‘Müzakere’ kavramının kökleri insanlığın en ilkel dönemlerinde olsa da, bilimsel araştırmalarda bir odak noktası olarak gelişimi son yirmi yılda hızlandı. Konuya birçok açıdan yaklaşılıyor. Bireysel ilişkilerin psikolojik çerçevesinden, iş yaşamına ve siyaset sosyolojisine uzanan birçok bilimsel disiplini ilgilendiriyor. ‘Uluslararası müzakereler’ de çok eski bir kavram, bir siyaset sanatı ve bugün kabul görmüş bir bilimsel alan, ders ve tez konusu. 21. yüzyılda müzakere Müzakereler dolu bir uluslararası gündem içindeyiz. Brüksel’de maliyesi batık Yunanistan’a para yardımı müzakereleri sert geçti. Washington ile Moskova yeniden dünya nükleer silah yönetimini ele almaktalar. Belçika’da Flamanya ile Fransızca konuşan topluluk arasında yeni bir hükümet, yeni bir devlet yapısı müzakere ediliyor. Batı ile İran arasında nükleer kapasite konusu henüz itiş kakıştan müzakere aşamasına geçemedi. İklim değişikliği için dünya yeni bir müzakere turuna hazırlanırken, doğa ile müzakerenin olanaksızlığını hâlâ anlamamış gözüküyorlar. AB’nin kendi içinde ise, müzakereler sabit, olağan ve vazgeçilmez bir süreç. Türkiye’nin AB ile üyelik müzakereleri ise aldı başını gidiyor. Fakat hangi başını aldı? Nereye gidiyor? Meçhul. Uluslararası müzakereler eskiden yalıtımlı bir diplomatik alan veya ekonomik ayrıcalık gibiydi. Şimdi ise, küreselleşmenin artan hızı ile doğru orantılı olarak yeni özelliklere kavuşan bir alandan bahsediyoruz:
• Aktörler çeşitlendiler artık: Devletler, şirketler, sivil toplum kuruluşları, akademik dünya, düşünce kuruluşları, medya ve kamuoyu
• İnternetin sanal dünyası da küresel bir etki ağı ile belirgin bir aktör haline geldi.
• Müzakerelerin kurumsal çerçevesi çok kültürlü özellikler taşıyor: Bireyler, çalışma yöntemleri, hedef ve sonuçların değerlendirilmesinde kültürel referanslar daha karmaşık.
• Bilginin akışı hızlı fakat paralel olarak yanlış bilgi ve yanlış anlama potansiyelleri de genişledi.
• İç ve dış siyasi, ekonomik ve sosyal etkenler arasındaki karşılıklı etkileşim arttı. Örneğin bir uluslararası müzakere halindeki bir heyet aynı zamanda iç siyasetini, medyasını, hissedarlarını, imajını da düşünmek zorunda.
• Her konuda kendi çerçevesi dışındaki boyutlara da dikkat etmek artık kaçınılmaz. Siyaset, ekonomi, toplumsal etkenler, doğaya etkiler, ülkenin, şirketin veya kurumun marka değeri gibi birçok etken devrede.
• Gelişen demokratik arayışlar sayesinde siyasi ve ekonomik aktörlerin karar ve hareket süreçleri artık çok daha saydam, fakat aynı zamanda da çok daha karışık bir hale geldi.
Böylesine hızla değişen bir 21. yüzyıl uluslararası ortamında, Türkiye ve AB uzun süredir bir masanın etrafında oturuyorlar. 2005 yılından bugüne ‘müzakere’ kelimesi siyasal gündemimize AB referanslı olarak yerleşti. Bu kavramın etimolojik kökündeki Latince ‘negotium’ sözcüğü ‘rahat olmayan, zorlayıcı’ anlamından geliyor. Dolayısıyla müzakerenin hiçbir çeşidinin keyifli ve kolay olmasını ummak doğru olmasa gerek. Araştırmacılar bugüne kadar müzakereleri değişik bilimsel yöntemlerle incelemişler. Oyun teorilerinden, davranış analizlerine veya aktörlerin rasyonel tutumlarına uzanan öncelikler var. Müzakerenin belkemiği olan nokta, üzerinde uzlaşma sağlanacak konunun tanımı. Buna da bir dizi aşama ile ulaşılıyor.
AB ile müzakereler: Nasıl olmalı?
