“Seçmen davranışı” siyasal iletişim alanının en az bilinen, üzerinde çalışma yapılan konularının başında geliyor. Türkiye’de siyasi partiler, oy istedikleri seçmenin tutum ve davranışlarını yeterince bilmiyor ne yazık ki… Seçmen davranışı konusunda ABD’nin Illinois Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Akarca’nın yaptığı bilimsel bir araştırma ilginç sonuçlar ortaya koydu. ”Ekonomik performans ve siyasi sonuçları: Türkiye’de 1950 ile 2004 yılları arasında yapılan genel ve yerel seçimlerin bir analizi” başlıklı çalışmada ”Türk seçmeni oy verirken hükümetin ekonomik başarısını dikkate alıyor mu?” sorusuna da cevap arandı.

Araştırma sonucuna göre, Türk seçmeni, hükümetin ekonomik performansını değerlendirirken, seçimden önceki bir yılı esas almakta ve bu kapsamda ekonomik büyüme ve enflasyon olgusu oyunun rengini belirlemesinde önemli göstergeler olarak ortaya çıkmaktadır. Araştırmanın bir başka sonucuna göre de, Türkiye’de seçmenler değerlendirme yaparken, bir yıldan daha geriye gitmiyorlar. Ayrıca seçmenler, önceki seçimlerde oy verdikleri partiye yeniden oy verme eğilimi gösteriyorlar ancak oy verdikleri partiye verdikleri desteği, zaman içinde de geri çekebiliyorlar.

Açık Radyo’nun sorularını cevaplandıran Prof.Dr. Ali Akarca, araştırmasıyla ilgili detaylı açıklamalarda bulundu. Sizlere bu ilginç söyleşiyi takdim ediyoruz:

Ömer Madra: Prof.Dr. Ali Akarca, Prof. Dr. Aysıt Tansel ile birlikte yaptığı ve çok yakında yayımlanan bir çalışmasında Türkiye’deki bütün seçimleri bir ekonomik bir model çerçevesinde ele almış. Bu çalışma üzerinde biraz konuşmak üzere kendisi ile telefon bağlantısı kurduk. Burada Açık Gazete’nin Ekonomi Notları köşesinden tanıdığınız, programcımız ve “ekonomi muhabirimiz” Hasan Ersel de stüdyoda, Ali Bey’le konuşacak. Hoşgeldiniz ikiniz de.

Hasan Ersel: Hoşbulduk! Sayın Akarca, çok güzel bir yazınız yayımlandı, Aysıt Tansel’le birlikte Public Choice’da. 1950-2004 yılları arasındaki Türkiye’deki bütün seçimleri ele alıyorsunuz. Hem parlamento hem de yerel seçimleri ele alıp, iktisadi başarımla, iktisadi performansla siyasal sonuçlar arasında ilişki kuruyorsunuz. Bunun üzerinde sizinle konuşmak istiyorduk, kabul ettiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. Ben önce sizleri, yazarları tanıtmak istiyorum. Prof. Dr. Ali Akarca Chicago’daki Illinois Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Alanı iktisat. İkinci yazar olan Prof. Dr. Aysıt Tansel ODTÜ İktisat Bölümü öğretim üyesi. Herşeyden önce bu çalışmanızdan dolayı sizi utluyoruz, çok güzel bir yayın olduğu için başarınızı da kutluyoruz. *

Ali Akarca: Teşekkür ederim.

HE: Bu çalışmada ekonominin performansı ile, itkidardaki parti ve koalisyonsa partilerin performansını araştırıyorsunuz; bu nitelikleriyle çalışma Türkiye bağlamında bir ilk sayılabilir değil mi?

AA: Evet öyle diyebiliriz. Şu bakımdan: dediğiniz gibi, 1950’den bu yana yapılan tüm seçimleri inceliyoruz, yarım yüzyılı aşkın bir süre. Sonra değişik seçim türlerini inceliyoruz, milletvekili genel ve ara seçimleri, senato, il genel meclisi seçimlerini birlikte inceliyoruz. Bu, hem gözlem sayısını arttırıyor, hem de seçmenin değişik seçimlerde aynı şekilde oy verip vermediğini kontrol etmemizi sağlıyor. En önemlisi, ekonometrik metodlarla tüm faktörlerin etkilerinin bir arada ele alınmalarını sağladık. Yani bir değişkenin etkisi diğer faktörlerin etkilerinin sabit tutulduğu bir ortamda ölçüldü. Diğer çalışmalarda öyle değil o bakımdan bir ilk diyebiliriz.

ÖM: 46 seçimlerini bu hesaba katmamanızın sebebi herhalde kendiliğinden ortaya çıkıyordur, ama bir kere de sizin ağzınızdan duymak istedik. Şaibeli, hatta geçerliliği hiç tartışmaya yer bırakmayacak kadar hileli bir seçim olduğu söylenir hep, o yüzden mi?

AA: Aslında 46 seçimlerini de dikkate aldık, ama şu şekilde: iktidarın bir önceki seçim oy oranı, denklemimize izah eden bir faktör olarak giriyor. Yani 1946 seçimi sonucu, izah edilen değil de izah eden, açıklayıcı, bir faktör olarak ele alındı. 1946’dan önce serbest sayilabilecek bir seçim olmadığı için 1946 secim sonucunu izah edemedik. Şaibeli olduğu da muhakkak.

HE: Konunun Türkiye kısmına girmeden bir şey sormak istiyorum; diğer ülkelerde de seçmenlerin hangi düşüncelerle, hangi motiflerle oy verdiği üzerinde çalışmalar yapılmış, bu çalışmalarınızda ana çizgileri itibariyle Türkiye’deki seçmen davranışları, dünyadaki diğer demokratik ülkelerdeki seçmen davranışlarından farklılık gösteriyor mu? Yoksa benzerlikler mi hakim?

