KAMUOYU

Kamuoyu kavramı, siyaset biliminin temel konularından biri olduğu gibi siyasal iletişimle de yakından ilgilidir. Çünkü kamuoyu tutum ve davranışları siyasanın oluşumunda çok önemli rol oynamaktadır. Kamuoyu kavramıyla pekçok bilim dalı yakından ilgilenmektedir. Dolayısıyla kamuoyu kavramına yaklaşımları da bu çerçevede farklılık arzetmektedir. Sosyal psikologlar kamu kanaatlerine ‘kişisel’, sosyologlar ‘grup olayı’ olarak yaklaşırken, siyaset bilimciler kamu kanaatlerini ‘bir kitle olayı’ olarak algılamaktadırlar.

Kamuoyu kavramının, üzerinde ittifak edilen bir tanımı olmasa da genel kabul gören pekçok tanımı mevcuttur. Örneğin, kamuoyu; “aynı toplumsal gruplara üye olanların belirli bir olay karşısında gösterdikleri ortak tutumlar” olarak tanımlanmaktadır. (1)

Childs, kamuoyunu “kanaatlerin toplamı” olarak tanımlarken, grup içi ve gruplararası etkileşim ve iletişimin de mutlaka gözönünde bulundurulması gerektiğini belirtmektedir. (2)

Kapani de kamuouyunu, “belli bir zamanda, belli bir tartışmalı sorun karşısında, bu sorunla ilgilenen kişiler grubuna veya gruplarına hakim olan kanaat” olarak ifade etmektedir. Kapani, “hakim kanaat” tanımlamasının iki unsuru olduğuna dikkat çekmektedir: Biri sayısal çoğunluk, diğeri de yoğunluk ve etkinlik… Kapani, sayısal çoğunluğun her zaman hakim kanaat için yeterli olmadığını belirtip, “azınlığın kararlı bir şekilde benimsediği bir görüş, çoğunluğun gevşek olarak benimsediği bir görüşü geride bırakabilir” diyerek, asıl olanın “yoğunluk ve etkinlik” olduğunu vurgulamaktadır. (3)

Kamuoyunu, “halkın herhangi bir konuda çoğunlukla birleşen düşüncesi” olarak ifade eden Hançerlioğlu, “kamuoyu, toplumsal yaşamın olay ve olguları konusunda toplumsal kümelerin ya da toplumun ortaklaşa yargısını yansıtan düşünce ve kavramların toplamıdır” demektedir. (4)

Kamuoyunu “fikirlerin ve kanaatlerin kamu içerisinde ifade edilmesi” olarak ifade eden Bauer, kamuoyunun “statik” ve “dinamik” olmak üzere iki ayrı yönünün olduğunu belirtmektedir. Kamuoyunun statik yanını “adetler, gelenekler ve teamüller” oluştururken, dinamik yanını ise “ikna ve propaganda” oluşturmaktadır. (5)

Kamuoyu kavramı, yukarıdaki tanımlardan da anlaşılacağı gibi “halkın fikir ve kanaatleri” olarak açıklanmaktadır.Kamu, burada “halk” yerine kullanılmakta, “oy” kelimesi de “kanaat, inanç ve yaklaşım” anlamlarına gelmektedir. Peki bütün bir kamunun aynı kanaatte birleşmesi mümkün müdür? Bu noktada tek bir kamuoyunun varlığından sözetmek mümkün değildir. Kamuoyu, ya çoğunluğun tercihidir ya da birden fazla birbirinden farklılıklar gösteren kamuoyları vardır. (6)

Abadan da tek bir kamuoyunun olmadığına dikkat çekerek, değişik sorunlar karşısında oluşan kamuoyunun da çeşitlilik gösterebileceğini belirtmektedir. (7)

Bektaş, kamuoyu kavramına siyaset bilimcilerin hangi bakışaçılarıyla yaklaştığını şöyle değerlendirmektedir: (8)