Müzakerelerde hazırlık aşaması en genel anlamıyla bilginin gücünü keşfetme evresidir. Hem kendiniz, kurumunuz, ülkeniz, toplumunuz ile ilgili ayrıntılı bir analizi, hem de müzakere ettiğiniz taraf ile ilgili bilgilere sahip olmak için yapılacak çalışmaları içerir. Sun Tzu’nun MÖ 6. yüzyıldan günümüze yansıyan bilgeliği müzakerecilere yol gösteriyor:
“Eğer kendini ve düşmanı biliyorsan bütün mücadeleleri kazanırsın. Eğer kendini biliyorsan düşmanı bilmiyorsan bazen kazanır, bazen kaybedersin Eğer kendini ve düşmanı bilmiyorsan bütün mücadeleleri kaybedersin”
Tabii Sun Tzu’nun çağından bugüne müzakere taraflarının birbirine karşı konumu çok değişti. Karşımızda her zaman düşman değil, sadece bir karşıt ve çoğu zamanda halihazırda veya müstakbel bir ortak veya dost olabilmekte. Türkiye’nin AB ile 2004-2005 yıllarında masaya otururken en temel eksiği kendisi ve AB için gerekli değerlendirmeyi yeterince yapmamış olmasıydı.
AB içindeki güçler dengesini, oyun planlarını, Türkiye’nin güçlü ve zayıf yanlarını iyi analiz etmiş bir konumda olması birçok bakımdan önünü açacak ve karşı tarafın hareket alanını daraltacaktı. İkinci aşama olan kimlik ve üslup oluşturma, kendinizi nasıl tanımladığınız ve konumlandırdığınız ile ilgili. Bu aşamada imaj yönetiminden, siyasi iletişime kadar pek çok konu devreye girmekte. Sadece sizin kendinizi nasıl gördüğünüz değil, aynı zamanda dışınızdaki çevrenin de sizi nasıl değerlendirdiği önem taşıyor.
Özetle sürekli ‘iç tribünlere oynayan’ müzakerecilik anlayışı dış tribünleri etkilemediği gibi, gün geliyor iç tribünleri de boşaltıyor. İç tezahürat, iç destek olmadan dış tribünlere karşı kendinizi, ülkenizi veya kurumunuzu da zor durumda bırakıveriyorsunuz. Örneğin, topluma AB ile neden ve nasıl müzakere edildiğini partiler üstü bir yaklaşımla, sağduyu içinde anlatmak, toplumun desteğini ve siyasal uzlaşmayı seferber etmek bir müzakere ve siyaset sanatıdır. Üslubun yapılandırılması ise kimliğiniz ile uyumlu bir tarza, yaklaşıma sahip olmanız anlamına gelmekte. Örneğin kendinizi Avrupa’da veya bölgenizde bir dizi alanda bir lider olarak tanımlamaktaysanız, müzakere süreci boyunca yaklaşımlarınız ve tarzınız da Avrupalı olmalıdır. Türk dış politikasında, analiz, strateji, söylem, dış görünüş ve imaj bir bütün olarak AB üyeliği hedefine hizmet etmiyorsa, AB ile müzakerelerimiz darbe alır. Aynı şekilde, Türk iç politikasından asgari bir uzlaşma ile AB üyeliği hedefinin gerekli kıldığı ‘çağdaş Türk demokrasisi ve Avrupa toplumu’ yönelimleri yansımıyorsa, AB ile müzakere sürecimizde zemin kayar.
Üçüncü aşama olan bilgi alışverişi taraflar arası etkileşimin başladığı andır. Taraflar birbirlerine yönelttikleri sorularla karşılıklı sınırları anlamaya, tutumlarını kavramaya çalışmaktadır. Bu aşamada çok soru sormaktan kaçınılmamalı. AB ile ilişkilerde Türkiye az soru soran ve sorulara başka soruların yanıtları ile yanıt veren bir konuma kendisini hapseden bir strateji izleyebilmekte. Örneğin iklim değişikliği, AB’nin 2020 Stratejisi ile yeni bir ekonomik büyüme seferberliği tasarlaması veya 2013 sonrası yeni mali perspektifleri, bütçesi gibi konular Türkiye’nin müzakere sürecini doğrudan ilgilendiren AB içi gelişmeler. Türkiye bu konuları gündeme daha derin, geniş ve etkili getirebilmeli. Önümüze konan dar müzakere gündemine sıkışmak verimsiz oluyor.
Oyunun kuralları
Oyunun kurallarının belirlenmesi aşamasında ise, herkes müzakere tutumlarını ve yerlerini alır. AB üyelik süreci ise, aday ülkenin müzakere profilini ve stratejilerini değiştiren ya da sınırlayan kendine has bazı özelliklere sahip. Çünkü:
1. AB üyeliği bir aday ülkeyi uluslar üstü ve devletlerarası nitelikleri olan mevcut bir siyasi yapıya entegre etmekle ilgili. Yeni bir yapı kurmak ve içinde yer almak bahis konusu değil.
