Yrd. Doç. Dr. Esra ARSAN

22 Temmuz genel seçimlerinden önce, seçmen kitlenin böylesine yoğun bir şekilde AKP `ye yöneldiğini göremeyen, mesleki tabirle söylersek, `kokuyu alamayan` siyasal gazeteciliğimizin içinde bulunduğu durumu soğukkanlılıkla tahlil etmekte fayda var. Kimi gazeteciler, köşe yazarları neden okurlarından (ve tabii seçim sonuçlarını doğru tahmin eden Tarhan Erdem `den) özür diliyorlar? Neden kimi yorumcular seçmenin nabzını doğru tutamayan, şuursuz ve manipülatif yayınlarla halkı yanıltan köşe yazarlarının istifasını istiyorlar?

Öncelikle birkaç saptama: Türkiye `de elit merkezli bir basın var. Gazete tirajları düşük. Halk, gazete okumaktan çok televizyon izliyor. Basın özgürlüğü sıkıntılı. Medya genellikle ekonomik olarak marjinal ve devletle yakın ilişki içinde. Basın, daha çok siyasi olaylara odaklanıyormuş ve halka ülkede olan biteni açıklıkla anlatıyormuş görüntüsü verse de, halk basına güvenmiyor. Çünkü, biliyor ki gazeteciler arasında siyasi paralellik ve partizanlık çok yaygın. Gazete ve TV haberleri olgulardan ziyade yoruma dayalı. Basının hükümetlerin enstrümanı olması, parti veya hükümetlerin sözcülüğünü yapması gözle görülen bir pratik. Gazetecilikte profesyonelleşme yaygınlaşmadığı için, gazetecilik sanki siyasi bir aktivite olarak algılanıyor ve bu da gazetecilik bağımsızlığını sınırlıyor.

Bütün bu açılardan bakıldığında, modern siyasetin, artık genel anlamda medyadan sunulan siyasete dönüşmüş olduğunu iddia edenler olsa da, halkın büyük çoğunluğunun politik seçimlerini yazılı ve görsel medyadan gelen mesajlara göre yapmadığını görüyoruz. Şunu hemen söyleyelim ki, bu sadece Türkiye `ye özgü bir durum değil. Günümüzde siyasal iletişimin yüz yüze olduğu iki fenomenden söz ediliyor: Birincisi, siyasal gazeteciliğin çöküşü, ikincisi ise günümüzde spin doktorları, iletişim danışmanları, medya planlamacıları yüzünden gazeteci-politikacı arasındaki güç dengelerinin değişmiş olması. Örneğin İngiltere `de son on yıldır siyasal gazetecilik alanında süregelen `dumbing-down debate/dibe vurma tartışmaları` da bu iki sorunsaldan kaynaklanıyor. Peki ama, siyasal gazetecilikteki çöküşün asıl nedenleri neler?

Olumsuzluklar

Günümüzde basının siyasal iletişim alanında yüz yüze olduğu olumsuzluklar şöyle sıralanıyor:

Haberlerin magazinleşmesi: Öncelikle, kamusal alanı etkilediği öne sürülen ciddi gazetecilikte düşüş yaşanıyor. Gazeteciliğin üst kademelerinde yer alan ve seçkin bir yere sahip olan siyasal gazeteciler/yorumcular okumuyor, araştırma inceleme yapmıyor ve ülkede olan biteni kendi dar elit merkezli çemberlerinden izlemeye çalışıyorlar. Gazeteler ve TV kanalları magazin ağırlıklı yayınlarıyla para kazandıkları için de, patronlar gazetecilerden daha fazla bir performans beklemiyorlar.

Politik enformasyon bombalaması: Aşırı yoğunlukta sunulan, ancak bilgi vermekten ziyade kafa karıştıran haberler, insanları siyasal olaylara karşı ilgisizleştiriyor.