AA: Aslında Türk seçmenlerin davranışları temelde diğer ülkelerdekilerle hemen hemen aynı çıkıyor. Literatürde, diğer ülkelerde yapılan çalışmalarda seçmenin üç şeye baktığı tespit edilmiş; Birincisi, seçmenler hükümetin ekonomik performansına bakıyorlar, eğer iyi ise ödüllendiriyorlar, kötü ise cezalandırıyorlar. Bu bir kaygı. İkincisi, bir kısım seçmen iktidarın gücünü dengelemek için başka bir partiye oy veriyor. Buna literatürde “stratejik oy verme” diyorlar. Bu iktidarı değiştirmeyecek seçimlerde, örneğin bizim yerel seçimlerde veya ABD’deki başkanlık dönemi ortasına denk gelen Kongre seçimlerinde daha belirgin olarak yapılıyor. Üçüncü nokta da, seçmenler kendi çıkarlarını ve ideolojilerini temsil eden partileri tercih ediyorlar. Yani bazı seçmenler ekonomik durum nasıl olursa olsun kendilerini koruduklarına, düşüncelerine uyduğuna inandıkları partilere oy veriyorlar, bu da biraz atalet (inertia) yaratıyor.

ÖM: Buna rasyonel davranış diyebilir miyiz?

AA: Seçmen bütün bilgiyi dikkate almıyor. O bakımdan rasyonel değildir diyebiliriz, ama şu bakımdan rasyonel: Bir caydırıcılık meydana getiriyor, şayet hükümet kendi ihtiyaçlarına cevap vermiyorsa. Yani geçmiş başarıma bakarak oy verdiği için ileriki iktidarlara bir caydırıcılık yaratmış oluyor. O bakımdan rasyonel diyebiliriz. Ama tüm bilgiyi dikkate almadığı için rasyonel değil gibi de gözükebilir.

HE: Ben çalışmanızın tüm sorularını değil ama bazılarını bir fikir verebilmek için sayayım. Ondan sonra şunu soracağım: Bu soruları seçmenizin nedenleri ne, sizde bu soruların yanıtlarının bulunması niçin önemli geldi? Sorularınızdan bazıları şunlar: “Seçmenler oy verirken hükümetin iktisadi başarımını hesaba katıyorlar mı? Seçmenler enflasyona büyüme kadar önem veriyorlar mı? Geçmişte oy verdikleri partilere bağımlılıklarını sürdürme eğilimi gösteriyorlar mı? İktidardaki partiye oy vermeme eğilimi sergiliyorlar mı? Yakın geçmişe, uzak geçmişe oranda daha çok mu önem veriyorlar? Eğer hükümet bir koalisyonsa, sonuçlardan koalisyonun büyük ve küçük ortaklarını eşit biçimde mi sorumlu tutuyorlar?” Ve, tabii, başka sorularınız da var.

AA: Seçim ekonomisi uygulanıp uygulanmayacağı, hükümetlerin ömürlerinin uzun veya kısa olması, seçimlerin erken yapılıp yapılmaması, bu soruların yanıtlarına bağlı. Mesela, seçmenler enflasyona ekonomik büyümeden daha az önem veriyorlarsa ve hükümetin yakın geçmişteki performansına uzak geçmiştekinden daha fazla önem veriyorlarsa, o zaman seçim ekonomisi uygulanmasını teşvik etmiş oluyorlar. Ayrıca ekonomik performanstan tüm koalisyon ortakları aynı şekilde etkilenmiyorlarsa, ortaklar arası sürtüşme ve dolayısıyla koalisyonun bozulma olasılığı artıyor. O zaman hükümetler kısa ömürlü oluyor. Bir diğer soru da şuydu; “Seçmenler güç dengelemek için başka partilere yöneliyorlar mı?” Örneğin yerel seçimlerde böyle yapıyorlarsa, bu demokrasi açısından yararlı olmakla birlikte, ekonomi politikalarının koordinasyonu bakımından sorun yaratabilir. Bir de zaman içinde iktidar partilerinin oy kaybedip kaybetmediklerini soruyoruz. Verdikleri kararlar, uzlaşılar, yerine getiremedikleri vaatler… Dolayısıyla iktidar partileri iktidar oldukları süre esnasında çok hızlı bir şekilde oy kaybediyorlarsa, hükümetlerin ömrü yine kısa olacak, seçimler daha sık ve erken olacaktır. O zaman memleket daha az deneyimli politikacılar, partiler tarafından yönetilecektir. O bakımdan bu soruların cevapları önemli.

HE: O zaman şu son noktadan başlayalım… Özetle dediniz ki; “iktidar yıpratıyor.” Öte yandan, belirttiğiniz üzere, seçmenin partisine bağlılığından kaynaklanan bir oy hareketsizliği de var. Bu bulgunuz çok önemli, yani “sadece iktidarda olmak, -bir krize falan yol açmasa bile- oy kaybına yol açar” diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız ve etkisi ne kadar? Az mı çok mu, nasıl değerlendiriyorsunuz?

