Mustafa Şen
Bilimsel çalışmalarda ana bilim dalları çok önemli ve esaslı işlevler görmektedirler. Ancak, arakesit bilimsel çalışmalar bazen çok daha işlevsel olabilmektedir. Bu tür sahalardan biri olarak siyasal iletişim sosyolojisini görüyoruz. Bir başka adlandırma olarak toplumbilimsel siyasal iletişim de önerilebilir. Bu çerçevede, yine siyasal iletişimin sosyal psikolojisi, siyasal iletişimin ekonomisi, siyasal iletişimin psikolojisi ve siyasi iletişimin psikiyatrisi de incelenmelidir. Bu arakesit bilimsel alan üzerine yapılacak çözümlemelerle siyasal yapıların ya da kişilerin yürüttükleri siyasal çalışmaların iletişiminin toplumsal temellerinin ne olduğu, sosyoekonomisinin hangi sosyopolitiğe ve sosyopolitiğinin de hangi sosyoekonomiye dayandığı, nasıl bir toplumsal ve siyasal-toplumsal zeminde üretildiği, toplumsal karşılığının ne olduğu, ne kadar işlevsel olduğu, ne kadar sonuç getirici olduğu, amaçları ne kadar gerçekleştirdiği, neyi başararak seçmeni o karara vardırdığı, hangi toplumsallaştırma araçlarını kullandığı, nasıl bir dil oluşturduğu, nasıl bir kültür oluşturduğu, kimi nasıl özneleştirdiği, kimi nasıl nesneleştirdiği, hangi göstergeler aleminden beslendiği, nasıl bir iletişim alemi oluşturduğu, hangi “ben”leri birbirine dönüştürdüğü, nasıl demokratikleştiği veya totaliterleştiği gibi konular üzerinde yoğunlaşabilir. Bu bağlamda, siyasal iletişim sosyolojisini siyaset, siyaset felsefesi, siyaset bilimi, iletişim, siyasal iletişim, iletişim sosyolojisi, pazarlama, pazarlama iletişimi, sosyoloji, siyasal sosyoloji ve vazgeçilmez bir şekilde göstergebilim gibi bilimsel sahaların bir nevi kesişim kümesinde ortaya çıkan bir alt dal olarak düşünebiliriz.
Algıdan bağımsız bir dış gerçeklik var mıdır yoksa dış gerçeklik dediğimiz, bizim algılarımızda mı oluşuyor? Derin ve çetin bir felsefe meselesi olan algıdan bağımsız bir gerçekliğin varlığı ile algıda var olan gerçeklik tartışması iki büyük varlıkbilimsel kurama işaret etmektedir. Siyasal iletişim sosyolojisi, bu varlıkbilimsel kuramlardan beslenen siyaset felsefelerinden ve tarih felsefelerinden bağımsız bir siyasetin olamayacağı gerçeğini yadsımaksızın, seçmenin anlamlandırma süreçlerinde zihnin bunların hangisine istinat ettiğini önemsememelidir. Algıya bağımlı ya da algıdan bağımsız bir gerçekliğin varlığı değil, gerçekliğin hangi mahiyette algılandığı ve bu algılamanın bireyin ve toplumun siyasal davranışını nasıl belirlediği yahut etkilediği önemsenmelidir. Gerçeklik ve algı ilişkisini; gerçeklik algıdan bağımsızdır veya gerçeklik algıya bağımlıdır ekseninden alıp; ne, gerçeklik olarak algılanmaktadır, bir başka anlatımla, gerçeklik ne olarak algılanmaktadır eksenine oturtmak gerekir. Bu eksen değişimi bize gerçeklik ve algı ilişkisini felsefi düzlemden bilimsel düzleme taşıyabilme imkanı sunar. Bu imkan değerlendirildiğinde ise, siyasal iletişim sosyolojisinin hareket noktası, algılama gerçekliği değil gerçeklik algılaması olarak belirlenmiş olur ve böylece bize bir toplumbilimsel tartışma, inceleme, anlamlandırma ve değerlendirme ufku açar. Bu yazı kapsamında, siyasal iletişim sosyolojisine dair yazılacak olanlar bu yaklaşımla ele alınacaktır.
Siyasal İletişim Sosyolojisinde Özne ve Nesne
Siyasal iletişimin sosyolojisinde özne olarak siyasal iletiyi hazırlayan ve hedef kitleye gönderen aktörleri alabiliriz. Bu durumda öznenin gönderdiği iletiyi alanı da nesne olarak konumlandırabiliriz. Ancak, ileti alınıp değerlendirildikten sonra, nesnenin sergilediği tavır ve davranışı da bir karşı ileti olarak aldığımızda baştaki özne ve nesne konum değiştirmekte ve ilk haldeki özne nesneye, nesne de özneye dönüşmektedir. Anlayan ve anlamlandıran varlık olarak insan/seçmen iletiyi algıladığı andan itibaren anlamlandırma ameliyesini siyasal bir sonuç çıkaracak şekilde yapmaya başlamakta ve bunu oy kullanma anında sonuçlandırmaktadır.
Seçmen kendisine gelen siyasal iletiyi sahip olduğu sosyokültürel kodlarına göre anlamlandırıyor, değerlendiriyor, bir değer yargısı oluşturuyor ve yeni bir kodlama yapıyor. Ürettiği yeni kod üzerinden yaptığı yeni siyasal değerlendirme neticesinde siyasal davranış kararına varıyor. Siyasal iletişim mecralarında kullanılan sloganlar, görseller, renkler, figürler, kelimeler, kavramlar, sesler, müzikler, hatta siyasal grubun seçmene yansıyan beden dili gibi tüm göstergeler seçmenin algısına sunulduktan sonra seçmenin siyasal aklı, siyasal muhakemesi, siyasal melekeleri ve siyasal algı düzeyince yeni bir siyasal iletişim koduna dönüştürülmektedirler. Kendisine sunulan siyasal iletiyi bir nesne olarak algıladığında onun varlık ve değer yanını birlikte ve eşdeğerde irdelemekte, iletiden yola çıkarak yeni bir değer üretmektedir. Yeni bir değer üretirken nesne konumundan özne konumuna geçmektedir. Artık, bir siyasal özne olarak, ürettiği yeni değeri yeni bir siyasal ileti olarak, nesnesine yani siyasetçiye göndermektedir. Siyasetçinin aldığı ileti, onun anlamlandırma ve değerlendirme süreçlerine dahil olmakta ve gönderdiği siyasal iletinin anlamlandıran toplumca nasıl algılanıp anlamlandırıldığı, değerlendirildiği, hangi değer yargısının inşa edildiği ve siyasetin gerçek öznesi tarafından nasıl geri yansıtıldığı görülmüş olmaktadır, yani burada siyasetçi kendi iş sonuçlarına ulaşmış olmaktadır.
Seçmen Davranışı Etmenleri Üzerinden Siyasal İletişimin Toplumsallaştırılması
Siyasal iletişimin toplumsallaştırılmasında en etkili yollardan biri seçmen davranışı etmenlerinden geçmektedir denilebilir. Bu çerçevede, seçmen davranışı etmenlerinin çeşitli araştırmalarla belirlenip hepsinin muhtelif istatistiksel hesaplamalarla siyasal iletişim parametreleri haline getirilmeleri gerekir. Seçmen davranışı etmenleri olarak ilk elden ideoloji, din, mezhep, tarikat, ırk/etnisite, bölgesellik, dindarlık, modernlik, geleneksellik, muhafazakarlık, siyasal kültür, lider, aday, kadro, program, geçmiş icraatlar, vaatler, propaganda, araştırma sonuçları, siyasal iletişim, yaş, cinsiyet, eğitim, gelir, medeni hal, memleket vb. gibi unsurlar sayılabilir. Bu etmenleri ikiye ayırmak mümkündür:
• Etkileyici etmenler
• Belirleyici etmenler
Bu aşamada, iletişim stratejileri siyasal iletişim stratejisini “belirleyici etmenler” üzerine kurmalıdırlar. Etkileyici etmenler ise stratejinin destekleyici unsurları olarak işlev görebilirler.
