Başkanımızın 20-21 Mayıs 2005 tarihlerinde Milli Gazetede Yayımlanan Röportajı:

‘Gelecek Asya ve Afrika’da’

GİRİŞ

Küreselleşen dünyada, insanların yaşam şekilleri ve ülkelerin yönetim biçimleri de değişiyor. Gelişen teknoloji savaşları ve ülkelerin politikalarını da doğrudan etkiliyor. ABD ve İngiltere stratejik çıkar adını koydukları bir planla Irak’a savaş ilan ediyor. Sonucu hepimiz biliyoruz. ABD Dışişleri Bakanı Condalize Rice, Asya ve Afrika’da 22 ülkenin haritasının değişeceğini ve bunu kendilerinin yapacağını söylemekten çekinmiyor. Bu arada, gelişmiş ülkeler tarafından üçüncü dünya olarak adlandırılan coğrafyalarda, kadife, turuncu ve sedir devrimleri gerçekleştiriliyor. Bu devrimlerin arkasında elindeki para gücüyle bir anda dünya para piyasalarını kaosa sürükleme imkanına sahip George Soros’un olduğu söyleniyor. Soros bu devrimleri Açık Toplum Enstitüsü adını verdiği kamuya açıklanan görevi demokrasi, barış ve huzur getirmek olan kuruluş vasıtasıyla yapıyor. Fakat olaylar tüm dünyanın gözleri önünde cereyan ediyor. Bu konuda en canlı ve yakın örnek ise Özbekistan. Günümüz dünyasında sivil toplum örgütleri ve strateji kuruluşları büyük önemi kazanıyor. Başkanlığını Süleyman Şensoy’un yaptığı TASAM bu yönde çalışan düşünce kuruluşlarından birisi. Şensoy, ABD’de direkt devlet destekli 50, toplamda da 500 civarında strateji kuruluşu olduğunu söyledi. Strateji kuruluşlarının brçoğunun kimler tarafından fonlandığı konusunda, soru işaretlerinin olduğuna dikkat çekiyor. Fakat bunlar arasında TASAM’ı ayrı bir yere koyuyor. Süleyman Şensoy ile TASAM’ın çalışmaları ve Türkiye’nin uluslar arası politikaları üzerine bir fikir jimnastiği yaptık.

BİZ 80 YILDIR SADECE KONUŞUYORUZ

Müzakereler stratejik boşluklar oluşturmadan sürdürülebiliyorsa devam edilmelidir. Toplumdaki kamplaşmanın artırılması ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakış açısı noktasında ciddi şüphelerimiz var. Bu anlamda da gerekli uyarıları yapmaya devam ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti, 1923’te kurulduktan sonra siyasi rotasını “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak” şeklinde tanımlamıştır. Fakat 80 yıldır biz ne yazık ki, sadece bu rotayı konuştuk.

HEDEFİMİZİ İYİ BELİRLEMELİYİZ

Bizim Batı’ya dönük çalışmalarımız 200 yıldır bir türlü başaramadığımız Batı’daki kurumsal birikimi alma çabasıdır. Atatürk’ün de bu anlamda derinlikli bir iş yaptığına inanıyorum. Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak sözünün de artık Türkiye’de tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye muasır medeniyet seviyesine değil, muasır medeniyetin üzerine çıkmayı konuşmalıdır.

ÖNÜMÜZDE UZUN BİR YOL VAR

Türkiye’nin eski gücüne kavuşabilmesi ve kaybettiklerini yeniden geri alabilmesi için ciddi zamana ihtiyacı var. Dolayısıyla bu işi uzun bir yolculuk olarak görmek gerekiyor. Dünya nüfusunun ve dünyanın sahip olduğu doğal kaynakların üçte ikisi Asya’dadır. Bugün dünyanın Batı bloku ki özellikle ABD, Asya ve Afrika üzerinde çalışmaktadır. Dünyanın bütün geleceği ve doğal kaynakları Asya ve Afrika’dadır.

MİLLİ PROJELER ÜRETİYORUZ

Biz milli menfaatler çerçevesinde proje üretiyoruz. Siz bunu dışarıdan ideolojik olarak da tanımlayabilirsiniz. Ama bilimsellikle ideoloji beraber gitmez. Bilimsellik çok geniş bütün görüşlere açık ve ispatlanabilen her şeyi kabul edebilen bir mantıktır. Burada yönlendirmek hedeftir. Ama devletimizi ve toplumumuzun moral değerlerini yönlendiren insanların görevidir karar vermek. Burada bize düşen karar vericilere, bir şeyler üretmektir.