AA: Seçmenlerin büyük bir bölümü, eski oy verdiği partiye oy veriyor, yani bir hareketsizlik var. Ancak iktidar partileri taraftarlarının %18’lik bir bölümü gücü dağıtmak için stratejik olarak oy veriyor, başka bir partiyi seçiyor. Bir de iktidarda oldukları sırada yapmak zorunda kaldıkları uzlaşılar, rafa kaldırdıkları vaatler, verdikleri zor kararlar dolayısıyla, hükümet partilerinin küstürdüğü seçmenler var. Bunlar da iktidarda geçen süre arttıkça yükseliyor. İktidar partileri, ortalama olarak her yıl oylarının %5 kadarını kaybediyorlar. Bu durum iktidarlara erken seçim tercihi yaptırabiliyor, ancak daha ziyade buna zorlanıyorlar gibi geliyor bana. Yani kaybettikleri destek dolayısıyla idare etmek güçleşiyor. Bir de milletvekilleri, seçilememek kaygısıyla başka partilere gidiyor veya başka partiler kuruyor. Yani 2002 seçimleri öncesi ANAP’tan AKP’ye olan transferler gibi, DSP’den İsmail Cem grubunun ayrılıp başka bir parti kurulması gibi. İktidar partilerindeki siyasi sermaye aşınmasından dolayı, milletvekilleri seçilme kaygısı duyarak, partilerinden ayrılıyorlar. O da erken seçime gitme zorunluluğu yaratıyor bence.

HE: Dolayısıyla bu seçim döneminin uzatılması şeklindeki yasal düzenleme aslında Türkiye’nin siyasi gerçeklerine biraz ters düşen bir şey oldu.

AA: Evet. Aslında şimdiye kadar normal zamanında yapılmış tek seçim yok. Eski anayasada 4 yılda birdi, yeni anayasada yani 83 anayasasında 5 yılda bir. Anayasada öngörülen sürede olan seçim yok, hep erken yapılmış. O bakımdan Türkiye gerçeklerine göre 4 yıldan daha öte bir seçim olmaması lazım, hatta daha bile erken olabilir.

ÖM: Yani, şimdiye kadarki en uzun süreli buydu denebilir, 4 yılı biraz aşmış olarak değil mi?

AA: Evet.

HE: Bu aşınma, yani iktidarda olmanın aşınması, Türkiye’deki rakam yıllık %5, sizin izleniminize, bilginize göre dünyada benzer çalışmalara göre yüksek bir oran mı, yoksa bu da başka ülkelerde de benzer bir durum mu?

AA: Aslında biraz fazla, fakat %18 stratejik kayıpla birlikte, zaman içınde olan aşınmayı da dikkate aldığımızda, Amerika’daki seçimlerle benzer çıkıyor, çok farklı değil. Bir de 1957 seçimleri ile ilgili bizde bir çalışma yapılmıştı. Cem Çakmak’ın yaptığı bir çalışmada da aynı oran çıkıyor. Gerçi o sadece denkleminin izah gücünü artırmak için bir önceki seçimi değişken olarak almış, ama onun bulduğu parametreye baktığımızda böyle bir sonuç çıkıyor. Aşağı yukarı 3,5 sene zarfında %43’lük filan bir kayıp olmuş. Başka ülkelerdeki çalışmalarda da aşağı yukarı aynı çıkıyor. Ancak, bizde partiler ilk baştan çok yüksek oy almadılarsa, o zaman tabii bu önemli oluyor. Bir parti %52-55 gibi bir oy oranı ıle gelmişse, oradaki aşınmanın iktıdarın devamına çok fazla etkisi olmuyor. Bahsettiğim %5, tüm oyların %5’i değil, partinin bir önceki seçimde aldığı oy yüzdesinin %5’i. O bakımdan Türkiye’de uzun süreli iktidarların hepsinde iktidarın ilk baştaki oy oranının çok yüksek olduğunu gorürüz. Mesela Demokrat Parti’nin oyu %50’yi aşkın, ANAP’ınki %45’in üstünde, yani o gibi durumlarda iktidar uzuyor. Bu son durumda da herkes 34.3 rakamını telaffuz ediyor, ama 2004 seçimlerinde AKP’nin oy oranı yüzde 41.7 idi, yani neredeyse ANAP’ınkine yaklaşıyor. Bir de tabii barajlardan dolayı özel durum var, diğer partilerin dışarıda kalması dolayısıyla biraz daha uzun sürdü iktidar.

HE: Tabii hiç olmazsa iktisatçıları ilgilendiren taraf, bu ekonomik performans ile iktidarın oy oranı arasındaki ilişki. Önce büyüme performansına bakalım, iktidarın o iktidarda olunan sürece büyüme performansı, iktidar partisinin oylarını nasıl etkiliyor? Bütün dönemindeki performansı mı etkiliyor yoksa başka türlü mü bakıyor seçmenler?

AA: Bizim bulduğumuz Türk seçmenin bir yıldan geriye bakmadığı, ama bu diğer ülkelerde de aynen böyle. Yani seçimden önceye düşen bir yıla bakıyor, ondan daha geriye bakmadığı anlaşılıyor.

HE: “Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür” derlerdi eskiler… Bu çok önemli bir nokta, Örneğin ben bugüne baktığım zaman, yani önümüzdeki seçime baktığım zaman, geçmiş bir yıl kabaca iyi bir ekonomik performans var gibi görünüyor. Bunu tabii tartışabiliriz, ben büyüme hızı açısından söyledim. Tabii “istihdam yarattı yaratmadı, tatmin edici istihdam yarattı yaratmadı” gibi başka boyutları olabilir. Ama öyle gözüküyor ki, bu dönem pozitif, siz de öyle mi yorumluyorsunuz?

AA: Bizim çalışmamızda büyüme hızından kastettiğimiz, kişi başına düşen reel GSYİH’daki artış, o da zannediyorum 2006’da %4.6 civarında idi. Tabii büyüme daha fazla, yani GSYİH olarak alırsak.

HE: Tabii. Fakat kişi başına bu rakam da Türkiye’nin uzun dönem performansında kötü bir rakam değil.

AA: Değil.

HE: Bana şu ilginç geldi; büyümenin son bir yıldaki kişi başına gelir artışı seçmen davranışlarını etkiliyor, ama iktidarda kalmanın yıpratması birikimli bir etki. Bunu, bu farklılığı nasıl açıklıyorsunuz?