Siyasal iletişim seçmen davranışı vasıtasıyla sosyolojik bir zemine oturtulurken ve her siyasal davranışı belirleyen yahut etkileyen etmenin temelleri toplumsal bağlamda aranır ve irdelenirken, yani siyasal davranışın sosyolojik temelleri araştırılırken sosyolojizm tehlikesine karşı dikkatli olunmalıdır. Sosyolojizm, çalışma süreçlerinde karşılaşılan olgu ve durumları sosyolojik kaynakların dışındaki diğer etmenleri gözden kaçırılmasına veya yanlış bağlamlarda değerlendirilmesine yol açabilir.
Toplumsallaşmış Bir Siyasal İletişim Dili İnşası
Siyasal iletişimin algılara sunumu ancak bir dil çerçevesinde gerçekleşebilir. Bu sebeple, ilkin siyasal iletişimin dilinin oluşturulması gerekir. Siyasal iletişim sosyolojisinden bahsediyorsak bu dilin, kendisine siyasal iletişim iletileri sunulan toplumun oluşturduğu siyasal değerleri ifade edebilen bir dil olması gerekir. Bu bağlamda seçmen davranışından hareketle hem etkileyici etmenler hem de belirleyici etmenler üzerinden bir siyasal iletişim dili oluşturma yöntemi önerilebilir. Hangi toplumsal olgular (toplumbilimin konusu olan konular) siyasal olguya dönüşmektedir ve bunlardan hangileri üzerinden bir siyasal iletişim dili oluşturulabileceği yeni bir siyasal iletişim dili oluşturma süreçlerinde çok önemlidir. Bu yeni dilin hangi kavramlarının hangi göstergelerle seçmen ve seçmen üzerinde etkili olan ama seçmen olmayan kişilerin algılarına, hangi düzeyde ve hangi sıklıkta iletişim süreçlerine dahil edecekleri belirlenmelidir.
Siyasal söylemin nasıl bir iletişim diliyle ifade edileceği ve bunun toplumda nasıl bir karşılık bulacağı, toplumun bu ifadeleri kendi siyasal tepki verme diline nasıl tercüme edeceği çok önem arz etmektedir. Bu çalışmaların tamamının nitel ve nicel araştırma yöntemleriyle test edilmesi gerekir.
Seçim sürecine özel yapılacak siyasal iletişim çalışmalarında, eğer seçim ülke genelinde yapılacaksa, siyasal iletişim yatay ve dikey ayrıştırmalara gidilmelidir. Bu çerçevede, ülke geneli için oluşturulan üst siyasal iletişim dilinin yatayda bölgesel dillerinin, dikeyde alt dillerinin oluşturulması lazımdır. Seçim il ya da daha küçük seçim alanlarında olacaksa yine benzeri süreçler takip edilmelidir.
Siyasal iletişimin dili kurgulanırken aşağıdaki beş parametre üzerine temellendirme yapılabilir:
• Toplumsal-siyasal algılama: Siyasal iletişimde algı yönetimi süreçleri. Bu süreçlerde, esas olarak varlık felsefesinden ödünç alınarak “var olmak, algılanmaktır” düsturundan hareket edilebilir. İlkin, varolmak algılanmaksa, algılanmıyorsanız yoksunuz demektir yani varlığınız bir şey ifade etmiyor demektir. İkinci olarak, yanlış algılanıyorsanız yanlış varsınız yani yanlış konumlandınız demektir. Üçüncü olarak, eksik algılanıyorsanız tam var değilsiniz demektir. Dördüncü olarak, ters algılanıyorsanız varlığınız terslik ifade ediyor demektir. Bütün bunlar hedef kitlenin algı yönetimini üstlenmek anlamına gelmektedir.
• Toplumsal-siyasal kavrama: Siyasal iletişimde toplumsal derinleşme süreçleri. Kalıcı ve çözüm getirici siyaset bir yanıyla bir siyaset felsefesine diğer yanıyla da bir tarih felsefesine yaslanmak zorundadır. Ortaya konulacak olan siyasal dil, yaslanılan ve dolayısıyla beslenilen siyaset felsefesi ve tarih felsefesinden süzülerek oluşturulan bir siyasal söylem üzerine kurulmalıdır. Bu dil oluşturulurken hangi toplumsal derinliklere kadar inilebileceği ilintilenilen siyaset felsefesi ve tarih felsefesinin derinliği ile alakalıdır.
• Toplumsal-siyasal anlamlandırma: Siyasal iletişimde toplumsal düzey derecelendirme süreçleri. Anlamlandıran varlık olarak insan ve anlamlandıran toplum üzerinde anlamlandırma derecelendirmelerine gidilmelidir. Siyasal iletişim dili bu derecelendirmeler üzerinden kurgulanmalıdır.
• Toplumsal-siyasal değerlendirme: Siyasal iletişimde toplumsal değer yargısı oluşturma süreçleri: Değerlendiren ve değer yargısı oluşturan varlık olarak insanın, siyasal kültürü içinde yeni algılarla ne gibi yeni siyasal üretimlere kaynaklık edecek değer yargıları oluşturacağına dair malzeme sağlayacak bir siyasal iletişim dili oluşturulmalıdır.
• Toplumsal-siyasal hafıza: Siyasal iletişimde toplumsal hafıza yönetimi süreçleri. Siyasal iletişimin hangi unsurlarının toplumsal hafızada yer alması gerektiği, bu unsurların hangilerinin ne tür yeni kodlara dönüşmesi ve hangi siyasal süreçlerde etkin olması gerektiği irdelenmelidir.
• Toplumsal-siyasal cevaplama: Siyasal iletişimde toplumsal karşılık verme süreçleri. Siyasal iletişimde özne konumuna geçen toplumun iletişim süreçlerine nasıl karşılık verdiği ölçümlenerek iletişim süreçleri yenilenmeli ve siyasal iletişim dili düzeltilmelidir.
Siyasal İletişim Dilinde Anlam Sorunu: Siyasal Anlam Evreni ve Toplumsal Anlam Evreni
İnsan gündelik en basit tercihlerden siyasal tutum belirlemeye kadar açılan bir yelpazede oylama yapan bir varlık olarak siyasal kararını oy verme biçiminde gösterdiğinde bir anlamlandırma ediminden sonra bu siyasal davranışını sergilemiş olmaktadır. Anlamlandırma edimi algılayan, anlamlandıran, değerlendiren, değer yargısı oluşturan, yargıları karara dönüştüren ve sonunda bir siyasal oylama yapan insanın yani seçmenin siyasal davranış sürecinin ilk halkasını oluşturmaktadır. Bu bakımdan, seçmenin anlamlandırması kadar, iletişime konu olan siyasal dilin anlam evreninin neler içerdiği de önem taşımaktadır. İnşa edilen siyasal dilin anlam evreni ile seçmenin anlam evreni çakışmıyorsa, daha doğrusu ayniyet arz etmiyorsa –ki Türkiye’de buna çok sık rastlanılır- seçmenin anlamlandırma edimi ile siyasal dilin anlamlandırılma hedefi örtüşmeyecektir. Bu durum, siyasal dilin anlam sorunu olarak siyasal iletişimcilere geri dönecektir.
Gönderilen her nesnel iletiye her seferinde öznel anlamlandırma gereği öznel tepki gelebileceği gerçeği bir yana, iletişim aleminde varolan ve kullanılan göstergelerin bir toplumda zamandan zamana, her toplumda ve bir toplumun değişik kesimlerinde farklı anlamlandırmalara tabi tutulacağı ve dolayısıyla her iki anlam evreninin mutlak düzeyde ayniyet kesbetmeyeceği kabul edilebilir bir öngerçekliktir. Ancak, böyledir diye her iki anlam evreni arasında –ki her ikisi de aynı iletişim aleminde var kılınmışlardır- özdeşlikler kurulma çabasını, daha öncesinde ise böyle bir meselenin varlığını kabul etmeyi boş geçmek siyasal iletişimin toplumsal karşılığının olamayacağı gerçeğini gözler önüne serer. Siyasal iletişimin sosyolojisinin en canalıcı noktalarından biri budur; yani, toplumsal anlam evreni ile siyasal anlam evreninin belli bir ölçüde özdeş olması gerekir.