KENDİ İMKANLARIMIZI KULLANIYORUZ

Finansman noktasında biz bugüne kadar kendi birikimimizle, proje ve yayınlarımızdan gelirlerle bu noktaya geldik. Bundan sonra da sponsorluklar, üniversitelerle işbirlikleri, sivil toplum kuruluşları ile ortak işbirlikleri, AB fonları ve yine ticari sözleşmeler karşılığında hizmet verdiğimiz ve vereceğimiz kurumların katkısıyla bu işi yürütmeye gayret ediyoruz.

D-8TÜRKİYE’NİN POTANSİYELİNİ GÖSTERİYOR

D-8 alternatif bir projeydi. Fakat daha fazla işlerlik kazandırılmalıdır. İçerisinde hem Asya’dan hem de Afrika’dan bir çok ülkeyi barındırmaktadır. D-8 Türkiye’nin potansiyelini yansıtan bir projedir. Türkiye, çok kısa sürede tüm dünyada ses getiren D-8 projesini oluşturmayı başarmış ve bunu resmi olarak kuruluş haline getirebilmiştir. D-8 Batı blokunun çıkarlarını tehdit ettiği için sürekli engellenmeye çalışılmıştır.

TASAM’ı neden kurdunuz?

Duygusal zeka bağlamında bir cevap vermek gerekirse, Tasam en büyük mürebbi olan ızdırabın bir ürünüdür. Devlet ve milletimize hizmet ederek, ruhumuzu kurtarma arayışıdır. Matematik zeka ile de bir cevap vermek gerekirse, sadece Amerika’da hükümetin fonları ile desteklenen 50 adet araştırma merkezi var. Bunun en az 10 katı kadar da, değişik fonlar, vakıflar ve şirketler tarafından desteklenen araştırma merkezleri var. Yani sadece ABD’de 500’ün üzerinde araştırma merkezi var. Bunlar hem ABD’nin hem de dışarıdaki dünyanın stratejik, özelliklerini çoğrafi durumlarını, yönetim biçimlerini, hassas noktalarını kendi menfaatlerine göre hazırlıyorlar. Yalnız bu tür kurumlar bizim ülkemizde bir elin parmaklarını geçmiyor. Bunların çoğu da nitelikli çalışma yapmaktan yoksun. Belki bir çoğunun da tartışılabilir finansal bağlantıları var.

Sizin bir bağlantınız var mı? Çıkış noktanız nedir?

Biz milli bir konseptle emek yoğun fedakarlıklarla desteklenmiş bir çalışmayla yola çıktık. Burada bizim düşüncemiz Türkiye’nin içteki ekonomik, sosyal, siyasi problemlerine dıştaki ikili ilişkilerine, uluslar arası ilişkiler bağlamında Türkiye’nin elini güçlendirecek çalışmalar yaparak katkıda bulunmak istiyoruz.

 

MİLLİ DEĞERLERİMİZE ÖNEM VERİYORUZ

Milli konsept kavramını biraz açabilir miyiz?

Bizim ismimiz Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi’dir. Oradaki Türk Asya konseptini çok önemsiyoruz. Bunu bir ideoloji olarak öne çıkartmıyoruz ama, dünyanın bütün medeniyetlerinin tamamına yakını şu anda potansiyel vaad eden Rusya, Hindistan ve Çin bütün enerji kavşakları, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, bütün Ortadoğu, İran, Türkiye bunların hepsi Asya içerisindedir. Bütün İslam medeniyetlerinin tamamına yakını, doğu medeniyetleri, Türk medeniyetleri hepsi Asya’da. Biz bu ismi tespit ederken, bütün birikimimizi ve kalkış noktamızı bu coğrafyadan ve bu birikimden oluşturarak yola çıktık.

Türkiye’nin dış politika bağlamında, örneğin Avrupa Birliği’ne girmesiyle ilgili bir problemimiz yok. Eğer milli menfaatler temelinde sağlıklı bir yapılanma ile giriliyorsa, bu coğrafyada bu birikimden yola çıkarak girmesini salık veriyoruz. Zaten AB’nin de Türkiye’yi istemesindeki en önemli etken, hem güvenlik olarak Türkiye gibi bir koridora sahip olmak hem de alternatif coğrafyalara Türkiye üzerinden ulaşmaktır. AB için Türkiye’nin önemi budur. Bizim bu bağlamda elimizi güçlendirmemiz gerekiyor.

