BRÜKSEL – Geçen yıl AK Parti İstanbul Gençlik Kolları’nın etkin çalışmalarına tanık oldum. Konuşmacı olarak davet etmişlerdi. Konu Türkiye’nin Avrupa’daki geleceği idi. Genç katılımcılarla söyleşi ilerledikçe stratejik arayışlar belirginleşti. Eğitimden, gelir dağılımına toplumun her alanda ilerlemesinin, AB ve Dünya ile ilişkilerimizin de itici gücü olacağı gerçeği ile bir kere daha yüzleştik. İşte siyaset bu çerçevede önem kazanıyor, vizyon ve liderlerini şekillendiriyor. Siyasi partiler gençlikten, merkez yönetimlerine her kademede stratejik arayışlarla tazelendikleri sürece topluma yeni vizyon ve liderlik sunabiliyorlar. Kızılcahamam ve Abant toplantıları ile sınırlı değil bu arayışlar. Değişik boyutlar ve seviyelerde sürekli bir beyin jimnastiği önemli.
Bireyler gibi, siyasal partilerin de entelektüel üretkenliklerini geliştirmeleri gerekli. Siyasal rekabet böyle verimli olur. Rekabet vatandaşa daha kaliteli siyaset seçenekleri sağlar. CHP de bugün geniş kapsamlı bir arama konferansı gerçekleştiriyor. Parti dışından ve toplumun farklı kesimlerinden katılımcılar davet edilmiş. Siyasal görüş yelpazesinin geniş tutulmasına önem verilmiş. Başarılı bir düzenleme, iyi bir hazırlık ve yaratıcı bir yaklaşım hissediliyor. Siyasal partilerin toplum ve dünya koşullarının evrimi ile uyum içinde olması kaçınılmaz. Bu evrimi öngörebilen, yön verebilen siyasal hareketlere ise gün geliyor “iktidar” deniyor.
Toplum ne bekler?
Demokrasi tarzı yönetim şeklinin ikibin yılı aşkın evriminde, ilk dönemlerden itibaren toplumsal sağduyu kaynaklı bir beklenti etkili olmuştur: değişim. Eşzamanlı olarak, insanlık uygarlığının siyasal yönetim ile ilişkisinde hem içgüdüsel hem de bilinçli olabilen bir diğer beklenti de belirleyici önemdedir: muhafazakârlık. Bu iki toplumsal beklentinin içeriğini oluşturan talepler zaman-mekân düzleminde farklılaşmaktalar. Ve ancak bir üçüncü etken ile bu beklentiler siyasal hareketlilik, seferberlik ve iktidar sürecine dönüşmektedir: liderlik. Bugün de çağdaş demokrasilerde toplumun değişim, korumacılık ve liderlik beklentilerinin analizini iyi yapabilen siyasal hareketler iktidar fırsatına kavuşmaktalar.
Özetle:
* Daha iyi, adaletli, insancıl, yaratıcı, girişimci, yenilikçi, farklı, denenmemiş ve umut vaat eden bir gelecek için değişim.
* Mevcut kazanımları korumak, güvenlik, ihtiyat, bilinmeyen karşısında çekince, memnun olunan işlerin devamı, geleneklerin rehaveti ve bizzat değişimin tereddütleri karşısında muhafazakârlık.
* Bireylerin ve toplumun geçmekte zorlanacakları, haritasını iyi okuyamadıkları veya cesaretlerinin yetersiz kaldığı yolda ilerleyebilmeleri için liderlik. Toplumun karşısına iktidar adayı veya iktidarda kalmak olarak çıkacak partinin mevcut ulusal, küresel ve yerel eğilimleri ayrıntılı olarak analiz etmesi elzem.
Ayrıca, demografik, sosyo-ekonomik ve teknolojik etkenleri bu analize doğru uyarlamalı. Küreselleşme ile birlikte üretilen malların, hizmetlerin, teknolojinin, sermayenin, bilginin ve insanların gezegen sathında çok hızlı bir hareketlilik içinde olduğu bir yüzyıldayız.
Son onbeş yılda hızla gelişen internet, mobil teknolojiler, yenilenebilir enerji kaynakları ve tüketici davranışları sonucunda toplumsal yaşam önümüzdeki on yıl içinde insanlık tarihinin en kapsamlı dönüşümünü yaşamaya devam edecek. Bu arada küreselleşme aynı zamanda birçok sorunu da tetikliyor. Virüsler de daha rahat dolaşabiliyor dünyada. Biyolojik, dijital, finansal ve terörist virüsler. Bu çerçevede, sınırlar ötesi bir toplumsal coğrafya ve sorunlar dizinine karşı uluslararası ve uluslar üstü siyaset üretme ve uygulama sistemleri ön plana çıkıyor: BM, DTÖ, G20, OECD, NATO…
Avrupa Birliği de bu uluslararası gelişme ve rekabet ortamında önem kazandı. AB üyeliği Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından en etkili demokratik değerler ve ekonomik dayanışma sistemi olabildiği ölçüde bir artı değer ifade ediyor. Ulusal boyut, 1789 Fransız Devrimi ve sonrasındaki hızlanan sanayi devrimi, toplumsal dönüşüm ve demokrasi hareketleri sonucunda 21. yüzyılda şekil değiştirse de, önemini sürdürmekte.