Bir anlamlandırma aracı olarak dil bir göstergedir ve siyasal dile dönüştüğünde bir başka gösterge halini alır. Bu bağlamda bir siyasal göstergenin, kendisinde anlam aradığımız bir gösterge mi yoksa kendisini anlamlandırmaya çalıştığımız bir gösterge mi olduğu önemlidir. Bu ikisi arasında bir anlamsızlık anlamı üretme ihtimali her zaman mevcuttur. Anlamsızlık anlamı ile anlam karmaşası siyasal dilde anlam sorununun en önemli yanlarından birini oluşturmakta ve günlük dile kavram karmaşası olarak yansımaktadır. Her yeni anlam mevcut anlam ilişkileri ağından doğmaktadır. Her farklı anlam da, anlam ilişkileri ağındaki farklılaşmadan doğar ve yeni bir farkındalık yaratır. Siyasal iletişimin dilinin kendi toplumsal karşılığını bulması bu farkındalığın topluma algılatılmasıyla mümkün olmaktadır.
Bizi saran ve bizim de aklımızca kuşatılan bir göstergeler alemi vardır. Bu meyanda;
• Harfler bir göstergeler alemidir,
• Diller bir göstergeler alemidir,
• İşaretler bir göstergeler alemidir,
• Sesler bir göstergeler alemidir,
• Bedenler bir göstergeler alemidir.
Siyasal iletişim dili bu göstergeler aleminin dili olarak bir üstdil mertebesinde inşa edilmelidir.
Siyasal İletişim Kültürünün Oluşturulması
Siyasal iletişim kültürünün oluşturulabilmesi için siyasi organizasyonların –başta siyasi partiler olmak üzere- iletişim masraflarını siyasi hareketin birincil ve temel harcama kalemleri arasına almaları ve artık bunu kabul etmeleri gerekir. Yani iletişim masraflarını israf olarak görmekten vazgeçmeleri gerekir. Buna paralel olarak, siyasal iletişimi dönemsel, seçim dönemleriyle sınırlı bir çalışma olmaktan çıkarmaları ve tüm siyasi dönemlere/günlere yaymaları gerekir. Diğer taraftan mesleki olarak siyasete uzun yıllar vermeyi planlamış olan bir kişinin siyasal iletişimi bir süreç olarak alıp sonuna kadar götürmesi ve yapılan siyasal iletişimin ne kadar toplumsal karşılık bulduğunu yani sosyolojik değerini izleyebilmesi ve ölçebilmesi gerekir. Ayrıca, siyasal iletişim tanıtım faaliyetlerine ve seçim dönemi propaganda faaliyetlerine indirgenmemelidir. Sürdürülebilir siyasal kültür bu asgari şartlar yerine getirilmeden oluşmaz. Ara sıra, parça parça, dönem dönem yapılan iletişim çalışmaları iletişimde devamlılığa engel olduğu gibi, bütüncül bakış açısının oluşmasına, bütüncül çözümlemeler yapılabilmesine ve siyasal iletişimin stratejik düzeyde ele alınabilmesine de mani olmaktadır.
İletişimin dönemsel bir iş ve üstelik israf olmadığı gerçeğinden hareketle yapılacak iletişim çalışmaları ortaya bir siyasal iletişim kültürü çıkarır ve bir taraftan toplumun siyasal kültürüyle alışveriş içinde bulunur, diğer yandan hem siyasi organizasyona hem de siyasi aktöre marka değeri katmaya, onlar beslemeye devam eder. İletişimin kesintisiz kılınması böylece, bir taraftan siyasal iletişim kültürünün toplumun siyasal kültürüyle meczolmasını ve dolayısıyla toplumsallaşmasını temin ederken, öte taraftan siyasal kuruluş ve siyasal aktörün siyasal kodlarının toplumun siyasal kodlarıyla özdeşleşmesini sağlar.
Siyasal Pazarlama İletişimi ve Bunun Toplumsallaşması
Siyasetçiler ve iletişimciler bir araya gelerek siyasal iletişim yapmaktadırlar. Fakat, çoğu zaman yapılan siyasal iletişim toplumda karşılığını bulmamaktadır ve siyasetçiler bundan şikayet etmektedirler. Sorun, meseleyi baştan yanlış koymaktan kaynaklanmaktadır. Siyasetin ve siyasetçinin en başta toplumsal karşılıkları olması gereken şeyler olduğu gerçeği gözden kaçırıldığı için, onlar önce iletişim malzemeleri arasında iletişim mecralarına sürülen siyasal nesneler olarak belirlenmektedirler. Doğrusu, hem siyasetçilerin hem de iletişimcilerin sosyolojik arakesiti ıskaladıklarını öne sürmek mümkündür ki, çok açık bir şekilde söylemek gerekirse, seçmeninin oy kararını oluşturduğu alan bu alandır. Siyasal iletişiminin toplumsallaşma oranı bir partinin ya da siyasetçinin bir kampanyada ve/veya siyasi ömründe elde edeceği başarı oranını belirlemektedir.
Siyasal iletişim konsepti genelde iletişimin ve daha çok ilgili iletişimcinin yasalarına boyun eğerek oluşturulmaktadır. Burada siyasetçi bir ürün olarak ele alınıp pazarlanmaya, hatta bazıları için siyasal marka oluşturmaya, marka üzerinden bir değer ve süreklilik elde edilmeye çalışılmaktadır. Bir siyasetçinin bir pazarlama nesnesi olarak ele alınmasının ve kendisinin pazarlama karması içinde değerlendirilmesinin ne kadar doğru olduğu, muhatap kitlenin tüketici olup olmadığı ile yakından ilgilidir. Siyaset ve siyasetçi üzerinden yürütülen çalışma bir tür siyasal pazarlama iletişimi olarak adlandırılabilir. Bu elbette, süt şişesi veya şampuan kutusu kapağı iletişimi gibi yapılmamaktadır. Siyasal pazarlama iletişimi ile bir siyasal marka oluşturup siyasetçinin ya da partisinin marka değerini artırmak mümkün olabilmektedir.
Siyasal pazarlama iletişiminin toplumsallaşması yani bir başka ifade ile sosyolojinin konusu olabilmesi yürütülen çalışmanın başarı grafiğini belirleyen en temel etmendir. Bu noktada, yukarıda giriş bölümünde de vurgulandığı üzere karmaşık bir bilim dalları grubu içerisinde olunduğu hatırlanmalıdır. Bu süreçte, üç etkin taraf ortaya çıkmaktadır. Bir sacayağı gibi konumlandırabileceğimiz tarafları şöyle ifade etmek mümkündür: Bir ayakta siyasetçi ve siyasetçinin uyguladığı çalışmanın iletişim, pazarlama ve pazarlama iletişimi özellikleri; ikinci ayakta seçmen ve seçmenin özellikleri; üçüncü ayakta bütün bunları anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan bir toplumbilimsel çaba ve bu toplumbilimsel çabanın siyaset, iktisat, iletişim, pazarlama gibi alanlara saçaklanması. Siyasal iletişimin sosyolojisi bu sacayağı çerçevesinde yapılmaktadır ve siyasal iletişimin sosyolojisini yapmak demek siyasal iletişimin arakesitinin siyasal sosyoloji ve iletişim sosyolojisi üzerinden sosyolojik zemine oturtulması demektir. Bu çaba siyasal iletinin toplumsallaşıp toplumun bir cevabî iletisi olarak tekrar siyasete döndürülmesi işidir.
İletişimsel Mesafe ve Yalıtık Özneler
Zaman zaman siyasetçilerin, “en iyi iletişimcilerle çalıştık, en iyi ajanslarla çalıştık ama istediğimiz gibi bir sonuç alamadık” dediklerine şahit olunmaktadır. Böyle oluyor çünkü, genelde pazarlama iletişimi ve pazarlamanın “p”leri üzerinden kurgulanan iletişim; toplumu, toplumsalı, toplumsal kültürü, siyaseti, siyasalı ve siyasal kültürü yeterince ve gereğince çözümlemiş ve özümsemiş olma imkanı elde edememiştir. Nasıl bir toplumda yaşandığı, bu toplumun kültürünün hangi temel unsurlardan oluştuğu, bu toplumsal kültürden nasıl bir siyasal kültür ürediği iletişimin teknik dairesi içerisinde pek fazla incelenememektedir. Bir başka sorun olarak iletişimcilerin toplumun kültüründen uzak olduklarını da öne sürmek mümkündür. Özellikle İstanbul’da konuşlanmış olan Türk iletişim çevresi kısmen geniş halk kesimlerinden ve dolayısıyla da seçmen kitlesinden siyasal kültür olarak ayrışmış ve kısmen yalıtık bir dünyada yaşamaktadır. Zihinsel yaratıcılıkları daha çok iletişimin reklam ayağına odaklanmış durumdadır. Buradan hareketle, iletişim dünyası ile siyaset dünyasının;
• Sosyopolitik olarak,
• Sosyoekonomik olarak,
• Sosyokültürel olarak birbirlerinden ayrı düştüklerini söyleyebiliriz. Aradaki mesafe ortaya başarılı bir siyasal iletişim ürünü koyulamamasına sebep olmaktadır.