AA: İktidarda kalmanın etkisinin birikimli olması, her karardan hoşnutsuz olanlar olması ve bunların küstürülmesiyle ilgili. Yani iktidarda geçen süre uzadıkça alınan kararlar ve dolayısıyla küstürülenler de artıyor, birikiyor. Her kişi bir karardan etkileniyor, küsüyor partiye, o şekilde. Yani, uzun süre iktidarda kalan bir parti daha çok karar almış oluyor, daha çok uzlaşı yapmış oluyor, daha çok kişiyi kızdırmış oluyor. Muhalefetteki gibi değil, iktidarda olunca kararlar almak gerekiyor, bazıları zor kararlar, taraftarlarının bir kısmını hayal kırıklığına uğratıyor. O zamanla birikiyor.

ÖM: Çok acayip gelmezse şöyle bir şey geliyor aklıma, bir yandan iktidarda bulunmanın verdiği yıpratıcılığın düşüşü var, bir yandan da son bir yılda eğer performans iyi ise onun da bir destek getirmesi mümkün iktidara. Bunlar birbirlerini ifna ediyorlar mı eski değimle, nasıl yorumlayabiliyoruz?



AA:
Eğer, “diğer konulara girmeden şimdiden bir tahmin yapalım” diyorsanız yapalım. Bizim bulgularımızdan bir tanesi, 2002 seçimlerinin diğer bütün seçimlerden çok farklı olduğu. Denklemimize bir kukla değişken koyarak o seçimin farklılığını ölçtük. Bizim modelimize göre iktidarda kaldığı süre zarfında iktidar partilerinin oy kaybı oluyor, ekonomik performanstan dolayı artıları veya eksileri olabiliyor. Bir de stratejik oylama dolayısıyla oyları düşüyor vs. Bütün bu faktörleri dikkate aldığımızda, kaybetmeleri gereken oydan %24.56 puan daha fazla oy kaybetmiş, 2002 yılında iktidar olan üç parti, yani DSP, MHP ve ANAP. Oyların dörtte biri diğer partilere kaymış vaziyette. Zaten dikkat ederseniz şimdiki seçimlerde de büyük mücadele o oyların geri alınması üzerinde oluyor. Yani bu seçmenlere, “bazı şeylere kızdınız gittiniz, ama rejim elden gidiyor” şeklinde bir söylem kullanılıyor. Herhangi bir öngörüde bulunurken 2007 seçimleri için bu oyların gittikleri yerde kalıp kalmayacaklarini bilmek gerek, yani bizim kukla değişkenimizin 2007 değerini bilmek. Eğer 2004 yılı seçimlerini baz alırsak, 2002’de ve 2004’de AKP’ye giden oylar, geriye dönmeyecek varsayımını yapmış oluyoruz. Ancak normal aşınma vs. ile ilgili olarak bir oy kaybı olacak diyoruz. İktidarda olmanın %9.3’lük bir avantajı var, yani ana iktidar partisi bazı taraftarlarını kaybediyor, ama iktidarın getirdiği imkânlardan yararlanarak başka partilerden de oy aktarabiliyor, o yüzde 9.3 puan çıkıyor. Biraz önce bahsetmiştim, iktidar oylarının %18’ini kaybediyor demiştim, 41.7’nin %82’sini aldığınız zaman oradan da bir artı %34.2 çıkıyor. Büyümeyi yuvarlak %4,5 alalım dedim, çünkü 2007 rakamları daha çıkmadı. Onu da 0.88’le çarpıyoruz çünkü %1’lik büyüme %0.88 puan artı getiriyor. O da artı %4 tutuyor. Enflasyonu da %12 alalım dedim, biz enflasyonu GSYİH deflatöründeki artış olarak aldık. O da 2006 yılı için 11.6 civarında, onu da %12 aldım yuvarlak olarak. Bu sayıyı eksi 0.13’le çarpıyoruz. Yani %1’lik enflasyon artışı %0.13 puan oy kaybı doğuruyor. Oradan da eksi %1.6’sı var AKP’nin. Bir de demin, iktidar yılda %5 oy kaybediyor demiştik ya, 2004 seçimlerinden bu yana 3.25 yıl geçmiş, %5’ten hesapladığınız zaman 41.7 oyla, o da eksi %6.8 oluyor. Netice itibariyle bunları topladığımızda 39.1 çıkıyor. Bazı anketlerde de öyle çıkıyor zaten. Fakat bu tabii önemli bir varsayıma dayanıyor, 2002’de anormal bir şekilde, diğer partilerin kaybettiği oylar gittikleri yerde kemikleşmiş varsayımını yapıyoruz. Bir de aynı hesaplamayı detaya girmeden 2002 bazlı yaptım, yani ondaki varsayım da şu oluyor; 2002 seçiminde AKP’ye giden oylar orada kalıyor ve 2004 seçimlerinde, 2002 ve 2004 arasında AKP’ye gelen oylar geri gidiyor varsayılıyor. O zaman da %32.1 çıkıyor. O iki rakam arasında bir şey çıkacak sanırım, fakat %24.56’lık oy ne şekilde dağılacak, kesın olarak bilemiyoruz tabii.

ÖM: Bu durumda AKP için %39.1’le %32.1 arasında seyredecek bir tahminde bulunmak mümkün olabilir.

HE: Söz buraya gelmişken enflasyona değineyim, onu sorayım; Şimdi enflasyona karşı duyarlılık büyümeye oranla aynı düzeyde değil gibi çıkıyor, öyle mi çalışmanızda? Yani seçmen büyümeye daha duyarlı mı?