“Siyaset bilimciler kamuoyunu tanımlamaya çalışırlarken kanaatlerin toplanmasını veya açığa çıkması olayını, seçimler, seçim sonuçları ya da kamu siyasasının çoğunluğun isteği doğrultusunda belirlenmesi ile açıklamaktadırlar. Diğer sosyal bilimcilerin odak noktası ise, kanaatlerin biçimlendirilmesi, nitelikleri, yoğunluğu ve etkisidir. Dolayısıyla sosyal psikoloji uzmanlarına göre kanaatler, kişilerin dış çevrelerinden aldıkları etkilere gösterdikleri psişik tepkilerden ibarettir. Sosyologlar, kamuoyunun oluşumunda kamuoyu önderlerinin büyük bir önem taşıdığı konusunda birleşmektedirler. Sosyologlar, kanaatlerin kişiler ve gruplar arasındaki toplumsal ilişkiler ve etkileşimler sonucu ortaya çıktığı görüşünü savunmaktadırlar. Toplumsal iletişim (yüzyüze temas) sonucu ortaya çıkan kanaatler ise kamuoyunu oluşturmaktadır”

Kamuoyunun bizim konumuzu ilgilendiren kısmı, siyasal bir anlam taşımasıdır. Kamuoyu, seçimlere katılarak “karar alma süreçlerinin” içinde yer almaktadır. Kamuoyu, siyasal katılmayla kendisini yönetenleri denetleme işlevine sahip olmaktadır. Yine aynı kamuoyu, seçimlerde memnun olmadığı siyasal iktidarın görevine son vermekte, yerine yeni bir siyasal iktidarı işbaşına geçirmektedir.Bütün bunlar da demokratik bir sistem içinde yürütülmektedir.

Kamuoyunun bu siyasal süreç içindeki fonksiyonunu ele alan siyaset bilimciler, kamuoyu için “hükümet dışı özel çevrelerden hükümete doğru yönelen ve hükümetçe göz önünde bulundurulması doğru olan kanaatler” ifadesini kullanmaktadırlar. (9)

Bir kısım siyaset bilimcilerin kamoyunu “seçmenlerin oyu” şeklinde tanımladığı da görülmektedir. Bu yaklaşıma göre seçmenler, siyaseti ve hükümet faaliyetlerini yönlendirmektedirler. Siyasal iktidarın, seçmenlerin oluşturduğu kamuoyunu dikkate almadan bir icraat yapması oldukça zordur. Çoğunlukla da siyasal iktidardan seçmenin hoşuna gidecek, onların çıkarına olan icraatları yapması beklenmektedir.

Kamuoyu Ve Seçmen Davranışı

Kamuoyu davranışıyla seçmen davranışı birbirinin benzeri midir, yoksa farklılıklar taşırlar mı? Yani kamuoyu yoklamalarıyla elde edilen bilgilerin benzerinin sandıktan da çıkması beklenebilir mi?

Hülya Tufan, kamuoyu davranışıyla, seçmen davranışının birbirinden farklı olduğunu ifade ederek, bu görüşünü şöyle temellendirmektedir: (10)

“Kamuoyu yoklaması çerçevesinde görüş beyan etme durumunda olan kişi, elbette kendi görüşünün bilinmesine, kamuya duyurulmasına önem veriyorsa, büyük bir sorumlulukla onu en iyi biçimde aktarmaya çalışacaktır. Ancak bunun sonuçta somut ve doğrudan bir yaptırımının da olmadığı kesindir. Herhangi bir ‘yeterince düşünülmemiş’ fikir ya da hatta yanlış beyan, geri dönülmez sonuçlar oluşturmayacaktır. Dahası, sorulan soruya ilişkin oluşmuş bir kanaati olmayan kişi, hele de içinde bulunduğumuz ‘imaj’ çağında, geçerli olduğunu düşündüğü normlar doğrultusunda herhangi bir ‘toplumsal olarak meşru’ görüş beyan edebilecektir. Ama gerçek oy kullanma söz konusu olduğunda, durum farklıdır. Toplumun bireyleri o toplumun işlerliğini doğrudan etkileyecek kararları alacak kişi ve merciileri seçimlerle belirlemektedir. Bu davranışlarıyla, yalnızca kendilerinin değil, tüm toplumun yaşamını etkileyebileceklerini bilme durumundadırlar.”