Sizin çalışmalarınız ağırlıklı olarak Asya coğrafyasını mı kapsıyor?

Biz sadece Asya’ya yönelik çalışma yapmıyoruz. Bizim Avrupa Birliği çalışma grubumuz ve Dünya güç merkezleri çalışma grubumuz da var. ABD dahil birçok ülkede takip ediliyor. Biz birikimi Asya’dan oluşturmaya çalışıyoruz fakat, sadece Asya üzerinde durmuyoruz.

TASAM İDEALİST BİR PROJE

Biraz hedeflerinizden bahseder misiniz?

Biz bu projeyi 1996 yılında hazırladık. Türkiye’nin hem içte hem dışta stratejik sorunlarına yönelik projeler, raporlar, çalışmalar ve alternatif çözüm önerileri üreten bir merkez kurmayı düşündük. Fakat maddi ve manevi şartların olgunlaşması 6 yılımızı aldı. 2002 yılı sonu itibariyle karar verdik ve harekete geçtik. Yaklaşık 1 yıl süren bir altyapı çalışması oldu ve 1,5 yıldır da aktif olarak faaliyetteyiz. Ülkemizin menfaatine ciddi şeyler üretmeye çalışıyoruz. TASAM idealist bir projedir.

Kadronuzda kimler var ve ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

AB çalışma Grubu, Küresel ve Bölgesel Çalışma Grubu, Afrika Çalışma Grubu, Kafkasya Orta Asya, Ortadoğu Çalışma Grubu gibi şu anda kurulu 10 tane çalışma grubumuz var. Türkiye’nin hem içteki meseleleriyle ilgili hem de dıştaki konjonktürle ilgili çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışma gruplarının başında da alanlarında isim yapmış Profesör, Doçent ve Dr. arkadaşlarımız var. Yelpaze olarak bizim ana fikrimiz olan milli konsept temelinde bir kadro kurmaya çalıştık. Kadro kurarken ideolojik bir yaklaşımımız olmadı çünkü, bilimsellikle ideoloji yan yana olmaz. Milli menfaatler temelinde kim bizimle ortak değerleri paylaşıyorsa, onlara yer verdik. Bu anlamda ekibimiz içerisinde, çok farklı fikirlere sahip insanlar var. Bu da bizim açımızdan büyük bir zenginliği ifade ediyor.

Sizin gibi kurulmuş çok sayıda düşünce kuruluşu var. Bu kuruluşların siyasi partiler tarafından yönlendirildiği ya da fonlandığı iddiaları var…

Biz milli menfaatler çerçevesinde proje üretiyoruz. Bu bir ideoloji olarak tanımlanırsa, siz dışarıdan ideoloji olarak da tanımlayabilirsiniz. Ama bilimsellikle ideoloji beraber gitmez. Bilimsellik çok geniş bütün görüşlere açık ve ispatlanabilen her şeyi kabul edebilen bir mantıktır. Burada yönlendirmek hedeftir. Ama devletimizi ve toplumumuzun moral değerlerini yönlendiren insanların görevidir karar vermek. Burada bize düşen karar vericilere, bir şeyler üretmektir. Onlar bunu alıyorlarsa, kullanıyorlarsa ve faydalanıyorlarsa bu bizim için memnuniyet verici bir durumdur. Şu ana kadar yaptığımız iş ile ilgili olarak çok sayıda tebrik aldık. Bizim çıktığımız yol çok zor ve meşakkatli bir yol. Bu yolun henüz başındayız.

KENDİ İMKANLARIMIZI KULLANIYORUZ

Sizin sırtınızı yasladığınız bir yer var mı? Ekonomik ihtiyaçlarınızı nasıl gideriyorsunuz?

Özellikle 28 Şubat sürecinden sonra toplumumuzdaki kamplaşma çok ileri boyutlara vardı. Toplum bu olaydan sonra çok ağır bir travma geçirdi. Bu dönemden sonra da farklı kesimler arasındaki güven çok zayıfladı. Herkes birbirine karşı çok şüpheci bir yaklaşım içerisine girdi. Dolayısıyla biz de zaman zaman bu sorularla muhatap oluyoruz. Ortaya koyduğumuz konsept temelinde kim bizi destekliyorsa arkamızda o var diyebilirim. Somut olarak bir şey istiyorsanız böyle bir şey yok. Finansman noktasında biz bugüne kadar kendi birikimimizle, proje ve yayınlarımızdan gelirle bu noktaya geldik. Bundan sonra da sponsorluklar, üniversitelerle işbirlikleri, sivil toplum kuruluşları ile ortak işbirlikleri, AB fonları ve yine ticari sözleşmeler karşılığında hizmet verdiğimiz ve vereceğimiz kurumların katkısıyla bu işi yürütmeye gayret ediyoruz.