İletişim tarafından bakılığında, sosyopolitik mesafe iletişimcilerin Türk siyasal kültürüne ve bu kültürün toplumsal kodlarına vakıf olmamaları sebebiyle, sosyoekonomik mesafe iletişimcilerin ağırlıklı olarak işdünyasının iletişim işlerini yapagelmeleri sebebiyle, sosyokültürel mesafe ise hem siyasal kültüre hem de toplumsal kültüre yabancılaşmış olmaları sebebiyle ortaya çıkmış olmaktadır. Aslında bu, yerel değerlere ve yerel kültüre yabancılaşmış olmanın mantıksal sonuçlarına ermesinden başka bir şey değildir. Siyaset tarafından bakıldığında ise Türk siyaset dünyasının iletişime ve iletişimi besleyen diğer alanlara olan yabancılığı, bu tür işleri israf görmeleri gibi sebepler de sayılabilir.
Bir siyasi hareketin toplumsal karşılığı yoksa o partinin toplumsallık inşa edeceği yeni bir sürece girmesi ve toplumsallık kazanacağı bir siyaset izlemesi gerekir. Ancak, partiler genelde toplumsallıklarını kaybedince daha katı bir şekilde toplumdan uzaklaşıcı bir siyaset yolu takip etmekte, toplumsal karşılığı olma özelliklerini daha da kaybetmekte, bu uzaklaşma vetiresinde kendi siyasal hareketinin siyasal dilini daha radikal bir şekilde konuşmaktadırlar; hâlbuki yapmaları gereken toplumun siyasal dilinin ne dediğini kavramak olmalıdır.
“Bireysel Ben”in “Siyasal Ben” Olarak “Toplumsal Ben”e Dönüşmesi
Siyaset, toplum içinde vaki olan bir olgudur. İletişim de toplum içinde vaki olan bir olgudur. Bu iki olgu aynı zaman zarfında aynı toplum içinde vaki olabilen olgulardır. Ancak, burada izi sürülen şey, bir olgunun toplumun içinde olagelmesinden çok, toplumsallaşma süreçleri ile bu süreçlerin seçmen üzerinde oluşturduğu siyasal-toplumsal dönüştürücü etki olacaktır.
Siyaset ve iletişim toplum içerisinde meydana gelmekte ve toplumca gerçekleştirilmektedir. Siyaseti toplumsallaştıran iletişimdir ve iletişim olmasaydı siyasal kültür oluşma imkanı bulamazdı. Değercilerden hareketle, kültürü, yüzlerce tanımından biri olarak, “gerçekleşmiş değerler” diye alırsak, siyasal kültürü gerçekleşmiş siyasal değerler olarak tarif edebiliriz. Siyasal değerleri “siyasal ben”in değerleri olarak aldığımızda, “siyasal ben”in “toplumsal ben” içerisinde kendisini gerçekleştirmesi için siyasal iletişimin “siyasal ben” olarak görünen “bireysel ben”i toplumsal ben”e taşıması ve toplumsallaştırması gerekir.
İnsan cumhurbaşkanı seçerken bile orada merkeze cumhurbaşkanı adayını değil, kendi bireysel benini koymaktadır. O adayı kendi bireysel beninden hareketle kendi siyasal benine yakıştırıp yakıştıramadığının değerlendirmesini yapıp bir değer yargısına varmakta ve siyasal edimini gerçekleştiren siyasal benini bu oylamasıyla topluma nasıl çıkaracağının yani bu edimini nasıl toplumsallaştıracağının çözümlemesini yapmaktadır.
Siyasal iletişim bu bağlamda “Benler” arası iletişimdir. Benler aleminde en baskın ben, siyasal ben olarak tezahür eder. Ancak, toplumsal benle bir ilişki kuramayan bir siyasal benin bir zaman sonra kendisine bir görünürlük alanı bulamayacağını bilmesi gerekir. Toplumsal ben siyasal benin görünürlük alanıdır. Bireysel ben kendine şunu der: “Ben algılarımım”. Bireysel ben siyasal bene şöyle der: “Sen algılandığınsın”. İkisi arasındaki toplumsal ben ise her ikisine şunu der: “Siz bensiniz”… Öyleyse, özünde “Benler” yok, “Ben” vardır. Bu benin toplumsal, siyasal ve bireysel görünümleri siyasal iletişimcinin aynasından yansırken ayrılarak yansırsa başarısızlık, bir ve tek olarak yansırsa başarı gelir.
Siyasal Olgu, Toplumsal Karşılık
Her bir siyasi hareketin gerek parti olarak, gerekse lider, tepe yönetimi, söylem, program ve ideoloji olarak toplumsal karşılığı olmak zorundadır. Eğer toplumsal karşılık yoksa, toplumsal varoluş da yoktur. Toplumsal varoluş yoksa toplumun tayin edeceği siyasal iktidar olma imkanı da yoktur. Eğer, toplumdan geçen siyaset dışı yollarla iktidar olunsa bile, böyle bir hareketin iktidarda uzun süre kalma imkanı olamaz. Bu bakımdan her bir siyasi hareket öncelikle kendisine bu açıdan bakmak ve kendisini bu temelde tahlil etmek zorundadır. Bir siyasi olguya öncelikle, bir toplumsal karşılığı var mı yok mu diye bakılmalıdır. Eğer yoksa nasıl oluşturulacağının hesabı yapılmalı ve yine bunun gibi, eğer var idi de halihazırda kaybedilmişse, bunun sebepleri ve yeniden nasıl oluşturulacağı inceden inceye çözümlenmelidir.
Bir siyasi hareketin toplumsal karşılığı yoksa, o partinin toplumsallık inşa edeceği yeni bir sürece girmesi ve toplumsallık kazanacağı bir siyaset izlemesi gerekir. Ancak, partiler genelde toplumsallıklarını kaybedince daha katı bir şekilde toplumdan uzaklaşıcı bir siyaset yolu takip etmekte, toplumsal karşılığı olma özelliklerini daha da kaybetmekte, bu uzaklaşma vetiresinde kendi siyasal hareketinin siyasal dilini daha radikal bir şekilde konuşmaktadırlar; halbuki, yapmaları gereken toplumun siyasal dilinin ne dediğini kavramak olmalıdır.
Seçmen bir siyasi partide, liderinde, tepe yöneticilerinde, söyleminde, ideolojisinde ve programında kendi hayallerini görür. Söz konusu siyasi hareketi hem o hayallerini gerçekleştirecek bir siyasal aygıt, hem de kendisini kendi hayallerinin de ötesine geçirecek bir taşıyıcı olarak varsayar. Bir siyasi hareket, bir siyasi parti, bir siyasi lider eğer, seçmene yeni hayaller kurduramıyorsa, seçmenle iletişim kurabileceği en öznel ve özel bağı kaybetmiş demektir. Seçmen hayal kurar, seçmenin hayalleri vardır. Bu hayaller üzerinden ümitler inşa eder, seçmenin ümitleri vardır. Bu ümitleri üzerinden siyasal davranışta bulunur.
Siyasal iletişim çok açık bir şekilde seçmenin hayallerine ve ümitlerine odaklanmak zorundadır. Seçmenin hayalleri ve ümitleri ona heyecan verir. Ümitler siyasal partiler ve onun diğer unsurları üzerinden oluştuğu için heyecanlar da siyasal partiler üzerinden oluşur. Dolayısıyla, siyasi partiler seçmene heyecan vermek zorundadırlar. Siyasal toplumun ana unsuru olarak seçmen heyecan duymuyorsa, onun hayalleri de yok demektir.
Neticede, böyle bir seçmenin kendisine hayal kurdurtmayan, kendisine ümit veremeyen, kendisine heyecan veremeyen bir partiye oy vermesi, bir liderin arkasına takılması zordur. Bu bakımdan, siyasal iletişimcinin seçmenle girdiği iletişim süreçlerinde yaşanacak tanıma, ilgi ve ilişki aşamalarının olumlu bir siyasal edimle sonuçlanması, bu edimden duyulan memnuniyetin sadakate dönüşmesi gerekir. Siyasal iletişimci bütün bu süreçleri yönetmek ve bir siyasal başarıya dönüştürmek zorundadır.