Kamuoyu yoklamalarında bireylerin verdiği yanıtlarla, seçim sonuçlarının çoğu kere çakışmadığını, hatta aralarında önemli farklılıkların olduğunu, ülkemizde yapılan seçimlerden sonra ortaya çıkan tablolardan da gözlemlemek mümkündür.

Kamuoyu yoklamalarında birinci parti olarak gösterilen siyasi partilerin, seçim sonrasında üçüncü, hatta dördüncü parti bile çıktığı olmuştur. (Örneğin 1999 genel seçimlerinde ANAP, pekçok kamuoyu yoklamasında en çok oyu alabilecek partilerden biri olarak gösteriliyor, MHP’ye ise çok az şans tanınıyordu. Ancak seçimlerden MHP oy patlaması yaparak ikinci parti olarak çıkarken, ANAP kamouyu yoklamalarında gösterilen oy oranlarının çok altında oy alarak ancak üçüncü parti olabilmişti.)

Seçmen davranışını, kamuoyu yoklamalarının sonuçlarıyla ölçmek yanıltıcı olabilmektedir. Kamuoyu yoklamaları elbette seçmen davranışı hakkında bir fikir vermektedir ama asla sonucu tayin edeci bir niteliği yoktur. Hatta çoğu kere oldukça yanıltıcı olabilmektedir. Tabii bunda kamuoyu yoklamalarının yapılış şekli, kimin yaptığı, hangi amaca hizmet ettiği de önemli rol oynamaktadır.Bir partinin güdümünde olan araştırma şirketlerinin yaptıkları kamuoyu yoklamaları genellikle kararsız seçmenleri yönlendirme amacı taşımaktadır. Bağımsız araştırma şirketlerinin az sayıda kişiyle yaptıkları yoklamalar da genel bir fikir vermekten uzak kalabilmektedir.

Kamuoyunu Oluşturan Unsurlar

Kişinin siyasal değer, inanç ve tutumları zaman içinde oluşmakta, kendisi de bu süreçte önemli bir rol oynamaktadır. Kişi bir anlamda, içinde yaşadığı siyasal kültürün içerdiği değer yargıları, anlayışlar, davranış kuralları çerçevesinde ‘siyasal bir insan’ olarak şekillenmektedir. Birey, doğuştan sahip olmadığı siyasal değer yargılarını, inançlarını ve tutumlarını bir öğrenme süreci içinde zamanla gerçekleştirmektedir. Kişinin toplumun bir üyesi haline gelmesine “toplumsallaşma”, bu öğrenme sürecine ise “siyasal toplumsallaşma” denmektedir. Siyasal toplumsallaşma, siyasal kültürün aktarılması ya da siyasal yaşamın yeniden üretilmesi süreci olarak ifade edilmektedir.

Siyasal toplumsallaşmayla kişi, siyasal sistem hakkında geçerli değerler ve görüşler edinmektedir. Bunu da çevresiyle kurduğu toplumsal ve siyasal ilişkiler sayesinde elde etmektedir. İşte kamuoyunun oluşumu da bu süreç içinde siyasal toplumsallaşmayla gerçekleşmektedir. Siyasal toplumsallaşma, kamuoyu oluşumunda önemli roller oynayan siyasal değerlerin ve kanıların biçimlenmesinde de büyük önem taşımaktadır. (11)

Kamuoyunu oluşturan unsurlara bakıldığında; kişisel tutumların, çevresel etkenlerin, ideolojinin, nüfusun, kültürün, yasal ve siyasal kurumların, dinin, toplumsal grupların ve kitle iletişim araçlarının etkin roller taşıdığı görülmektedir.

Kamuoyunun oluşumunu açıklayan çok çeşitli yaklaşımlar mevcuttur. Konunun daha iyi anlaşılması açısından bu yaklaşımlardan birini vurgulamak yararlı olacaktır.Buna göre kamuoyunun oluşumunda birinci aşama; “kitle davranışı” dönemidir. Kanaatler bu dönemde birincil gruplar içinde oluşmaktadır. İkinci aşama, “kamusal tartışmalar ve çelişkiler” dönemidir. Bu dönemde biçimlenen kanaatler ikincil gruplara aktarılmaktadır. Son aşama ise, “kurumsallaşmış karar verme” aşamasıdır. Bu aşama sonucunda da olumlu ya da olumsuz bir eylem ortaya konulmaktadır. (12)

Bu üç aşama, kamuoyunun oluşumunu sağlarken şu şekilde bir yol izlemektedir: (13)

* Bireyler tek tek sorunlarla ilgilenirler ve çeşitli kaynaklardan topladıkları bilgileri özümserler.

