‘Size haftalarca Belçika siyasal ve ekonomik tarihini anlatacağım. Bunu bir Avrupa tarihi laboratuvar çalışması olarak görün’. Yirmibeş küsur yıl önce Brüksel Üniversitesi’nde derse böyle giriş yapmıştı Prof. Andrè Miroir. Biz de “koskoca Avrupa’yı ve uluslararası ilişkileri öğrenmeye çalışıyorken, bu yerel mevzu da nereden çıktı?” diye sorgulamıştık hocamızı. Yanılmıştık.
Belçika 2010 yılının ikinci yarısına AB Dönem Başkanı fakat hükümet krizi içinde bir ülke olarak giriyor. 13 Haziran seçimlerinde ülkenin Flamaya olan federal bölgesinde ayrılıkçı parti yüzde 30 oy aldı. Flamanlar daha kalabalık ve daha zengin. Ayrılıkçılar ülkenin diğer yarısı olan Valonlarla ortak bütçe istemiyorlar. Brüksel’in kimliği de sorun. Brüksel beş açıdan bir başkent. Belçika Krallığı’nın, bu ülkenin Brüksel Bölgesi’nin, ve de yine aynı ülkenin Flamanya Bölgesi’nin başkenti. Ayrıca Avrupa Birliği ve NATO’nun merkezi.
Durumu anlamak için, tekrar da olsa, yine tarihe gidiyoruz. Demokrasilerin doğuşu, Kilise’ye karşı laik hareketler, sanayi devrimi, ulus-devlet, sömürgecilik ve Avrupa Birliği tarihine.
‘Alçak Ülkeler’
Fransa’da Normandiya’dan kuzeye, bugünkü Hollanda’ya kadar uzanan ovalık ve deniz seviyesine yakın rakımdaki bölge Alçak Ülkeler olarak tanımlanır (‘Netherlanden’). Belçikalı ozan Jacques Brel bir şarkısında ‘benim düz ülkem’ derken, Kuzey Denizi‘nin gel-gitleri, kumullar, nehirler, kanallar, yağmurun şiirselliği ve rüzgarların müziği ile anlatıyor ülkesini. “Ufukta yegâne tepeler olarak beliren Katedralleri” ve “mazur görmek gereken gri ve alçak gökyüzü” ile…
Jules Sezar, fetihlerini Roma’da Senato’ya raporladığı eserlerinden birinde “Galya halkları arasında en cesuru Belçikalılar” diyor (Commentarii De Bello Gallico, MÖ 52). Bugünkü Fransa’nın Kuzeyi’ndeki Belgica olarak bilinen bu yörede Kelt ve Germen karışımı kabileler Roma ordusuna uzun süre direnmiş. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonraki bin yılda Batı Avrupa’da kent merkezleri çoğaldı. Liëge, Anvers, Brugges, Gent, Namur. Bugünkü Fransa tarafında Lille, Reims, Hollanda tarafında Rotterdam, Amsterdam, Utrecht, Alman diyarında Achen, Köln, Düssledorf…
O zamanki siyaset ve ekonomi coğrafyasını ulusal sınırlar belirlemiyordu… Alçak Ülkeler’den Paris, Marsilya, Ceneviz, Floransa, Venedik, İstanbul, Kiev, Prag, Hamburg, Londra, Madrid, Sevilla ve Lizbon’a uzanan eksenler ağı vardı. Bir zamanlar Avrupa siyasi haritasına ticaret yolları, üniversite merkezleri, Vatikan’ın kiliseleri, askeri sefer güzergâhları, derebeyleri, prensler, özerk kentler ve bağlı oldukları krallardan oluşan çok boyutlu bir coğrafya hâkimdi.
Bugünkü Belçika toprakları uzun süre Frank Krallığı’na bağlı kaldı. Roma’daki Papa III. Leo 800 yılında Charlemagne’ı Kutsal-Roma Germen İmparatoru ilan etti. Alçak Ülkeler de bu hükümranlığa dahil oldu. 1204 yılında Venedik Doçu Dandola’nın tetiklemesiyle IV. Haçlı seferi Kudüs yerine Konstantinopolis’i talan ettikten sonra kurulan Latin devletinin başına Flamanya Kontu Boudouin getirildi. Onu takip eden akrabaları, Bizans hanedanı Paleologoslar 1261’de tahtlarını geri alana kadar Boğaz kıyılarında hüküm sürdü.
Daha sonraki yıllarda, bugünkü Belçika topraklarında Ortaçağ’dan Rönesans’a ve Katolik dünyayı bölen Reform hareketlerine uzanan dönemde bağımsız bir ülke yoktu. Frank, Hollanda, İspanyol ve Avusturya hüküm sürdü. Fransız devrimi sonrasında Napolyon Fransa’ya bağladı. İmparator 1815’de Brüksel yakınlarındaki Waterloo’da İngiliz, Hollanda, Prusya ve Alman prenslikleri ordularına yenildi. Viyana Kongresi kararı ile Hollanda Birleşik Krallığı dönemi başladı: Kuzeyde bugünkü, Hollanda, güneyde bugünkü Belçika. Fakat bu arada Batı Avrupa’da çok önemli bir ekonomik ve toplumsal dönüşüm süreci başlamıştı; siyasal sonuçları kaçınılmazdı.
