar vermelidir. Pusulasız yola çıkan Türkiye’nin yönünü kaybetme ihtimalinin oldukça yüksek olacağı unutulmamalıdır