* Bir örgütlü grup, soruna bir çözüm önerir ve bu çözüm çerçevesinde bir kamu oluşur.

* Daha sonra ise örgütlenmiş bir karşıt görüş oluşur.

* Karşıt görüşler örgütlenmelerini tamamladıktan sonra tarafsızları kendi yanlarına çekmeye çalışırlar.

* Bu yolda yapılan tartışma ve çelişkiler kamuoyunu oluşturur.

* Kamuoyu oluşunca, devlet kurumları eyleme geçme durumunda kalırlar.

* Sorumlular, yetkililer eyleme geçerler ve kamuoyunun eğlimi doğrultusunda sorunu çözebilecek kararları alırlar.

Kamuoyunu oluşturan unsurlar iyi bilindiği takdirde, siyasal iletişimde çok önemli bir yere sahip olan kamuoyunun etkilenmesi konusunda da başarılı sonuçlar elde etmek mümkün olacaktır.

Kamuoyu Ve Kitle İletişim Araçları

Kamuoyunun oluşumunda birey ve grupların yanısıra, kitle iletişim araçları da büyük rol oynamaktadır. Bireyler, kitle iletişim araçları vasıtasıyla siyasal olaylar hakkında bilgi sahibi olabilmektedirler. Kitle iletişim araçları siyasal olarak da büyük önem taşımakta; halk, politikacıları ve onların icraatlarını kitle iletişim araçları aracılığıyla izleyerek siyasal kararlarını olgunlaştırmaktadır.

Kamuoyunun iletişim ve toplumsal etkileşim süreci içinde oluştuğu dikkate alınırsa, kitle iletişim araçları vasıtasıyla görülen, işitilen, okunan mesajların, kanaatlerin oluşumunda etkin bir rol oynadığı görülecektir. Kitle iletişim araçlarından siyasal içerikli mesajları alan birey, mesajın içeriğine göre ya sahip olduğu kanaati pekiştirmekte ya da eğer kararsız bir durumda ise karar vermesi kolaylaşmaktadır. Çünkü kitle iletişim araçlarıyla tüm siyasal partilerin mesajları kitlelere ulaşmakta, tercih yapma imkanı böylelikle daha da kolay olmaktadır.

Kitle iletişim araçları bir yandan özellikle siyasal mesajların özgür ve doğru olarak kitleye iletilmesi görevini üstlenirken, diğer yandan da kitlenin, siyasal seçkinlere duyduğu ilgiyi artırmak, kamuoyunun fikir, kanaat ve faaliyetlerini açıklamak, dolayısıyla toplumu oluşturan bireylerin etkilenmelerini sağlamak işlevi görmektedirler. Modern sanayi toplumlarında kitle iletişim araçları halka yönetim ve siyaset hakkında bilgi aktarmak, yönetimin dördüncü kuvveti olmak, kriz anında kitleleri hızla uyarmak, bireylerin rahatlamasına ve onların boş zamanlarını değerlendirmelerine yardımcı olmak gibi çok sayıda işlevi de yerine getirmektedirler. (14)

Kitle iletişim araçlarının “gündem oluşturma” gücü de kamuoyunun oluşumunda etkilidir. Kitle iletişim araçları “istedikleri” haberleri önemseyip büyütmekte, yine “kendi istedikleri” haberleri de küçülterek “önemsizleştirmektedirler.” Kitle iletişim araçlarının bu politikası, kamuoyunun yönlendirilmesinde, etkilenmesinde sıkça kullanılan bir yöntemdir.