Bir ülke nasıl kurulur?
Bu dönemi iki devrim süreci belirliyor: Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi. Birbirine bağlı birçok etken akıyor tarihin yüzyıllarından: Avrupa ticaret kentlerinde biriken sermaye; felsefede, sanatta ve bilimde yenilikçilik havası; Osmanlı İmparatorluğu’nun denetimindeki Asya yollarına alternatif ararken keşfedilen yeni denizler, yeni kıtalar, yeni doğal kaynaklar… Yükselen ticaret ve sanayi burjuvazisi, kentsoylular. Atölyeler, fabrikalar, yeni icatlar, tekstil tezgâhları, buhar makinası, demiryolları, mekanikleşen tarım, sanayide yeni istihdam alanları, kırsal alandan kentlere göç, Kilise etkisinden uzaklaşan köylüler… Aristokrasinin güç kaybı, işçi sınıfının siyasal hareketlenmesi, doktrinlerin partileşmesi, mutlakiyetten meşrutiyet veya cumhuriyetlere dönüşüm… Ulus devlet, milli ordu, milli eğitim ve bürokrasi… Vergi mükellefleri ve eğitimli kesimlerin kendi oylarıyla seçilerek Kralı denetleyecek bir meclis talepleri, ‘bir insan, bir oy’ mücadelesi ve en nihayet ancak 20. yüzyılda kadınlara oy hakkıyla erişilecek evrensel demokrasiye uzanan köklü bir evrim…
Belçika’nın doğarken ilk aşamada bir ulus olma bilinci ve bağımsızlık hareketi yok. Önce Hollanda’nın 1815’de başlayan egemenlik döneminde güney bölgelerinde huzursuzluk artıyor. Fransa döneminde devrimin cumhuriyetçi ve liberal fikrileriyle iyice gelişmiş olan burjuvazi Hollanda Kralı Willem’i muhafazakâr buluyor. Kendisine mecliste daha fazla ağırlık verilmesini istiyor. Ekonomik güç doğal olarak siyasi güç talep ediyor. Bu arada güneyde güçlü olan Katolik Kilise de Hollanda Kralı’nın Protestan kimliğinden hoşnutsuz. Biriken tepkiler 1830 yılında bir yaz gecesi Brüksel’de bir opera sonrasında sokak gösterilerine, Hollanda askerlerinin bastırma hareketleri sonucunda halk ayaklanmasına yol açıyor. Sonunda Londra Konferansı’nda Belçika adı altında yeni bir devlet yaratılıyor.
Bu dönemde Avrupa’nın diğer büyük devletlerinin farklı hesapları var. Aslında hiç biri ilk başta Napolyon sonrası Viyana Kongresi’nde kurdukları düzenin bozulmasını tercih etmemekte. Fakat Hollanda’nın güney topraklarını yönetemeyeceği anlaşılıyor. İngiltere zaten Hollanda ile deniz aşırı ticaret ve sömürgecilikte rekabet içinde. Bölünmesi işine geliyor. Kaldı ki Hollanda ipleri elinden iyice kaçırırsa, güneyin tekrar Fransa’ya dönme olasılığı var. Tampon bölge konumunda bir Belçika yaratmak Londra’nın çıkarlarına uygun düşüyor. Fransa ise yeni bir krallık döneminde güç toplarken, kuzey komşusunun zayıflamasından hoşnut. Bölünme sonrası eski topraklarını geri alma umudu doğuyor. Prusya ve diğer Alman devletleri düzensizlik ve istikrarsızlığı önleyecek çözüme onay veriyor. Rusya ise işgali altındaki Polonya’daki ayaklanmalarla meşgul.
Belçika böyle kurulurken bir de Kral gerekiyor. Zira Fransız devriminin Avrupa’dan tasfiye edilmeye çalışılan etkileri arasında cumhuriyet rejimi de var. İlk öneri götürülen Fransız asıllı bir prens Londra’nın baskısıyla vazgeçiyor. İkinci aday olan Alman Leopold önce düşünüyor. Çünkü aynı dönemde Osmanlı’dan bağımsızlığına kavuşan Yunanistan’dan da teklif var. Sonunda yakın ve av arazileri daha bereketli olan Belçika’yı tercih ederek Brüksel’de tahta çıkıyor. En başından itibaren yetkileri güçlü bir meclis tarafından sınırlandırılmış bir kral olarak.
Bir ülke nasıl ayrışır?
Böylece Belçika Krallığı Avrupa sahnesine çıkıyor; Fransızca konuşan bir devlet olarak. Ülkeyi yöneten seçkinlerin dili Fransızca. Halk ise güneyde Valonca, merkezde Brükselce ve kuzeyde Flamanca konuşmakta. (Flamanca ile Hollandaca büyük ölçüde aynı dildir). Sanayileşme ve kente göç 19. yüzyılda Brüksel ve Valonya’yı etkisine alınca iki önemli sonuç doğuyor. Birincisi, bu bölgelerde yerel dillerin yerine Fransızca hâkim konuma geliyor. İkincisi, Katolik Kilise’nin etkisi zayıflıyor. Kuzeydeki Flamanlar ise esas olarak çiftçi ve Katolik. Bu arada, Flaman kentleri Anvers, Brugges ve Gent’te seçkinlerin dili Fransızca olmaya devam ediyor.