AA: Seçmenin büyümeye verdiği ağırlık, enflasyona verdiğinin 7 misli hemen hemen. Oradan da görülen şu, eğer %1’lik büyüme %7’den düşük bir enflasyon yaratıyorsa ana iktidar partisi için değer bir durum. Biz bir de şunu bulduk, ana iktidar partisi büyümeden ve enflasyondan etkileniyor, küçük ortaklar, eğer koalisyon varsa, sadece enflasyondan etkileniyor, büyümeden etkilenmiyorlar.

HE: Bu tabii mantıksal olarak seçim ekonomisi izlemekte biraz iktidarı özendiren bir şey değil mi?

AA: Gayet doğru tespitiniz. Enflasyon bir müddet sonra gözüküyor, yani ekonomiyi uyarıyorsunuz, bazı vergileri kaldırıyorsunuz, memura işçiye bol ücret veriyorsunuz, tarım desteklerini arttırıyorsunuz, köprü, yol inşaatlarını hızlandırıyorsunuz, bunlar enflasyonist bir etki yapıyor, ama bu seçimden sonra çıkıyor ortaya genellikle. Yani %7’den bile daha fazla enflasyonu göze alabilir iktidar bu durumda, çünkü seçimden sonra frene basacaktır, daralma olacaktır, ama o daralmanın kötü etkileri bir sonraki seçime kadar unutulacaktır. Böyle siyasi kaynaklı dalgalanmalar olacaktır.

HE: Bu bulguların dışında sizin kullandığınız bir deyime işaret etmek istiyorum. Siz seçmeni “geçmişi unutan” değil de “miyop” olarak tanımlıyorsunuz çalışmanızda. Ben de miyop olduğum için önümü görmekte zorluk çekiyorum.

ÖM: Ben de!

HE: Seçmen sadece geçmişi unutan, belleği uzun olmayan filan değil, acaba ileriye doğru da çok uzağa bakmayan anlamında bir vurgu mu var, yoksa bunu ben kendi kendime mi yazdım?

AA: Biz, seçmen uzak geçmişe neden aynı ağırlığı vermiyor sorusunu incelemedik, aslında bu incelemeye değer. Belki ekonomi bilimi yanı sıra psikoloji bilimini de işin içine sokmak gerekiyor. Ancak bu durumu açıklayabilecek bir kaç hipotez ileri sürebilirim, ama bunların hangisi doğru şu anda bilemiyorum. Birincisi, dediğiniz basit hafıza kaybı ile açıklamak. Bu aslında reklam modellerinde de görülüyor. Mesela bir müddet bir ürünün reklamını yapıp sonra kestiğinizde etkileri hâlâ sürüyor fakat giderek kayboluyor, aynı o şekilde. İkincisi, aslında seçmen ileri bakıyor olabilir, yani ileri bakıyorsa son yıl gelecek için daha iyi bir gösterge olur. Yani o iktidar altındaki en güncel rakamı kullanmış oluyor ilerisi için. Üçüncüsü de iktidarların ilk yıllarının geçmiş iktidarların mirası olarak görülebileceği, yani yeni iktidarın ilk yıllarına, “onların etkileri daha henüz görülmedi, eskinin etkileri devam ediyor” şeklinde bakıyor olabilir seçmenler. Seçmenler son yıl performansının iktidarın etkisini daha net ölçtüğü kanaatinde olabilirler. Eğer bu son bahsettiğim iki şık geçerli ise, sizin kaygılarınızın biraz hafiflemesi gerekir. Ancak hiçbir iktidar, gelecek seçimlere kadar zorluklarla boğuşup, seçimden sonra çok rahata ereceğiz, diyerek oy alamaz. Onun için acı ilacın hemen seçimden sonra alındığı, bır sonraki seçime kadar acıların unutulup bazı faydalarının gözlenebileceği bir reform süreci yaşanması lazım. Mesela AB’ye uyum bence kısa dönem zorluklar, uzun dönem beklenmeden hissedilen faydalar sağlayabilecek parçalar halinde zamana yayılarak gerçekleşecek herhalde.

HE: Yani dolayısıyla AB’ye uyumu topluma anlatabilecek bir strateji var, kabul ettirecek bir strateji var diyorsunuz? Bu önemli bir nokta, çünkü önemli bir nokta da toplum bu tür acı ilacı içmek istemeyebilir, ama siyasi maharet bunu başarabilir.

AA: Bunları bölmek gerekir demek istiyorum, yani alınacak kararlar, acı ilacın içilmesi, seçim döneminin sonuna bırakılırsa, tabii istikrarsızlık olur. Seçimlerden hemen sonra hükümet böyle bir acı ilacı içirir ve bir sonraki seçimlere kadar da acılar biraz unutulur, faydalar da görülmeye başlanırsa o zaman halk desteği sağlanabilecektir. Ama acı ilacın hepsini birden içirmek çok zor, hele faydaları cok sonra gorulecekse.

HE: Tabii.

ÖM: “Acı ilaç” derken, belki, daha çok ekonomik alanda alınması gereken bir takım fedakârlıklar kastediliyor olabilir. Ben araştırmayı da okumadan ukalâlık ettiğim için mazur görün, fakat biraz önce de sizin de sözünü ettiğiniz gibi, ekonomide giderek psikolojik tahlillerin de ağır basması eğilimi de gözüküyor son zamanlarda, ekonomi Nobellerini de psikologların aldığı dikkate alınırsa. Buradan çok dolaylı bir soru sormak istiyorum; acı ilaçtan kastedilen unsurlardan birine de çevrenin korunmasının maliyeti ya da bozulmasının maliyetini de katmak gerekebilir mi acaba siyasi partilerin programlarına?