Çok çok büyük bir hata yapmazsa, iktidara gelebilecek bir partinin seçime giden süreçte siyasal iletişimini yapmak kolaydır. Seçmenin hayallerini karşılayan ve kendisini seçmenin muhayyilesine konumlandıran, ona yeni hayaller kurduran, onun ümitlerini ve hayallerini karşılayan, yani toplumsal karşılığı olan bir siyasi parti zaten en güçlü iktidar adayıdır; ancak, aynı durumda olmayan bir partiyi bu konuma sokmak zordur. Diğer taraftan iktidara gelen bir partinin iletişimini aynı başarıyla sürdürebilmek de aynı derecede zordur.
Oy vermiş olan seçmenin tanıma, ilgi ve ilişki süreçlerini olumlu bir siyasal edimle tamamlamış olduğu açıktır. Bu durumda yürütülen siyasal iletişimin, partinin iktidar süreçlerinde oluşturacağı memnuniyetin sadakate dönüşmesiyle şekillenecek olan seçmen sadakatini inşa edici bir işlevsellik içermesi gerekir. Dahası, seçmen sadakati çemberindekilerin bu iletişimi gönüllü siyasal elçiler olarak parti adına ve parti hesabına yürütüyor olması gerekir. Uygulamadaki siyasal iletişim bu olmak zorundadır. Ancak ve ancak bu seviyeye çıkarılmış bir siyasal iletişim toplumsallaşmış olur. Toplumsallaşmış bir siyasal iletişim en az maliyetle yapılan bir iletişim anlamı da taşır ve aynı zamanda toplumsal karşılığı olan bir siyasi çalışmaya işaret eder.
Siyasal İletişimsel Söylemin Gerilim ve İkilem Alanları
Her siyasal-toplumsal evrende bir çok gerilim alanı mevcuttur. Bu gerilim alanları ikilemler üretmekte ve gerek siyasetle iştigal edenleri, gerekse onlara çeşitli hizmetler veren uzmanları zor duruma sokmaktadırlar. Bunlar ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye değiştiği gibi, aynı siyasal-toplumsal evrende zamandan zamana da değişmektedirler. Siyasal iletişim eğer bu gerilim alanları dikkate alınmadan yapılırsa, gerilimin odağına yerleşir ve kendisi için hizmet ürettiği siyasetin ve/veya siyasetçinin siyasal hayatını bitirebilir.
Türkiye için söyleyecek olursak, cari siyaset süreçleri itibariyle Türkiye’de varolan gerilim alanlarında oluşan esaslı ikilemler şunlardır:
• Demokrasi-cumhuriyet ikilemi
• Demokrasi-laiklik ikilemi
• Demokrasi-güvenlik (özgürlük-güvenlik) ikilemi
• Demokrasi-askeriye ikilemi
Türkiye’de siyaset daha fazla demokrasi ile daha az demokrasi kutupları arasına sıkıştırılmış vaziyettedir. Bir kesim ülkenin geleceği için daha fazla demokrasi derken, diğer bir kesim daha fazla demokrasinin ülkeye belli esaslı unsurları itibarıyla zarar vereceğini düşünmektedir ve bu esaslı unsurlar bağlamında yukarıda belirtilen ikilemler oluşmaktadır.
Bu ikilemleri açacak olursak, kısaca şunları söylemek mümkündür
• Demokrasi-Cumhuriyet İkilemi: İlkin, bir kısım insanlar daha fazla demokrasinin cumhuriyete zarar vereceğini düşünmekte iken, diğer bir kısım insanlar bunun aksini savunmaktadırlar. Daha fazla demokrasinin cumhuriyete zarar vereceğini düşünenlerin fikirleri genelde demokrasi kullanılarak cumhuriyetle kazanılan değerlerin kaybedileceği yönündedir. Özünde, demokrasi zarar vermese de, birileri demokrasiyi kullanarak cumhuriyetçi değerleri zaafa uğratabilir gibi bir düşünce ekseni vardır. Dolayısıyla, olabilecek en fazla demokrasi değil, olabilecek en az demokrasi cumhuriyet için daha yarayışlıdır denilmektedir.
Daha fazla demokrasi diyen ve daha fazla demokrasinin cumhuriyete zarar vermeyeceğini düşünenlerin fikirlerini ise kısaca şöyle sıralayabiliriz: Dünyada demokratik cumhuriyetler olduğu gibi, diktatörler tarafından yönetilen totaliter cumhuriyetler de vardır. Anlaşılan odur ki, cumhuriyetler tek başına yeterli değildirler. Cumhuriyetlerin özelliklerinin ne olduğu, cumhuriyetlerden daha önemlidir. Bunun en son ve en çarpıcı örneği Saddam Hüseyin tarafından yönetilen Irak Cumhuriyeti idi. Herhangi bir makul insanın böylesi bir cumhuriyeti isteyeceğini varsaymak zordur. Buradan hareketle, eğer demokrasi bir siyasal-toplumsal değer olarak alınacaksa, cumhuriyetlerin ilk şartı olarak demokrasiyi koymak gerekir. Daha fazla demokrasi isteyenler, daha fazla demokrasinin cumhuriyete zarar vereceği yanılsamasından kurtulmak ve demokrasiyi cumhuriyete tehdit olarak görmenin en başta cumhuriyete zarar vereceğini kavramak lazımdır demektedirler.
• Demokrasi-Laiklik İkilemi: İkinci olarak, bir kısım insanlar daha fazla demokrasi laikliğe zararlıdır kabulünden hareket ederken, diğer bir kısım insanlar bunun aksini öne sürmektedirler.
Daha fazla demokrasinin laikliğe zarar vereceğini düşünenler, laikliğin (ve laiklik temelindeki cumhuriyetin) kimi insanlarca daha fazla demokrasi söylemi ve uygulamalarıyla zaafa uğratılacağı öne sürmektedirler. Bunun çok sinsi bir oyun olduğunu söyleyerek, cumhuriyetin en önemli kazanımlarından biri olan laikliğin cumhuriyet için olmazsa olmaz mesabesinde olduğunu ve dolayısıyla laiklik zaafa uğratılırsa bunun cumhuriyetin sonu olacağını iddia etmekte ve cumhuriyetin öncelikle laik cumhuriyet olması gerektiğinin altını çizmektedirler.
Daha fazla demokrasinin laikliğe (ve laiklik üzerinden cumhuriyete) zarar vermeyeceğini iddia edenler ise özet olarak şunları söylemektedirler: Cumhuriyet gibi laiklik de demokrasi temelinde ele alınmalıdır. Zira, demokratik cumhuriyetler ve totaliter cumhuriyetler olduğu gibi, demokratik laiklikler ve totaliter laiklikler de olabilir. Yine bunun gibi laik olduğu halde demokratik olmayan cumhuriyetler de vardır. Laik ama demokratik olmayan cumhuriyetlerin en çarpıcı örneği olarak yine Saddam Hüseyin Irak’ı verilebilir. Bilindiği üzere, Saddam Hüseyin döneminde laik bir Irak cumhuriyeti vardı. Yani sorun ne cumhuriyette ne de laiklikteydi ama bir sorun vardı. O sorun demokrasi sorunuydu. Dolayısıyla, Türkiye’de meseleyi laikliğe tehdit olacak bir demokrasi algılaması şeklinde değil, laikliği olgunlaştıracak bir demokrasi algılamasına yaslamak gerekir. Zira, demokratik olmayan bir laikliğin en zorba bir totaliterliğe engel olamadığı ayan beyan ortadadır.
• Demokrasi-Güvenlik (Özgürlük-Güvenlik) İkilemi: Üçüncü olarak, kimi insanlar daha fazla demokrasinin ülkenin güvenliğine zarar vereceği telakkisine sahipken, diğer kimi insanlarsa bunun bir yanılgı ve yanılsama olduğunu savlamaktadırlar.