Partizanlık: `Ötekini` dışlayıcı habercilik anlayışı yaygınlaşıyor. Siyasal habercilik ABD `deki tabiriyle `horse racing/at yarışı` zihniyetine indirgeniyor. Kimin kazanıp kimin kaybedeceğine odaklanan habercilik anlayışı yüzünden, politikaların tartışılması geri plana itiliyor.

Yorum ve köşe yazılarının fazlalığı: Olgulara ağırlık veren haberler azalıyor, yorumlar artıyor. Sübjektif, yoruma dayalı gazetecilik, `basına güven` problemini beraberinde getiriyor.

Siyasal kültürün dejenerasyonu: Siyaset yerine siyasetin reklamında patlama yaşanıyor. Siyasetin kendisinden çok siyasetin sunumu önem kazanıyor. Politik halkla ilişkiler ve spin yükseliyor.

Siyasal gazeteciliğin üç ayrı gerçeklik fenomeni üzerine kurulduğu söylenir. Bunlardan birincisi, `objektif siyasal gerçeklik`tir ve gerçekten olup biten olgusal olaylara dayanır. İkincisi, `sübjektif siyasal gerçeklik`tir ve bu da gazetecilerin, izleyicilerin veya diğer aktörlerin algıladığı gerçeklik olarak tanımlanıyor. Üçüncüsü ise, `kurgulanmış siyasal gerçeklik`tir, ki bu da medyanın olan biteni aktarışıdır. Tarhan Erdem `in KONDA şirketi tarafından yapılan ve seçim sonuçlarını doğru bilen bilimsel araştırmaya karşı kimi gazetecilerin gösterdiği kaba tepkiler, işte o gazetecilerin objektif siyasal gerçekliğe karşı kendi sübjektif siyasal gerçeklikleriyle kafa tutma mücadeleleridir. Halk, bir kez daha bu sübjektif gerçekliğe pirim vermedi. Bu seçimlerden sonra, artık haber medyası ile yurttaş arasındaki ilişki net bir biçimde ideallerden çok uzakta, büyük oranda da kötü yönde değişerek gelişti diyebiliriz.

İlginç-önemli

Gazetecilerin sübjektif gerçekliğine endeksli bu habercilik/yorumculuk anlayışı, enformasyon toplumu düşüncesini de çürütür nitelikte. Çünkü, enformasyon toplumu dediğimiz şey, gerçekte her alandaki bilginin işlenmesi, üretilmesi ve dağıtılması demek. Bu bilgiler kişisel, ulusal, toplumsal, ekonomik, ticari veya askeri olabilir. Meslek standartları gözetilerek yapılan gazetecilikte esas olan doğru enformasyonun kamusal alana sunularak, geniş halk kitlelerinin sosyal ve politik olaylar karşısında hazırlıklı olmalarının sağlanması . Oysa, bugün tam tersi bir durum söz konusu. Haber tüketicileri artık haberden daha az şey öğreniyor. Çünkü, günümüzde ilginç olan, önemli olanın önüne geçti. Yaygın medya, haber tüketicilerini yanlış yönlendiriyor. Bunu sadece değerli haberleri gündemden dışlayarak değil, aynı zamanda gündemi haber değeri taşımayan, önemsiz olaylarla doldurarak yapıyor.

Özetlemek gerekirse, kimi gazeteciler, kendi sığ sübjektif siyasal gerçekliklerini mütemadiyen halka pompaladıkça, haber tüketicisini siyasete karşı duyarsızlaştırıyor. Yurttaşa, `bilgilenme hakkını` kullandırmayan, gizli kalmış önemli olayların ortaya çıkmasında ağır, açıkta olan önemli olayların gizlenmesinde ise atak davranan medyanın gerçeği tahrif eden tutumu, kitlelerin siyasal pratiğini de olumsuz yönde etkiliyor .

Not: Bu makale daha önce Radikal Gazetesi’nde (7 Ağustos 2007) yayınlanmıştır.