2. Üstelik, AB hâlâ siyasal ve kurumsal bir yapılanma içinde. Üyeleri arası iç pazarlık sistemi zorlukla müzakere tutumu belirlemesine sebep olmakta. Bu da AB’nin politikalarını esneklikten uzak, müzakere tutumlarını değiştirilmesi güç kılıyor.
3. AB’nin genişlemesi yalnızca her iki taraf için de kazan-kazan hedefine erişildiğinin anlaşıldığı noktada gerçekleşecek. Fakat buna rağmen sadece aday ülkenin kriterleri yerine getirerek bu hedefe doğru ilerlemesi beklenmekte. Beklentiler hep bir taraf üzerinde. Tabii aday ülke müzakere sanatını iyi kullanarak bu durumu biraz değiştirebilir.
4. Aslında bir pazarlık, al-ver hesabı söz konusu değil. Başlıkların çoğu aday ülkenin yasalarının, politikalarının, kurumlarının ve uygulama sonuçlarının AB müktesebatıyla uyumlulaştırılmasındaki başarının ifadesini içeriyor. Sadece kurumsal ve bütçe düzenlemelerini içeren başlıklarda gerçek bir müzakere için hareket alanı mevcut. Geçiş süreleri, ya da işgücünün serbest dolaşımı, tarım politikası ve yapısal fonlar gibi bazı alanlardaki kararlarda doğrudan müzakereler olabilecek.
AB hedefine nasıl ulaşırız?
AB’nin Türkiye’ye genişleme süreci ancak müzakerelerin verimli hale getirilmesiyle mümkün. Bunun için gerekli şartlar arasında şunları özellikle vurgulamak istiyorum:
1. Türkiye’nin tam üyelik konusundaki kararlılığının teyidi. Bu yalnızca sözlerle değil, ölçülebilir hedeflerle tanımlanmalı. AB standartlarında yaşam şartları için reform sürecine ivme kazandırmalı. Ayrıca toplumsal uzlaşmaya dayalı bir anayasa reformu ile çağdaş, laik, kadın haklarında Avrupa’nın da ilerisini hedefleyen, teknolojiye dayalı bir sanayi politikasına inanan, sosyal haklar konusunda bağnaz olmayan, devleti bir ‘fetih alanı’ olarak değil, ‘vatandaşa hizmet aracı’ olarak gören bir siyasal anlayış gerekiyor.
2. Ulusal bir seferberlik ve rekabet ortamının tesisi. Siyaset, sendikalar, sivil toplum, iş dünyası ve akademi müzakere sürecine gerçekten dahil edilmeli. Geniş koordinasyon toplantıları ile değil, konusuna göre ihtisaslaşmış sürekli ortak çalışma yapıları ile. Şeffaflık bu ortamın tesisinde olmazsa olmaz bir şarttır.
3. Türkiye’nin üyeliğinin bir iç siyaset malzemesi haline getirildiği Fransa, Avusturya ve Almanya gibi geçmişte Türkiye’den göçmen almış olan ülkelerde çok daha ciddi bir iletişim ve ‘ekonomik boyutu güçlü bir diplomasi stratejisi’.
4. Kıbrıs sorununda çözümün AB tarafından daha güçlü desteklenmesi için somut bir eylem planı. Kıbrıs konusunun teknikleştirilmesi ve Kıbrıslı Türklerin sadece adadaki değil, Avrupa’daki haklarının da korunması.
5. Türk halkına yönelik dürüst bir iletişim stratejisi. Türkiye’nin AB’ye katılma süreci kazan-kazan felsefesine dayandığı ölçüde anlamlı. Bu topluma bilgi temelli ve sorgulayan bir bakış açısıyla anlatılmalı. İletişimin akademik bir çalışmanın içine birkaç dernek, enstitü, çalışma ve görüşme toplantılarından ibaret olmadığının yeterince anlaşılmalı. Çağdaş, dünya standartlarında bir sistem kurulmalı.
Önümüzdeki mesele insanları birleştiren liderlik gösterebilmekte. Çeşitli uluslararası çevrelerde müzakere sürecinin yönetiminde AB ve Türkiye’deki liderlik eksikliğinin bu noktaya gelinmesinde önemli rolü bulunduğu yaygın kanı. ‘İnsanlar bir kez birleştiler mi, ne cesurlar tek başlarına öne çıkabilir, ne de korkaklar tek başına geri çekilebilir’ (Sun Tzu).
Kader Sevinç, Avrupa Sosyalist Partisi yönetim kurulu üyesidir.