AA: Tabii para arzı hızının yavaşlaması, herkese bol zam, maaş verilmemesi, bir takım şeylerin özelleştirilmesi, özelleştirilen yerlerdeki bazı personelin işini kaybetmesi, vs. bunların hepsi içine giriyor. Transformasyon olacak tabii, ekonomik yapı değişince sektörler arası transferler olması gerekiyor, yapı değiştikten sonra ekonomi daha düzeliyor, ama transformasyon sırasında zorluklar olacaktır. Yani evden taşınmak gibi, daha geniş eve bile gitseniz taşınma süreci epey stresli oluyor.

HE: Bu konunun herhalde önümüzdeki dönemde çok üzerinde durmamız gerekiyor, çünkü Türkiye ekonomisi için temel sorunlardan bir tanesi de sadece bu reform sürecinin yükü, mutlak yükü değil, o yükün zaman içinde farklı gruplara yüklenmesinin kaçınılmazlığı. Tabii bu önlem almayı gerektiriyor.

Uzun süre bizim buralarda lafı çok edildi, “nihayet koalisyonlardan kurtulduk“ filan diye. Ben bunu pek ciddiye almamıştım, hiçbir zaman almadım. Koalisyon demokrasinin de gereğidir. Formel olur informel olur, ama koalisyon farklı fikirlerin biraraya bir nedenle gelmesidir. Bazı konularda hiç aynı fikirde olmadığınız, aynı partide buluşmadığınız insanlarla buluşmak gerekir, bu da bir koalisyondur. Sizin koalisyonlarla ilgili de ilginç bulgularınız var. Koalisyon hükümetleri olduğu zaman bu hükümetlerde koalisyonun büyük ortağı var, yani parlamentoda çok üyesi olan, çok bakanlığı kontrol eden; bir de küçükleri var. Peki bu seçmen davranışı koalisyonun küçük ortaklarına karşı nasıl oluyor? Onlara karşı nasıl davranıyor, büyük ortakla aynı şekilde mi tutuyorlar?

AA: Aynı olmuyor, o bizim için de sürpriz oldu. Yani enflasyondan aynı oranda etkileniyorlar, fakat büyümeden küçük partiler etkilenmiyor, sadece ana iktidar partisi etkileniyor. Bu enteresan bir bulgumuz oldu. Aslında onun neden böyle olduğunu incelemedik. Benim şahsi gözlemim şöyle; koalisyon hükümetlerinde büyümeyi etkileyen icracı bakanlıklar genellikle ana iktidar partisinde kalıyor, küçük ortaklara ise pazarlıklar sonucu taraftarlarına iş dağıtabileceği, onlara kredi, kaynak aktarabileceği bakanlıklar bırakılıyor. Seçmen de bunun farkında anlaşılan, yani enflasyonu tetikleyen şeylerden birisinin de bu kaynak aktarılması, taraftarlara imkânlar sağlanması olduğunu farkediyor ve bundan küçük ortakları da aynı derecede sorumlu tutuyor. Büyümeyi kontrol eden bakanlıklar ana iktidar partisinde olduğu için belki de büyümeden sadece onu sorumlu tutuyor, yani iyi ise sadece onu ödüllendiriyor, kötü ise sadece onu cezalandırıyor.

HE: Çok ilginç.

ÖM: Çok ilginç hakikaten.

AA: Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum, ama benim şahsi görüşüm.

HE: Herhalde bunu daha detaylı araştırma imkânını Türkiye’de birileri bulur diye umuyoruz.

AA: Evet, incelenmesi gerekir.

HE: Bu çalışmanın ilginç taraflarından bir tanesi de, yerel seçimleri de göz önüne alması. Yerel seçimlerde Türk seçmenleri nasıl davranıyor? Bu milletvekili seçimlerinde olduğu gibi mi yoksa bazı belirgin farklılıklar var mı?

AA: Enteresan farklılıklar var. Aslında biz şu noktadan hareket ettik, mesela ABD’de milletvekili seçimleri 2 yılda bir oluyor, Kongre seçimleri. Başkanlık dönemi 4 yıl olduğu için onun tam ortasına düşen Kongre seçimlerine dönem ortası seçimleri diyorlar. O seçimlerde, 1898’den bu yana 2 seçim hariç, hepsinde Beyaz Saray’ı elinde tutan parti oy kaybetmiş. Bu durumu inceleyenler de şu kanaate varıyorlar, seçmen stratejik oy veriyor, yani iktidarı değiştirmeden onu uyarıyor o seçimlerde, yani başkanın partisini dengelemeye çalışıyor. Biz de, acaba bu bizim senato seçimlerinde yahut ara seçimlerde veya yerel seçimlerde oluyor mu diye düşündük. Bulduğumuz şu, geçmişte senato seçimlerinde olmamış, fakat yerel seçimlerde ve ara seçimlerde oluyor. Yani seçmen iktidar partisi aleyhine oy veriyor, daha önce bahsettiğimiz aşınmaların üstüne %6-7’lik bir oy kaybı oluyor iktidar partilerinde, İl Genel Meclisi seçimlerinde. Seçmen merkezi hükümeti değiştirmeden yerel hükümetleri diğer partilere biraz daha fazla vererek, iktidarın gücünü dengelemiş oluyor. Tabii tüm seçmenler değil %6 kadarı, bütün seçmenler öyle davranıyor demiyorum.

HE: Bir de partilerimiz lider partisidir diyorlar, sizin bir de öyle bir sınamanız var, parti lideri değişince partinin oyu değişiyor mu diye.

ÖM: Hatta buna ben de şunu ilave edeyim, lider diktasından, diktalarından sıkça bahsedilen bir ülke Türkiye.

HE: Dolayısıyla seçmen hep bir şahıs görüyor karşısında, yani parti ikincil gibi. Fakat sizin çalışmanızda işaret ettiğiniz, Türkiye’de parti liderlerinin değiştiği dönemler var. Lider değişince partinin sarsıldığı ya da toparlandığı gibi bir şey söylemek mümkün mü?