Ülkemizde de bunun örnekleri siyasi tarihimizde sıkça görülmüştür. Ülkemizin ilk kadın Başbakanı olan Tansu Çiller, kitle iletişim araçlarının “gündem oluşturma” yöntemiyle kamuoyuna sunulmuş ve günlerce sayfalar dolusu haber, yazı ve yorumlarla desteklenerek siyasette kendisine bir yer bulabilmesi sağlanmıştır. Yine aynı kitle iletişim araçları, ilişkileri bozulunca, daha önce övdükleri Çiller’i çok sert bir biçimde eleştirmiş, kamuoyunu da bu yönde yönlendirerek seçimlerden beklenilenin altında bir oy almasına neden olmuştur. Siyasal gündem oluşturan kitle iletişim araçları, yaptıkları yayınlarla kamuoyunun büyük bir kısmını kendi görüşleri doğrultusunda yönlendirebilmektedirler.

Kitle iletişim araçlarının bu yönlendirme fonksiyonlarına “başarısız bir örnek” ise, ünlü işadamı Cem Boyner’in kurduğu Yeni Demokrasi Hareketi ‘dir. Bu siyasi parti, kitle iletişim araçlarında aylarca kendisine çok geniş yer bulmuştur. Medyanın yoğun desteğini alan YDH’nın seçimlerde önemli bir başarı elde edeceği sanılıyordu.Ama sonuç tam bir fiyasko oldu. Yüzde 1 bile oy alamayan YDH, sonunda siyaset sahnesinden de silinmek zorunda kaldı. Görüldüğü gibi kitle iletişim araçlarının yönlendirmeleri bazen de ters etki yapabilmektedir.

Elisabeth Neumann, kamuoyu ile kitle iletişim araçları arasındaki ilişkiyi incelerken, “suskunluk sarmalı” prensibinden sözetmektedir. Suskunluk sarmalı; “anonim bir toplumda bağlılığın, değerler ve hedefler üzerindeki yeterli bir anlaşma düzeyi aracılığıyla sürekli olarak sağlanmak zorunda olduğu varsayımı” üzerine kuruludur.

Bu “anlaşmayı”, kamuoyu olarak ifade eden Neumann, suskunluk sarmalı’nın kapsamını ve işleyişini şöyle ifade etmektedir: (15)

“Bu tür bir anlaşma sadece siyasal konularda değil, gelenekler ve moda gibi dış etkenler açısından da aranmaktadır. Suskunluk sarmalı kuramı, yalnızca üyelerinin birbirlerini tanıdıkları grupların değil, toplumun da uzlaşmanın dışında kalan bireyleri tehdit ettiği varsayımına dayanmaktadır. Toplum bunları dışlama ve ihraç ile tehdit etmekte, bireyler de belki genetik olarak belirlenen bilinçaltı bir dışlanma korkusu taşımaktadır. Bu dışlanma korkusu, insanların çevrelerinde hangi fikirlerin ve davranış biçimlerinin benimsendiğini ya da reddedildiğini ve hangi fikirlerin ve davranış biçimlerinin taraftarlarının arttığını ya da azaldığını düzenli olarak kontrol etmelerine yol açmaktadır. Suskunluk sarmalı kuramı bu tür değerlendirmeleri yapmakta kullanılan istatistik benzeri bir duyunun varlığını da kabul etmektedir. Bu değerlendirmelerin sonuçları, insanların kamu önünde konuşma ve davranışta bulunma isteklerini etkilemektedir. Eğer insanlar kendi fikirlerinin kamuoyundaki uzlaşma içinde yer aldığına inanırsa, özel ve kamusal tartışmalarda yüksek sesle konuşma cesaretine sahip olurlar. Ama insanlar azınlıkta olduklarını hissederlerse, suskun ve temkinli davranırlar.Böylece kamu önünde kendi taraflarının zayıflığı hakkındaki izlenim daha da pekişir. Bu durum, geçmişten gelen değerlere sıkı sıkıya sarılan kararlı bir azınlık dışında, zayıf tarafın fikirleri tümüyle ortadan kaybolana kadar ya da bir tabu haline gelene kadar sürer…”

Suskunluk sarmalı kuramı, “bireylerin sürekli olarak dışlanma korkusu duyduğu ve bu korku nedeniyle heran fikirlerini yeniden değerlendirmeye tabii tuttuğunu” varsaymaktadır. Bu değerlendirmeler sonucu da kişi ya fikirlerini kamuoyu önünde açıkca ifade etmektedir ya da gizlemektedir. Eğer bireyin fikri, kamuoyunda genel kabul görüyorsa, o zaman birey fikrini açıklamakta bir sakınca görmemektedir. Ancak kamuoyunun genel görüşünden farklı düşünüyorsa işte o zaman fikrini gizlemeyi tercih etmektedir.