Sizin Avrupa Birliği’ne bakış açınız nedir? Bugün AB ile olan ilişkilerde gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz özel Avrupa Birliği sayısı çıkarttık. Bu konudaki tavrımız da nettir. Biz ülke bütünlüğünü tehlikeye atmadan, milli menfaatlere zarar vermeden bir ilişki biçimi olacaksa AB’ye girelim diyoruz. Bizim AB’ye karşı olmak gibi bir düşüncemiz yok. Sonuçta AB dünyada önemli yeri olan bir kurumdur. Onlar da belli kriterlerle bizim gibi kurumların projelerine destek veriyorlar. Dolayısıyla, ideolojik olarak bazı kurumları destekliyor olabilirler ama o da benim bilebileceğim bir şey değildir. Biz AB’ye projelerimizi sunuyoruz, eğer onların kriterlerine uyuyorsa, destek veriyorlar. Zaten AB hiçbir projeye yüzde 100 destek vermez. Ancak yüzde 70’ler civarında bir destek söz konusudur gerisini kendiniz karşılarsınız.

Şu ana kadar AB’den hiç fon kullandınız mı?

Hayır. Biz şu ana kadar fon kullanmadık. Ancak, üzerinde çalışılan olumlu yönde devam eden projelerimiz var.

 

Avrupa ile özellikle milli egemenlik konularında, ciddi sorunlar yaşanıyor. Hükümet bu konularda taviz veriyor…Kıbrıs, Ermeni sorunu, Kürt sorunu gibi konularda Avrupa’nın yaklaşımını siz nasıl buluyorsunuz?

Müzakereler stratejik boşluklar oluşturmadan sürdürülebiliyorsa devam edilmelidir. Stratejik boşluklar oluşturulması noktasında, toplumdaki kamplaşmanın artırılması noktasında, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakış açısı noktasında ciddi şüphelerimiz var. Bu anlamda da zaten gerekli uyarıları yapmaya devam ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi rotasını “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak” şeklinde tanımlamıştır. Fakat 80 yıldır biz ne yazık ki, sadece bu rotayı konuştuk. Maalesef Türkiye’nin kendi referanslarından desteklenen bir medeniyet projesi yok. Varsa bile bu çok az insan arasında bilinebilen ve konuşulabilen bir şey.

MUASIR MEDENİYETİN ÜZERİNE ÇIKMAK SÖZÜNÜ TARTIŞMALIYIZ.

200 yıl önce yönünü Batı’ya dönen bir ülke olarak, kazanımlarımız neler?

Batı’daki kurumsal birikimi almaya yönelik olan dış politika eksenini, devletin temel eksenini Batı’ya döndürme projesi, bizim 200 yıldır bir türlü başaramadığımız Batı’daki kurumsal birikimi alma projesidir. Atatürk’ün de bu anlamda derinlikli bir iş yaptığına inanıyorum. Muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkmak sözünün de artık Türkiye’de tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye muasır medeniyet seviyesine değil, muasır medeniyetin üzerine çıkmayı konuşmalıdır. Bu konuları konuşması gereken insanların tartışması lazım.

AB konusunda izlenen politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin AB serüveni 1959-2005 arasında geçen 46 yıllık bir süreci kapsıyor. Burada genelde Cumhuriyetin temel politikası, devletin Batı eksenini teyid eder bir şekilde, AB ye girmemek üzere planlanmış bir ilişki biçimidir. Zaman zaman bazı devlet adamları bu durumu hızlandırmıştır. Fakat zaman zaman geri dönülmüştür. AB’nin politikası da Türkiye’yi almamak üzere planlanmıştır. Türkiye-AB ilişkileri Türkiye’nin girmemek üzere, AB’ında almamak üzere geliştirdiği karşılıklı ilişkiler çerçevesinde devam edip gitmiştir. Türkiye’nin Batı blokunda kalması ve İslam dünyasına yönelmemesi özellikle AB için çok önemlidir. Fakat ilk kez bir hükümet bu işi hızlandırdı.

Peki Türkiye ile Avrupa arasında geçmişten kaynaklanan sorunlar var. Bu sorunlar aşılabilir mi?