AA: Tabii bir iki örnek yine öyle olacağını göstermez, ama 1965 yılında Gümüşpala’nın vefatı sonunda Demirel iktidar partisinin başına geçiyor, 91’de Özal cumhurbaşkanı olduktan sonra Mesut Yılmaz’la giriyor ANAP seçime, 95’te ise Demirel’in cumhurbaşkanı seçilmesi sonrasında Tansu Çiller başkanlığında giriyor DYP seçime. Bunların her birisi o andaki ana iktidar partileri. Bu lider değişikliklerin partilerinin oylarına etkisi olup olmadığını inceledik. Diğer faktörleri dikkate aldığımızda bunların ayrıca kayda değer bir etki yapmadıklarını saptadık. Kamuoyunda ve medyada bunun aksi bir kanaat olduğunu biliyorum, fakat şunu da söyleyeyim, şahsi fikrimi söyleyeceğim; Bence Özal ve Demirel cumhurbaşkanı oldukları için partileri oy kaybetmedi, partileri oy kaybetmekte olduğu için onlar cumurbaşkanı olmayı seçtiler. Rakam vereyim; Özal cumhurbaşkanı olmadan az önce yapılan 1989 yerel seçimlerinde ANAP’ın oyu %21.8’e düştü, bu 87’de 36.3’tü, yani 2 yıl önce, büyük bir düşüş. 84’te 41.5’ti, yani bu oylar düşmeye Özal cumhurbaşkanı olmadan çok önce başlamıştı. Demirel’in cumhurbaşkanı olmasından hemen sonra yapılan 94 yerel seçimlerinde de DYP’nin oyu %21.4’e düşmüştü. Halbuki 94 oyu %27 idi, oradan %21.4’e düşmüş, yani bunlara bakarak tersini söylenebilir, yani liderler partilerinin oyları düşmeye başladığı için daha fazla başbakanlıkta kalamayacaklarını gördükleri için cumhurbaşkanlığına geçmeyi tercih etmiş olabilirler. Tabii bundan sonra da aynı şekilde olacak diye yorumlamamak lazım, ben sadece eldeki gözlemlerin o tezi desteklemediğini göstermesi bakımından söylüyorum.

ÖM: Benim aklımı hep kurcalamış olan bir noktayı bu vesileyle sormak istiyorum, siz bütün seçim dönemlerini izlemiş olduğunuza göre bunu da sorabiliriz, belki gözünüze ilişmiştir, şöyle bir iddia var;, 27 Mayıs darbesi olmasaydı Menderes, Demokrat Parti iktidarı kaybedecekti yaklaşan seçimleri, öyle bir eğilim vardı ve onun yerine muhalefetteki CHP kazanacaktı. Bu bütün süreci de etkiledi diye bir iddia var. Sizin araştırmanızdan buna benzer, bunu doğrulayan ya da yanlışlayan bir sonuç çıkabiliyor mu?

AA: Çıkabilir, onu şu anda incelemedik, ama aslında benim aklımda olan bir şey. Yani çıkardığımız denklemi kullanarak olmamış fakat olması mümkün olan şeyler ne olabilirdi şeklinde bir analiz yapılabilir. Denkleme 54 seçimi rakamlarını, 57’deki ekonomik durumu, vs. yerleştirerek, darbe olmasaydı ve o tarihte seçim olsaydı nasıl bir sonuç elde edilirdi, onu ölçmek mümkün. Belki darbe o yüzden de olmuş olabilir. Aslında bahsettiğiniz nokta çok enteresan, mesela 12 Mart’ta darbe oldu, seçim zorlaması yaptırmadılar, mevcut parlamento içinde partilere, başka bir hükümet kurdurdular, seçmenin seçmediği bir şekilde. Yani 27 Mayıs’ta da aynı şekilde iktidarı askerler ele aldı, yani bir muhtıra vererek seçime gidilmesini isteyebilirlerdi. Yani 12 Mart’ta “hükümeti şöyle kurun yerine, şu anda hemen iktidarı bırakın, seçime gidin” diyebilirlerdi, dememeleri çok enteresan. Dediğiniz gibi incelenmeye değer.

ÖM: Bence de çok ilginç bir konu.

AA: Mesela bu son durumda seçim zorlandı, daha öncekilerde seçim zorlanmadı. Bunların neden olduğunu incelemekte yarar var tabii. Ben siyasi bilimci değilim, iktisatçı olduğum için, benim biraz konumun dışında kalıyor. Fakat denklemi kullanarak bazı fikirler elde etmek mümkün olabilir.

HE: Sonuna geldik, biraz spekülatif bir soru sormam herhalde affolunabilir artık. Tabii iktisat içerisinde kalarak -spekülasyon dediysem de o kadar-, şöyle bir görüş var; Türkiye 2001 krizi sonrasında önemli bir yapısal değişim geçirdi. Bu değişim belki siyasi ilişkileri etkileme biçiminde de değişiklik yaratmıştır. Dolayısıyla bambaşka bir yapı var. Başka bir deyişle 2007 seçimleri bir anlamda değişik ortamda, değişik parametreler altında yapılan bir seçim olacak. Bunu sadece ekonomi boyutuyla söylüyorum. Siz, çalışmanızdaki bulgulardan, yine de 2007 seçimleriyle ilgili olarak, ana çizgiler itibariyle bir şeyler çıkarılabileceğini düşünüyor musunuz? Bana çıkarılabilirmiş gibi geliyor Ne dersiniz?