Daha fazla demokrasinin ülke güvenliğine zarar vereceği fikrini taşıyanların temel görüşleri, aslında istenenin demokrasi olmadığı, demokrasi denilerek ülkenin parçalanmak istendiği şeklinde özetlenebilir. Bu görüşe göre, bazı insanlar demokrasi (ve özgürlükler) diyerek asıl olarak ülkenin üniter yapısını parçalayıcı bir art niyet taşımaktadırlar ve bunu demokrasi ile perdelemektedirler. Ülkenin bölünmez bütünlüğü söz konusu ise demokrasi ve özgürlüklerden fedakarlık edilebilir. Zira bütünlüklü bir ülke olmazsa ne demokrasi kalır ne de özgürlük.
Buna karşı daha fazla demokrasinin ülke güvenliğine zararı olmadığını savunanlar ise özetle şunlar demektedirler: En başta, insanları demokrasi ve güvenlik yani özgürlük ve güvenlik tercihine zorlamamak gerekir. Daha fazla demokrasi, sanılanının aksine, güvenliğin teminatıdır. Daha fazla demokrasi güvenlik konsepti olmayan bir ülke anlamına gelmez; bilakis, güvenliği milletinin teminatı altına alınmış devlet anlamına gelir. Zira, demokrasi ve özgürlük herkesin hakkı olduğu gibi, ülke güvenliği de herkesin vazifesidir.
• Demokrasi-Askeriye İkilemi: Son olarak, daha fazla demokrasinin askeriyeye zarar vereceği düşünenler olduğu gibi bunun aksini savunanlar da vardır.
Daha fazla demokrasinin askeriyeye zarar vereceğini iddia edenler kısaca, milleti ve devletiyle bir bütün olan ordunun demokrasi söylemiyle zaafa uğratılacağı, demokrasiyle gelen sivilleşmenin askeriyenin karizmatik otoritesinin sarsılması anlamına geleceği noktasından hareketle, aslında istenen gerçek hedefin daha demokratik bir ülke değil, otoritesi sarsılmış bir ordu olduğunu söylemektedirler.
Daha fazla demokrasinin askeriyeye zarar vermeyeceğini söyleyenlerse, her şeyden önce, asker olsun olmasın herkesin demokrat olması ve demokrasiyi öncelemesi gerektiğini belirterek, bu düşüncenin burada bırakılmayıp başka mecralara yürütülerek birileri tarafından ülkede ordu üzerinden militarizm üretildiğini öne sürmektedirler. Dünyada “demilitarization of the military” konsepti üzerinden bir demokrasi yaklaşımı geliştirilirken demokrasiyi bir tehdit olarak algılamak bir totaliter militarizm göstergesidir. Militarist uygulamaları komşularımızda tecrübe ettik ve komşularımızdan edindiğimiz tecrübelere dayanarak söylenecek olursa, askeriye için demokrasiyi değil, anti demokratik uygulamaları tehdit olarak algılamak ve bu ikilem üzerinden bir gerginlik, bu gerginlik üzerinden de bir militarizm üretmemek gerekir.
Bu ikilemlerin sayısı başka düzlem ve düzeylerde artırılabilir ya da eksiltilebilir. Ancak, burada esas itibarıyla dört ikilem tespit edilmiş ve bu ikilemlerin siyasal iletişimciye ne anlattığı anlaşılmaya çalışılmaktadır. Yani, siyasal iletişimcinin eğer toplumsal düzeyde bir siyasal başarı ortaya koyacaksa, bu ikilemleri aşacak bir stratejik akla sahip olması gerekir. Burada çarpışan ikili fikirler aynı zamanda çarpışan siyasetlere dönüşmektedirler. Bu çarpışan siyaset süreçleri bazen askeri darbeler, ihtilaller, muhtıralar vb. olarak da sonuçlanabilmektedirler. Siyasal iletişimcinin bu ikili fikri ve siyasi yapıları, oturduklar ikili toplumsal yapı ekseninde kavraması ve stratejik uygulamalarını buna göre ayarlaması şarttır. Siyasal iletişimcinin, ne kadar önemli olursa olsun, bir fikrin herkesçe paylaşılmadığı ve bu ayrıksı alanlardan doğan gerilimlerden beslenen toplumsal, siyasal ve hatta siyaset dışı kesimlerin var olduğunu bilmesi ve buna göre strateji kurması ve uygulaması lazımdır.
Başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkenin toplumsal, siyasal, kültürel hatta ekonomik enerjileri bu ikilemlerde heba edilmektedir. Siyasal iletişim stratejileri kurgulanırken içinde bulunulan siyasal-toplumsal evrenin hem toplum tarafında hem de devlet tarafında bu ikilemlerin nasıl algılanıldığı ve değerlendirildiği azami ölçüde dikkate alınmalıdır.
<!–[if !supportLineBreakNewLine]–>
<!–[endif]–>
Demokratik İletişim ve Siyasal İletişimin Demokratikleştirilmesi
Şunu söylemekten çekinmemek gerekir ki, en başta Bilim özü itibarıyla demokratik bir olgu değildir. Bilim, kendisi bir doğru koyar ve bunun (tartışmaya açık olmak üzere) kabul edilmesini ister. Bu manada bilim totaliterdir. Buradan hareketle, şunu da rahatlıkla belirtebiliriz ki, yöntembilimsel ve felsefi olarak bakıldığında siyasal iletişim de demokratik bir öze sahip değildir. Zira, siyasal iletişim, toplumu doğrular arasında bir seçim yapmaya davet etmemektedir; aksine, toplumun algılarını yöneterek, kendi koyduğu doğruyu seçmeye zorlamaktadır. Totaliter siyasal iletişimin araçlarının başında sansür gelmekle birlikte, yönlendirme ve çarpıtma da en az sansür kadar etkili olabilmektedir. Bu araçlar demokratik iletişimin kullanmaya asla tevessül etmemesi gereken antidemokratik araçlardır.
Siyasal iletişimin, yöntembilimsel ve felsefi olarak bakıldığında demokratik bir öze sahip olmaması onun totaliter bir temelde kurgulanmasını gerektirmez. Ancak, kabul edilmelidir ki, siyasal iletişim, eğer istenirse, totaliterleştirilebilir. Bu durumda siyasal iletişim, totaliterliğin iletişimi haline dönüşebilir. Siyasal iletişimin totaliterleşmesi, siyasal iletişimin en yoğun hissedildiği seçim dönemlerinde olur diye düşünmemek lazımdır. Aksine, totaliter iletişim otoriter veya totaliter iktidarların ya da demokratik yollarla işbaşına gelmiş olsa da, bazı hükümetlerin sık sık başvurdukları bir yol olabilmektedir. Özellikle, yüksek oy oranlarıyla siyaset icra eden tek parti iktidarlarının iletişim faaliyetlerinin demokratik olmaktan ziyade totaliter olduğu söylenebilir. Bu nevi iktidarlarda hesap verme zafiyeti de görüldüğü için iletişim mecralarını, en azından kısmen, kendi denetimleri altına aldıklarına şahit olunmaktadır.
Siyasal iletişimin totaliterleşmesi iktidarların hesap sorulabilirliklerine halel getirmektedir. Bu bakımdan siyasal iletişimin demokratik iletişim olması gerekir. Bu meyanda sorulabilecek en haklı sorulardan biri, “demokratik iletişim imkanı var mıdır” sorusudur. Yukarıda tartışmasına girilmeden iletişimin doğasının tam demokratik bir doğa olduğu söylenemez yönünde bir ifade kullanılmıştı. Biraz da bu sebeple olmak üzere, iletişimin olabildiğince demokratikleştirilmesi gerekir. Demokratik iletişim yaklaşımının siyasal iletişim üzerinden siyasetin ve toplumun da demokratikleşmesine katkıda bulunacağı açıktır.
Siyasetin bir tür kimlikler siyaseti olması siyasal davranışta bulunanların kendi siyasetlerinin, özlerinde taşıdıkları bu kimliklerin tezahürü olmasını istemelerinden ve dahası siyaset denilen şeyin bu kimliklere hizmet etmesini istemelerinden dolayıdır. Açık ya da örtük olarak her bir siyasal öznenin, siyaseti kendi kimlikleri bağlamında tasavvur ve tahayyül ettiği rahatça öne sürülebilir.
