Bu dizi yazıda siyaset ve medya ilişkisi üzerine odaklanarak, daha çok siyasilerin medya içeriklerinde yer alabilmek için uyguladıkları kimi teknik ve taktiklere yer vereceğim. En çok da ABD hükümetlerinin medya yönetimine ilişkin uygulamaları üzerinde durarak, bu işin nasıl yapıldığına dair fikirlerin oluşmasına katkıda bulunmaya çalışacağım.
İletişim araştırmalarına göre medya yönetiminde dünyada en başarılı aktör ABD Başkanı’dır. Başkan’ın ulusal konuları gündeme getirmedeki gücü, Kongre’den daha fazladır. Çünkü Başkan tarafından yapılan konuşmalarda herhangi bir konuya verilen siyasi önem, o konunun ulusal gündeme yerleşmesini sağlamaktadır. Ancak Beyaz Saray’ın medya yönetimi, yalnızca gündemi belirlemekle sınırlı değildir.
Bu dizi yazıda, yeri geldikçe, Beyaz Saray’ın medya yönetiminin ayrıntılarına değineceğim. Bu sayede de siyasi aktörlerin medyayı nasıl yönettiklerini ya da yönetmeye çalıştıklarını sizlere anlatacağım. Sanırım dizinin sonunda siyasiler, medya yönetiminin nasıl olması gerektiği konusunda düşünmeye başlayacaklar, seçmenler de medya içeriklerine daha farklı bir gözle bakmaları gerektiğini bir kere daha inanacaklar.
Pek çok siyaset bilimi ve siyasal iletişim kitabında değinilmekte olan bu konulara ilişkin yazacaklarım hakkında şimdiden iki temel kitabı sizlere tanıtayım: W. Lance Bennett’ın “Politik İllüzyon ve Medya” adıyla Seyfi Say tarafından Türkçe’ye çevrilen ve 2000 yılında Nehir yayınları tarafından çıkarılan kitap ve benim Çizgi Kitabevi tarafından 2001 yılında yayımlanan “Medyanın Gündem Belirleme Gücü” adlı kitabım.
ORTAK YAŞAMA İLİŞKİSİ
Öncelikle siyaset ve medya ilişkisini en temel başlıklarıyla özetleyerek konuya başlayalım.
Siyasiler ve medya arasındaki ilişki çeşitli biçimlerde tanımlansa da en dikkat çekeni “karşılıklı çıkar” ya da “ortak yaşama ilişkisi” noktasında düğümlenir. Kamuoyu ya da seçmenler tarafından toplumsal sorunlara ilgi göstermeye ve medyanın ifade ettiği sorunlardan sorumlu tutulmaya itilen siyasiler, medya tarafından da haber içeriklerinde “kaynak” olarak kullanılmaktadır.
Medya, haber kaynağına ulaşmak istemekte; siyaset adamı ise seçmenlerinin desteğini kazanabilmek ve yeniden seçilebilmek için kendi demeç ve eylemlerinin haber yapılmasını arzu etmektedir. Bu nedenle her ikisinin ihtiyaçları bu boyutuyla uyum içinde gözlenir.
Ancak siyasiler için medyada görünür olmak kadar, medya içeriklerinde kendileri hakkında “ne denildiği” de önemlidir. Medya ve siyaset adamı ilişkisinde, siyaset adamının amacı, bir şekilde haber içeriklerine siyasal yargı katıp, kamuoyunun desteğini kazanmaktır. Başka bir deyişle kendisi hakkında “pozitif” tutum içeren haberlerin yayınlanmasını sağlamaktır. Medya ise daha çok “atlatma” yani diğer yayın kuruluşlarında olmayan haberin peşindedir ya da en azından “atlatılmama” mücadelesi içindedir.
Medyanın “atlatma” haber yakalama telaşı çoğu zaman “oltaya yem takmış” siyasilerin de işine gelir. Gizli ya da açık haber kaynağı olarak siyasiler, kimi zaman kimi habercilere verdikleri ya da “sızdırdıkları” bilgilerle haber içeriklerinin şekillenmesinde ve bazen gündemin değişmesinde etkili olur.
Sürekli aynı siyaset cephesinden “beslenen” medya kuruluşları bir süre sonra “yandaş” ya da “yanlı” olmakla ve toplumsal sorumluluk yaklaşımı çerçevesinde beklenen haberciliğin objektif ya da tarafsızlık ilkesine uymamakla suçlanır.
Çoğunlukla “manipülasyon” yani yönlendirme içeren “özel” haberler, kimi zaman da gerçek dışı, yalan ya da yanlış çıkar. Ancak doğrunun anlaşılabilmesi zaman alacağı için “yanlış haber” genellikle “işini yapmış” sayılır. Çünkü medyada yayınlanmış olan “özel yanlış haberin” yarattığı dalga gücü, bu dalganın üzerine konulan sörf tahtasını istediği yere götürmüştür ve onu geri almak o kadar da kolay değildir. “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” ya da “çamur at izi kalır” deyişleri boş yere değildir…
Şimdi geçmişte yaşanmış kimi olayları düşünebilirsiniz. Medya gündemini günlerce işgal eden, ancak sonunda doğru olmadığı anlaşılan kaç olay hatırlıyorsunuz? Bunları isterseniz ben yazmayayım. Ama birini hatırlatayım: Irak eski lideri Saddam Hüseyin’in El Kaide ile bağlantı içinde olduğu ve nükleer silah sahibi olduğuna ilişkin haberlerin gerçeği yansıtmadığını artık hepimiz biliyoruz.
SİYASET SANATINDA USTALIK
Bennett’ın ifade ettiği gibi eğer siyaset bir sanatsa, bu sanattaki en büyük ustalık, kamuoyunu ikna edebilme ya da kamuoyunun rızasını sağlayabilme başarısında yatar. Bu ustalığın en önemli yönü ise dikkatleri “doğru” ya da “gerçek”ten çok “daha anlaşılır olana” çekme becerisidir. Bu nedenle de siyasette “imaj” neredeyse her şeydir.
ABD’li ünlü yazar, gazeteci ve siyaset uzmanı Walter Lippmann’ın 1920’lerde söylediği gibi “bir kimsenin yaşamadığı bir olay hakkında sahip olabileceği biricik duygu, o olayın zihinsel tasavvuru aracılığıyla canlandırdığı duygudur” ve çoğunlukla bu duyguya ilişkin izlenimler medya aracılığıyla oluşmaktadır.
Siyasal imajlar dünyası çoğunlukla tahmin edilebilir sembolik dönüşümler sonucu kurulur. Bu imajlar genellikle sembollere, basmakalıp konulara, standart sloganlara ve “bayat” söylemlere dayalıdır.
Medya ise insanların, gerçekliğin imajını gösterdiği şey olduğuna inandırmaya yarar. Egemen siyasal imajlar, öyle bir dünya var olmasa bile, bizzat kendi imajı içinde bir dünya meydana getirebilir.
Sonraki yazıda siyaset adamları için başarılı imaj üretiminde dikkat etmeleri gereken kimi unsurlar üzerinde duracağım.