AA: Biraz önce verdiğim sayıları kullandım, denklemini kullanarak yaptığım tahmin, bana ait, ortağım (Prof. Dr. Aysıt Tansel) bu konuda ne düşünüyor bilmiyorum. Bir takım varsayımlar yapmak gerekiyor, benim gözlemim, şu ana kadar ekonomi önemli bir konu değil bu seçimde.

HE: Evet, öyle gözüküyor.

AA: Ekonomi iktidar partisine artı olarak yazılıyor, enflasyon düşük, ama düşük olmasa da zaten ağırlığı çok az, büyüme önemli, kişi başına düşen GSYİH büyümesinin de %4,5 civarında olduğu düşünülürse, o artı 4 puan filan getiriyor. Fakat ona oranla 2002’de %24.56’lık bir oy kaymış iktidar partilerinden, izah edilemeyen bir şekilde, yani ekonomik faktörlerle, vs. izah edilemeyen bir şekilde. Onun büyük bir kısmı da AKP’ye gitmiş, bir kısmını Genç Parti’ye, bir kısmı CHP’ye gitti. Yani büyük mücadele o oyların oradan koparılması üzerinde oluyor benim görüşüm. Yani rejimle ilgili tartışmalar, vs.

ÖM: Şimdi nasıl görüyorsunuz?

AA: Mesela Amerika’da da soruyorlar “İslamcılar iktidara geldi” diye. “Tam emin değilim” diyorum. Çünkü şu şekilde bakılabilir: Saadet Partisi, eski Refah Fazilet’in devamı olarak görülebilir. AKP de, eğer söylemlerinde samimilerse, o İslami partiyi yerle bir eden grup olarak da görülebilir bence. Aslında bu iyi bir şey, eğer takiyye filan olmuyorsa. Ben şahsen inanmıyorum ama, eğer böyle bir şey mevzu bahis değilse, onların biraz normale, yani ekonomik düşünceye, rasyonel düşünceye yaklaşması olarak görmek lazım. Diğer ülkelerde de tarihsel olarak öyle olmuştur zaten, yani Amerika’ya din devleti kurmak için gelenler olmuş, -faiz yasakmış, vs.- sonra aynı kişiler faiz kullanmaya, rasyonel düşünmeye, ekonomik düşünmeye başlamışlar. Yani şehirleşme arttıkça, ticarileşme arttıkça, partilerin de onlara ayak uydurmak zorunda kalmaları gerekiyor. Bizim burada konumuz değil, ama 95 seçimleriyle ilgili ayrı bir çalışmamız var**, orada her partiyi, sadece iktidar partilerini değil, bütün partileri incelemiştik. Orada elde ettiğimiz bir bulgu şuydu; DYP, AP ve o paralelden gelen partiler şehirlerde daha az oy alıyor, kırsal kesimde daha çok alıyor. O parti değişmezse, sadece kırsal kesime tarım desteği filan sağlayan bir duruma düşerse, şehirleşme arttıkça o partinin oyu gittikçe eriyecektir. Dolayısıyla partilerin değişime ihtiyacı var, belki de AKP’yi kuranlar, yani Fazilet Partisi’nden ayrılıp AKP’yi kuranlar Saadet Partisi’nin tersine bu değişmenin gerekli olduğunu görüp yapan kişiler olarak da bakılabilir bence.

ÖM: AKP’nin %32.1 ile %39.1 aralığında yansıdığını vermiştiniz rakam olarak, bunun CHP ve mesela MHP açısından yansımaları konusunda da bir tahmin yapmak mümkün mü?

AA: Onu incelemedik. Biz bu araştırmayı yaparken sadece iktidar partilerinin oylarını inceleyebildik. Onun sebebi de şu; askeri darbeler, parti kapatmaları sonucunda düzenli bir dizi yok partiler hakkında, veriler kopuk kopuk. Ancak meseleyi iktidar partisi veya partilerin oy oranı olarak koyduğunuz zaman, partiler değişiyor ama iktidar partileri hep var, uzun bir dizi elde etmek mümkün oluyor. Bazı partiler için bir uzun dönem incelemesi yapılabilir; mesela CHP ilk baştan beri var, kısa bir kesinti dışında. Fakat şunu söyleyebilirim; CHP, DSP’nin kaybettiği oydan daha az oy kazandı 2004’de, 2002’de, onun için, eski DSP’lileri yanına çekebilirse, CHP’nin biraz daha oy alma potansiyeli var. Bence DSP ile birleşmesinin veya onlarla anlaşma yapmasının sebeplerinden birisi o. Bir de aynı söylemleri, yani milliyetçi söylemleri ortaya çıkarması da onunla ilgili olabilir. Yani AKP’ye giden, Genç Parti’ye giden oyların bir kısmını daha kendisine çekmek için. Yani CHP oyunu çok arttırdı 2002’de ama solun oyları en düşük seviyelerine indi.

ÖM: Galiba süreyi doldurduk. Çok teşekkür ederiz bizimle zamanınızı paylaştığınız ve bu araştırmanın sonuçlarını da bize gayet aydınlatıcı bir şekilde yansıttığınız için. Hasan Ersel’e de çok teşekkür ederim.

AA: Ben teşekkür ederim, çalışmamı dinleyicilerinizle paylaşmamı sağladığınız için, ilginç sorularınız için.

Not: Bu söyleşi 2 Temmuz 2007 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.

* Ali T. Akarca & Aysit Tansel: Economic Performance and Political Outcomes-An Analysis of the Turkish Parliamentary and Local Election Results Between 1950-2004, Public Choice, Vol. 129, October 2006, pp. 77-105.

** Ali Akarca ve Aysıt Tansel: Social and Economic Determinants of Turkish Voter Choice in the Parliamentary Election 1994, IZA Discussion Paper, June 2007 [Bu çalışma Electoral Studies adlı akademik dergide 2007 yılında yayınlanacaktır]