Bireyin Kimlikler Sorunsalında Siyasal İletişimsel Davranış
İnsanlar, siyasal anlamda seçmenler ve siyasal davranışta bulunan bireyler, tek kimlikli varlıklar değildirler. Özlerinde çoğulculuk vardır. Özellikle, aidiyetler temelinde bakıldığında bu çoğulcu varlık yapısı onlarca kimliğin oluşmasına elverir. Siyasal özne durumunda, bu çoğulcu kimlikler siyasete yansımaktadırlar ve siyaset bir manada kimlikler siyasetine dönüşmektedir. Siyasetin bir tür kimlikler siyaseti olması siyasal davranışta bulunanların kendi siyasetlerinin, özlerinde taşıdıkları bu kimliklerin tezahürü olmasını istemelerinden ve dahası siyaset denilen şeyin bu kimliklere hizmet etmesini istemelerinden dolayıdır. Açık ya da örtük olarak her bir siyasal öznenin, siyaseti kendi kimlikleri bağlamında tasavvur ve tahayyül ettiği rahatça öne sürülebilir. Bu, diğer kimliklerin reddi ve nakzı anlamına gelmese de, her siyasal özne eğer seçen konumunda ise seçim sandığına kendi kimliklerini koyar ve oradan kendi kimliklerinin çıkmasını arzular ya da seçilense o sandıktan yine kendi kimliklerinin çıkmasını ister.
Doğrusu, buraya kadar kimlikler temelinde siyaset yapmanın ya da kimlikler temelinde siyasete katılmanın kimseyi rahatsız eden bir tarafı bulunmamaktadır. Ancak, “kimlik kartları” açıldığında bazı kimliklerin kimilerini siyasal karşıtlığa itecek bir etki yaptığı görülmektedir. Hatta bazılarınca bazı kimlikler gayri meşru kimlikler konumuna da itilebilmektedir.
Siyaset üzerinde etkili olan ve aynı zamanda sorunlara da yol açan en temel kimlikler dini kimlik, ulusal kimlik, kültürel kimlik ve cinsel kimlik olarak tasnif edilebilir. Siyasal kimlik ise, merkezde bu birincil olarak niteleyeceğimiz kimlikler olmak üzere diğer bazı ikincil kimliklerle birlikte oluşmaktadır (aile, aşiret, kabile, grup, sınıf vb gibi). Burada, birincil kimlikler olarak aldığımız dini, ulusal/etnik, kültürel ve cinsel kimlikler üzerinden hareket edilecektir. Ancak, her türlü kimlik olgusu, toplumdan karşılığını almak isteyen siyasal iletişimcinin belli ağırlıklarda dikkate alması gereken olgular olarak kayda geçmelidir. Çünkü, aşağıda da görüleceği üzere kimlik meselesi neredeyse bir siyasal davranış meselesidir.
Bireyin Birincil ve İkincil Kimlikleri ya da Bir Başka Birey: Kimlikler Bireyi
Bireyin birincil ve ikincil kimlikleri vardır. Bu kimlikler onun siyasal davranışı üzerinde belirleyici ve etkileyici olurlar. Birey bu kimlikleriyle adeta bir kimlikler bireyi olmaktadır. Bu kimliklerden ilki, her ne kadar kuramsal olarak ve uygulamada değiştirilebilir olsa da, doğuştan edinilen bir kimliktir. Dolayısıyla, değiştirilmesi mümkün olsa da, ülke ya da dünya geneline bakıldığında değiştirilme oranı çok düşüktür. İnsanlar, günlük hayatlarında vecibelerini yerine getirmeseler de, anne babaları hangi dinden ise o dinle doğmakta ve çok büyük bir oranla o din üzere ölmektedirler. Bu haliyle dinsel kimlik, aydınlamacı seküler kimlik inşa çabalarının aksine, en güçlü bir kimlik olma özelliğini korumaktadır ve siyasal davranış üzerinde dikkate değer ölçüde etkisi vardır.
İkinci kimlik yani ulusal kimlik ise, yalnızca kağıt üzerinde değiştirilmesi mümkün olan bir kimlik olarak gerçekte değiştirilmesi zor olan hatta neredeyse mümkün olmayan bir kimliktir. Ulus devlet sürecinde inşa edilen bu kimliğin insanların alnına çakılmış olduğunu söylemek abartı olmaz. Bunun istisnalarının olduğunu bilmekle birlikte, bir insan ulusal olarak Türk’se Türk’tür, asla mesela Japon olamaz gibi bakılmaktadır. Ulus devlet sürecinin aşınmasıyla bu kimlikte zayıflamalar görülmektedir ancak, bu kimliğin daha uzun süre belirleyici birincil kimliklerden biri olma özelliği devam edecektir ve siyaset, kimlikler sarmalında bunu dikkate almak zorunda kalacaktır. Uluslaşmanın merkezi konumunda olan etnik yapıdan olmayan, ancak aynı ulus devlet sınırlarında yaşayan diğer etnik yapıların kimliği bu kimlik içinde tanımlanma eğilimindedir. Daha doğrusu, muktedir ulusal kimlik inşacılarının tavrı budur. Fakat, bu her zaman ve her ülkede kabul görmemektedir. Bu sorun –belki de psikanalizden mülhem olarak- alt kimlik ve üst kimlik kavramsallaştırmasıyla aşılmak istense de, sonuçta kimsenin tam olarak tatmin olmadığı görülmektedir ve siyasal olarak çatışmalara sebep olabilmektedir.
Üçüncü olarak kültürel kimlik, pek çok unsurun bir bileşkesi olarak ortay çıkan bir kimliktir ve değişim yeteneği diğerlerine göre daha yüksektir. Ancak, insanların siyaseti etkileyebilecek kadar önemli bir kısmı son tahlilde öz kültürlerine göre siyasal davranış göstermektedirler. Kültürel kimlik tıpkı alt kimlik ve üst kimlik gibi, alt kültür ve üst kültür dikeyliği içinde alt kültürel kimlik ve üst kültürel kimlik olarak sınıflanabilmektedir. Kültürel kimlik üzerinden ortaya çıkan sorunlar bu dikey yapılandırma ile aşılmaya çalışılmaktadır. Ancak, bunda çokça başarılı olunduğunu söyleyebilmek zordur. Toplumun ürettiği siyasal kültürün bireyin siyasal davranışları üzerindeki etkisi ve belirleyici gücü, kendi tanımlamasına göre sahip olduğu kültürel kimlikle çok yakın ilişki içindedir. Bireyin kendi tanımladığı ve benimsediği kültürel kimlik, 11 Eylül ile küresel ölçekte büyük bir ayrışma ve taraf olarak kendi konumlandırma süreci yaşamaktadır. Bunun yerel ölçekteki siyasal kültüre ve siyasal davranışa etkisi ise daha sınırlıdır.
İlk üçü kadar olmasa da siyasete yansıyan dördüncü kimlik cinsel kimliktir. Cinsel kimlik de değiştirilebilir bir kimlik olsa da, değiştirildiğine nadiren şahit olunmaktadır. Gerçekte, bu kimlik değişse ve diğer cinsel kimlikten olunsa bile, karşı kimliğe hizmet eden siyasetler güdülebilir. Zaten her dört kimlikte de değiştirilebilirlikten ziyade, bu kimliklerin bilincinde olma ve bu bilinçle siyasete katılım önemsenmektedir. Nitekim, muhtelif siyasi araştırmalarda cinsiyete göre, belirli ölçütler çerçevesinde, anlamlı farklılıklar gösteren siyasal davranışlar tespit edilmektedir. Bu yazı çerçevesinde dikkat çekilmeye çalışılan olgu cinsiyetin yol açtığı anlamlı farklılıklar olacaktır.
Kimliklerin Kimliksizleştirilmesi
Kimliklerin bireyden bireye değişen bir sıralaması olmakla birlikte hemen herkeste olduğu söylenebilir; ancak, belirleme bağlamında siyasal davranışta bulunan bireylerden bazılarının- kendilerini her hangi bir dine mensup olsun ya da olmasın- dini bir kimlikle, bir ulusa mensup olsalar da bir ulusal veya etnik kimlikle, mutlaka bir kültüre ait olsalar da bir kültürel kimlikle ve bedensel yapıları ortada olsa da bir cinsel kimlikle tanımlamama eğilimleri olabilir. Bu tanımlamalar veya tanımlamamalar pek çok tartışmaya ve hatta çatışmaya kaynaklık teşkil etmektedirler. Bu çerçevede, kimlik sorunu siyasetin en tartışmalı alanlarından birini oluşturmaktadır. Bu bağlamda, siyasal iletişim sosyolojisi bu tartışmaların odağında bir yer işgal etmek zorunda iken, siyasal iletişim sosyolojisinden istifade edecek olan siyasal iletişimci bu odak ile olan mesafesini çok hassas bir şekilde ayarlamak zorundadır. Kimlikler sarmalına dolanan bir siyasal iletişimci kaybeder. Dolanmak yerine, bu sarmalı aşmak zorundadır. Zekasını kimlik sorununu çözmek yerine –çözebilirse elbette iyi olur- bu sorundan nasıl bir siyaset üretilebileceği ve üretilen bu siyasetin iletişiminin toplumsal düzeyde nasıl becerilebileceği üzerine yormalıdır.