Sonuçta AB dâhil, mevcut uluslararası kurumsal yapıların belirleyici aktörü ulus-devlet olmaya devam etmekte. Demokrasilerin toplumsal mayası için de, ulusal çerçeve halen en etkin yönetim boyutu olarak görülmekte. Bu noktada demokrasilerde ulusal çıkar kavramının çağdaş anlamı özellikle vurgulanmalı: insan odaklı ulusal çıkar. Vatandaş odaklı demokrasi. Ve vatandaş odaklı dış politika, maliye politikası, enerji politikası, eğitim politikası… Yerel boyut ise, uluslararası siyasal kurumsallaşma eğilimlerine paralel olarak güç kazanmakta. Birçok alanda demokrasiler vatandaşlarına en yakın ölçekte siyaset üretmek, uygulamak ve hesap vermek zorundalar. Vatandaşın talebi ve uygulanacak olan politikanın başarısı bunu gerekli kılmakta.
Somut politikalar
Küresel, ulusal ve yerel boyutlar da topluma sunulacak siyaset önerilerinin bir biri ile karşılıklı etkileşimi göz ardı edilmemeli. Örneğin her demokraside zaman zaman iktidarlar çok kısa vadeli çıkarlara takılabilir. Her hangi bir ülkede hükümet bireysel ekonomik çıkarlara da hitap edebilir. Bunun sonucunda bazı kişiler iş bulabilir. Bazı şirketlerin iş hacmi artabilir. Başka ekonomik çıkarlar gelişebilir.
Fakat bu kalıcı mı? Ulusal ölçekte ekonomiyi büyüten ve kamu maliyesine katkı sağlayan bir siyaset mi söz konusu? O ülkedeki hükümetin yerel siyaset olanaklarından ekonomik olarak nasiplenen kişi ve şirketler orta vadede dünyadaki rekabet koşullarına göre bir atılım fırsatı mı yakaladılar? Daha iyi eğitim, yeni beceriler, yeni teknolojiler, ürün veya hizmette bir yenilikçi yaklaşım ile ülke çapında ve dünya pazarlarında daha güçlü olmak için mi teşvik edildiler? Ülke hangi bireysel özgürlük ortamı, insan sermayesi ve yeni teknolojiler ile yükselecek?
Yerel siyasal mesajların duyarlılık kurgusunda da bilimsel desteğe ve parti teşkilatının değerlendirme ve yönlendirmelerine ihtiyaç var. Örneğin işsizliğin yüksek olduğu bir il ile nispeten düşük olduğu bir il arasında siyasal söylemin öncelikleri ve iletişim imgeleri farklı olmak durumunda. Birincisinde işsizliğinin yerel nedenleri ve çözümler dikkate alınmalı. Diğerinde ise işsizliğin ötesinde kaygılar ön plana çıkabilir: mevcut işlerin muhafazası, verimlilik ve gelir sorunu, altyapı…
Diğer yandan, vatandaşın artık kendi günlük yaşamı için önemini daha iyi anladığı küresel rekabet ortamına atıf da etkili olmakta. Örneğin Türkiye’den çok daha az gelişmiş olan Çin son zamanlarda çok önemli kararları uygulamaya başladı: ucuz ürünler değil, teknolojik yenilikçilik ağırlıklı ekonomik büyüme modeli, güneş ve rüzgâr enerjisi teknolojilerinde dünyada bir numara olmak, ilkokul birinci sınıftan itibaren zorunlu İngilizce öğretimi, vatandaşlarının yurtdışı seyahatlerinin kolaylaştırılması ve teşviki, üniversitelere dünyadaki en iyi öğretim üyeleri ve öğrencilerin çekimi, kadın işgücünün ve girişimciliğinin hızla artması…
Bu alanlarda ilerlemeyi Türkiye’de bir siyaset önceliği yapmamak ulusal çıkarlarımıza darbedir. Türk seçmenin siyasetçiye duyduğu güven ve liderlik algılamasının temel direklerinden biri bu siyaset bileşkesinde belirginleşmekte:
– Küresel, ulusal ve yerel dinamikleri iyi bağdaştıran;
– Vatandaşa en yakın duruş noktasından, ulusal çıkar çerçevesi ile en etkin bağlantıyı kurabilen;
– Somut siyaset önerilerini, kaynakları, hedefleri ve uygulama takvimi;
– Ve uluslararası boyutta güçlü bir ülke vizyonu için ufuk açabilen bir yaklaşım.
Ekonomik ve mesleki yaşamda olduğu gibi, siyasette de rekabet önemli bir verimlilik etkeni. Rekabet yoksa rehavet oluyor.