Bireyler de kendi fikirlerini oluştururken ençok da kitle iletişim araçlarından sağlanan bilgi ve haberleri kullanmaktadır. Bir yerde bireyler, kitle iletişim araçlarının topluma sundukları bilgileri değerlendirmekte, bu bilgilerin kamuoyunda nasıl algılandığına, kamuoyunun hangi yönde oluştuğuna dikkat ederek, buna göre bir pozisyon almaktadırlar. Eğer kitle iletişim araçlarının oluşturduğu kamuoyuna aykırı bir düşünceleri varsa da dışlanma korkusuyla bu düşüncelerini açıklamaktan çekinmekte, hatta çoğu zaman hiç açıklamamayı tercih etmektedirler. Çünkü toplum, genel kabul gören düşüncelerin dışında farklı bir düşünceyi kabul etmekte zorlanmakta, hatta dışlamaktadır. Oysa demokratik toplumun temel unsurlarından biri de farklılıklara saygı gösterilmesi ve çok sesliliktir. Başkalarının fikirlerine tahammül göstermek, demokratlığın gereğidir. Demokrasi kültürünün yerleştiği ülkelerde bu karşılıklı saygı ve tahammül gösterilse de azgelişmiş ve demokrasisi gelişememiş toplumlarda suskunluk sarmalı kuramı işlemektedir.

Kitle iletişim araçlarının oluşturduğu ve hatta yönlendirdiği kamuoyu, toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından kabul görmekte, sorgulanmadan, tartışılmadan olduğu gibi algılanmaktadır.

Bu yönlendirilmiş kamuoyunun bakışaçısından farklı düşünen, en azından genel kabul görmüş fikirlere katılmayanlar ise, toplumun geneli tarafından “uyumsuz” olarak nitelenerek dışlanmaktadır.

Notlar

1. Leonard Doob, , Public Opinion And Propaganda, New York: Archon Books, 1966, s. 35

2. Harwood Childs, An Introduction To Puclic Opinion, New York: Wiley And Sons, 1940, s. 44

3. Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş,Bilgi Yayınevi, Ankara, 1992, s. 147

4. Orhan Hançerlioğlu, Toplumbilim Sözlüğü,Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996, s. 225

5. Wilhelm Bauer, “Public Opinion”, The İnternational Encyclopaedia Of Social Sciences, New York: MacMillan, 1948, Vol. 12, s. 669

6. Hülya Tufan,“Kamuoyu Araştırmalarının Dayanılmaz Hafifliği”, Bkz. Hülya Tufan (Der.) Kamuoyu Kimin Oyu, Kesit Yayıncılık,İstanbul, 1995, s.21

7. Nermin Abadan, Bürokrasi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara, 1959, s. 181

8. Arsev Bektaş, Kamuoyu, İletişim Ve Demokrasi,Bağlam Yayınları, İstanbul, 1996, s. 56

9. V. Key, Public Opinion And American Democracy, New York: Alfred A. Knopf, 1963, s. 144

10. Tufan,a.g.e, s. 24

11. Bektaş, a.g.e, s. 69

12. A.g.e, s. 96

13. A.g.e, s. 97

14. S.BallRokeach, M. DeFleur, “A Dependency Model Of Mass Media Effects”,Communication Research 3, 1976, s. 3, Bkz.Bektaş, a.g.e, s. 118

15. Elisabeth Noelle Neumann, “The Contribution Of Spiral Of Silence Theory To An Understending Of Mass Media”, New York: Paragon House, 1992, s. 75, Bkz. Süleyman İrvan(Der.) Medya Kültür,Siyaset, Ark Yayınları, Ankara, 1997, s. 226