Evet Türkiye ile AB arasında yüzyıllar süren tarihi olaylar var. Genetikleşmiş bazı farklılıklar var. Bu noktada, dayatılan sorunları çözmek zorundayız diye yaklaşmak sonun başlangıcı oluyor. Uluslar arası ilişkilerde mantıksız bir şekilde geri adım atmak çok daha büyük geri adımları beraberinde getirir. Tarih bize bunu göstermiştir. Hükümette AB sürecinde sanki bu kadar hızlı gitmenin doğru olmadığını anladı.

AB dışında bir alternatif tanımamak, “ben ille de bu blok içinde olacağım” yaklaşımıyla hareket etmek doğru mu?

Siz kendi referanslarınıza ve kendi medeniyet değerlerinize inanmadan yola çıkarsanız ve ille de bir yere gireceğim diye bir saplantı içinde olursanız, hatalar yapmanız kaçınılmazdır.

KAYBEDİLENLERİ BİR ANDA GERİ ALAMAYIZ

Türkiye’nin Asya ya da Avrasya gibi bir alternatifi var mıdır?

Siz yüzyıllarca dünyanın en büyük devletlerinden biri olarak yaşamışsınız. Fakat sosyolojik, süreçte savaşların sonunda bunu kaybetmişsiniz. Kaybedilenleri bir anda geri almanız mümkün değil. Siz nasıl aldıklarınızı yüzyıllarca geri bırakmamışsanız, bunları sizden alanlar da bırakmayacaklar ve sonuna kadar mücadele edeceklerdir. Bu çok da doğaldır. Bu anlamda bu işi uzun bir yolculuk olarak görmek gerekiyor. Dünya nüfusunun üçte ikisi Asya’dadır. Bugün dünyanın Batı bloku ki özellikle ABD, Asya ve Afrika üzerinde çalışmaktadır. Almanya Başbakanı zamanının yarısını Çin üzerinde harcamaktadır. Dünyanın bütün geleceği ve doğal kaynakları Asya’dadır.

Türkiye bundan nasıl faydalanmalıdır?

Türkiye bundan faydalanmak için Batı’yı bırakmamalıdır. Bu macera olur. Cumhuriyetin dış politika ekseni NATO, ABD ve Avrupa Birliği’dir. Bizim şu anda bu eksenden kaymamızın ülke menfaatleri açısından getireceği bir şey yoktur. Fakat, hem gelecek nesiller için hem de dünyadaki dengeler açısından Türkiye’nin Asya ve Afrika açılımlarını mutlaka yapması gerekiyor. Bu noktada AB Türkiye üzerinden Orta Asya’ya ve alternatif coğrafyalara açılmak istiyor. Ülkemiz bu eksenden açılımları yapabilirse, daha kazançlı çıkacaktır.

Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri ve Rusya ile ilişki kurma sı ABD ve AB’da neden rahatsızlık meydana getiriyor?

Türkiye’nin AB süreci var. Çünkü, Türkiye bugün dünyada potansiyelinden en fazla çekinilen bir ülke durumundadır. Dolayısıyla bu anlamda çok dikkatli bir yol haritası çizmek zorunda.

D-8 ALTERNATİF BİR PROJEYDİ

D-8 alternatif bir proje miydi?

Evet alternatif bir projeydi. Fakat daha fazla işlerlik kazandırılmalıdır. Hem Asya’dan hem de Afrika’dan bir çok ülkeyi barındırmaktadır. D-8 Türkiye’nin potansiyelini yansıtan bir projedir. Türkiye, çok kısa sürede tüm dünyada ses getiren D-8 projesini oluşturmayı başarmış ve bunu resmi olarak kuruluş haline getirebilmiştir. D-8 Batı blokunun çıkarlarını tehdit ettiği için sürekli engellenmeye çalışılmıştır.

Sizin Türkiye’nin iç politikasına yönelik çalışmalarınız var mı?

14 Mayıs’ta İstanbul Ticaret Üniversitesi ile birlikte Ulusal Yayın Politikası Sempozyumu’nu düzenledik. Hem medyadan hem de ilgili devlet kurumlarından çok ciddi bir katılımla bu programı yaptık. Türkiye’deki sosyolojik tahribatın önlenmesi, ülkemiz insanının sosyolojisinin çok daha ileriye gitmesi ve özellikle AB sürecinde medyamızın daha iyi politikalar izleyebilmesi konuları tartışıldı. Bu ve benzeri çok sayıda projemiz var. Zamanla bunlara da işlerlik kazandırmayı düşünüyoruz.