Yüzyıl içinde Belçika İngiltere’den sonra dünyanın en önde gelen sanayi devi konumuna gelirken, iç siyaseti iyice çoğulculaşıyor. İlk başlarda iki siyasal parti var: Sosyal Katolikler ve Liberaller. Zamanla İşçi partisi ile sosyalist hareket gelişiyor. Bu arada 1885 Berlin Kongresi Kral II. Leopold’e Afrika’da Kongo’yu kişisel sömürge olarak veriyor. Kral borca batınca 1908’de Kongo’yu devlete devrediyor.
İki dünya savaşı sonrasında artık tam demokrasiye geçildiğinde Flamanya Belçika içinde baskın olan taraftır. Nüfus olarak çoğunlukta ve dolayısıyla parlamento ve hükümetlere hâkim bir Flamanya var. Flamanca da artık Fransızca ile eşit resmi dil. Bu dönemde dünya ekonomisi değişir, AB’nin temelleri atılır ve eski sömürgeler bağımsızlaşırken bir zamanların en güçlü sanayi beşiklerinden Valonya’da çöküş başlıyor. Kömür, demir-çelik, cam ve tekstil gibi artık küresel rekabet gücü olmayan sanayilerin dönüşümü, grevler ve iç siyaset girdabında tıkanıyor. Flamanya ise yeni yatırımlar ve teknolojilerle ileriye fırlıyor. Ekonomik güç ve nüfus ağırlığı kuzeye kaymış durumda. Her iki taraftan partilerin koalisyonu olan hükümetlerde başbakan artık hep Flaman oluyor.
Yüzyıl biterken Belçika artık ileri derecede bir federal devlet olarak varlığını devam ettirmektedir. Tüm partileri Flamanca ve Fransızca konuşan halklara göre bölünmüş, üniversitelerden, dış ticaret temsilciliklerine kadar eyaletlerin bağımsız oldukları, uzlaşma kültürünün nispeten iyi işlediği bir yapı. Her seçim sonrası hükümetlerin en az dört-beş parti arasında uzun pazarlıklarla kurulduğu ve görev yaptığı bir siyasi sistem: Partitokrasi.
Asıl karışıklık yaratan ise bu federal sistemin siyasi haritası. Belçika’da federal yapı iki boyutlu: Ekonomik yetkiler sahibi ‘bölgeler’ ve kültürel yetkiler sahibi ‘topluluklar’. Ekonomisi son yıllarda kendini biraz toparlayan Valonya’nın merkezi Namur kentinde. Brüksel Bölgesi’nin merkezi doğal olarak Brüksel. Flamanya’nınki… Onun da başkenti Brüksel’de. Flamanya önce Topluluk başkentini Brüksel’de yerleşik ve nüfusun yüzde 10’u civarındaki Flamanca konuşanlara istinaden bu kentte kurdu. Sonra Bölge ve Topluluk hükümet ve meclislerini birleştirdi. Böylece Flamanya başkentini eyalet toprakları dışında kalan Brüksel’de konuşlandırdı.
Ayrılsalar da beraberler
AB içinde Belçika’nın bölünmesi çok vahim bir siyasal istikrasızlık senaryosu değil. Valonya ve Flamanya, 3.5 ve 6.1 milyonluk nüfuslarıyla bağımsız olmaları halinde bile Baltık ülkeleri gibi birçok AB ülkesinden defalarca büyükler. Brüksel de ABD başkenti Washington DC gibi, AB’nin özel statülü bir başkenti olabilir. Fakat Flamanya bunu istemiyor. Brüksel’i tarihsel gerekçelere işaret ederek sahipleniyor.
Ayrıca Belçika’nın onmilyarlarca euroluk bir uluslararası marka değeri var. Her ne kadar Belçika’nın iftiharı Godiva çikolatalarını Ülker satın almış olsa veya Belçika’nın güçlü bira markalarına sahip şirketi InBew, Budweiser’ı satın alarak artık küresel bir dev olsa da, Belçika önemli bir marka. Edebiyattan bilime ve barışa sekiz Nobel ödülü, saksofonu icat eden Alphonse Sax, ressamlar Delvaux ve Magritte, yazar George Simenon, Art Nouveau mimarı Victor Horta, sanayi devriminin mucit ve girişimcisi Ernest Solvay, Jonny Hollyday ve Adamo gibi birçok Fransızca şarkı yıldızı, dünya resimli romanın öncüsü HergÈ ve kahramanı Tintin gibi dünyaca ünlü Belçikalıları Valon ve Flaman diye ayıklamak zor.
Belçika’yı ayrıştırmak da zor, bir arada tutmak da. Anlamak da zor, anlatmaya çalışmak da. Aynen Türkiye ve Avrupa ilişkileri gibi.