İlerleyen süreçlerde kimlik tanımalarında derin felsefi ayrışmalar sebebiyle ciddi farklılaşmalar olabilecektir. Kişinin birey olma sürecinde, aidiyetini kendinden başka bir varlıkta aramama eğilimi onun kimliksel felsefesini de etkileyecektir. Dolayısıyla, gelecekte kimliğini kendi olarak kabul eden ve tanımlayanların belli bir yoğunluk kazanacağını ve bunun siyasete de yansıyacağını şimdiden kestirmek lazımdır. Mesela, dini kimlik anlamında kendisi ve Tanrısı olarak varlığını aleme konduran bir insan, bir birey olarak, dini kimliğini mensubu olduğu din bağlamında bir zümreyle veya cemaatle değil, kendisiyle tanımlayabilir. Tanrıtanımaz biri de aynı tavrı gösterebilir. Yine bunun gibi, cinsel kimlik bağlamında kişi kendisini, cinsiyetini yok saymaya ramak kalacak şekilde cinsiyetten ari bir şekilde tanımlayabilir ve o cinsiyet yokmuşçasına, kendi varlığı temelinde cinsiyetten arındırılmış bir kimlik telakkisine sahip olabilir. Ulusal veya etnik kimlikte de, mensubu olduğu milletin yahut etnik yapının bir birey olarak kendinden önde olmadığı bir aidiyetten ya da mensubiyetten kaynaklanan bir milli veya etnik kimlik anlayışına sahip olunabilir. Bütün bunlar, bir din veya bir milletten ve bunların altındaki yapılardan önce, bireyin, aidiyetini kendinde görmesinden kaynaklanmaktadır denilebilir. Siyasal iletişim sosyolojisinin böylesi süreçlerle oluşan yeni kimlik yaklaşımlarını dikkatle gözlemlemesi gerekir.
Türkiye Örneğinde Kimlikler Sorunsalı
Türkiye örneğinden devam edecek olursak, çok sorunlu bir siyasal-toplumsal kimlikler evreninde siyaset yapıldığını söyleyebiliriz. Öyle ki, kimisi kendisi için bir üst kimlik tanımlaması yaptığında, bir başkası onun bu üst kimliğini üst ya da alt olsun, kimlik olarak kabul etmemektedir bile. Bazı durumlarda ise, bazı kimlikler ulusal güvenlik meselesi olarak değerlendirilebilmektedir. Böylesi bir kimlikler toplumunda siyaset yapmanın en doğru ve verimli yolu her şeyden önce topluma tam oturan bir siyasal iletişimdir. Yani siyasal iletişimin bu toplumsal bağlamı görerek, toplumun siyasal süreçlerde kimlikler toplumu olduğu gerçeğinden hareketle kimlikler siyaseti güttüğü gerçeğini yakalaması gerekir.
İnsan siyasal edimde bulunan toplumsal bir varlık olarak bünyesinde çoğulcu kimlikler özü taşır ama modern ulus devlet kendi iktidar alanı çerçevesinde çoğulcu öze müsait değildir ve bu yüzden ulus devlet tekil devlettir. Tekil devlet ise birkaç maddeye indirgenecek olursa,
1 tekil ulus
2 tekil toplum
3 tekil din
4 tekil kültür
5 tekil siyaset ve bunların doğal sonucu olarak,
6 tekil kimlik yaklaşımını en uygun ve en elverişli yol olarak benimser.
Modern ulus devletin tekilciliğinin yok ettiği sadece çoğulcu bir anlayış değil, bundan daha vahim olarak, zaman içerisinde çoğulculuğun öznesi olan varlıklardır. Bu varlıklar büyük bir kültür çerçevesi oluştururlar. İnşa edilen ulusal siyasal kültür kendi tekilci mizacı gereği o toprakların başat olmayan tüm değerlerinin varlık alanını kurutmaktadır. Tekillikten kurtulmanın bir yolu bulunsun denilirken, ulusal kimliğin dışında kalan başka bir etnik kimliğin doğrudan etnik kimlik talebiyle ortaya çıkamayıp ekseriyetle etnik kültür olarak ifade edilmesi, bu talebin mevcut ulus devlet iradesi tarafından siyasal kimlik niteliğinde ulusal kimlik seviyesine taşınmak istenmesi olarak algılanmakta, bu yeni durum yeni bir ulus ve yeni bir ulus devlet inşası gibi tehlikeli bir sonucun habercisi olarak yorumlanmaktadır. Buradan, hem toplumsal varlıkla uyumlu hem de tarafların savaş baltalarını çıkarmasına sebep olmayacak bir siyasal iletişim çıkarmak ancak ve ancak sivil toplumun olduğu kadar siyasal toplumun da tüm öz niteliklerini en ince ayrıntısına kadar kavramış olma ön şartını zorunlu kılar.
Türkiye’de kimliklerin sorun olması ve hatta ulusal güvenlik konsepti içerisinde tehdit değerlendirmesi çerçevesi içerisine alınmasının en temel sebebini, kendine özgü çarpıklıkları ve sorunları olan Türk modernleşmesine bağlayabiliriz. Sorunlu modernleşme sorunlu kimlik tanımlamaları sonucu vermektedir. Modern ulus devletin, kendisini tanrılaştırması ve tanrısal seviyede tayin ediciliğe soyunması tüm kimlik tanımlamalarını yerle bir etmiştir. Bir ve tek ulus inşası ve o ulusla ve o ulusça, o ulusa aidiyet temelinde belirlenen –tanrı buyruğu gereği- ulusal kimlik/etnik kimlik de daha önce ulus düzeyinde belirlenmemiş tüm kimlikleri tarumar etmiştir. Bu durumda pek çok alt kimlik anayasal düzeyde suç/gayri meşru ve ulusal güvenlik bağlamında da tehdit telakki edilir olmuştur. Böylesi, bir ortamda siyasal iletişimcinin başarması gereken şey, anayasal suç işleme ve ulusal tehdit üretir durumuna düşmeden, modernleş-tir-me süreçlerinde darbe almış olsalar da, toplumda varlıklarını sürdüregelmekte ve siyaset için değer ifade edegelmekte olan kimliklerin birer siyasi kazanıma dönüştürülmelerini sağlayıcı bir siyasal iletişim becerisi ortaya koyabilmektir.
Kimliğin Varlığı ve Kimliğin Değeri
Bir insanı kendi tanımladığı kimliği veya kimlikleri ile, her hangi bir nesneyi de varlık ve değer yanıyla birlikte alırsak, bu durumda insanın kimliği ile birlikte kimliğin de varlık ve değer yanlarını kabul etmiş oluruz. Varlıksal ifade doğrudan ontolojik bir ifade olarak ele alınabilir. Öyleyse, kimliğin kabulü, özünde bir ontolojik kabul, buna mukabil reddi de ontolojik bir rettir. Buradaki ret, mantıksal olarak apaçık bir ontolojik güvenlik sorunu doğurur. Doğrusu, hiç kimse bu sorundan kaçamaz. Zira, herkes kendi kimliklerini kendi varlığıyla birlikte değerlendirmektedir.
Açıkçası, buradan insanın kendi varlığı ve kendi değeriyle, kendi kimliklerinin varlıkları ve o kimliklerin değerlerini özdeşleştireceği sonucuna varırız. Kimliklerin reddi, aynı zamanda, kimlikler bireyinin ve zorunlu olarak kimlikler toplumunun reddi anlamına gelecektir. Toplumu reddeden bir siyasetin varlık zemini kalmayacağına göre, bu durumda kimlikleri tanımayı ve bu kimlikler temelinde siyaset üretilmesini siyasetin doğasının toplumdan devşirdiği öz olarak görmek gerekir.
İnsanı, varlık ve değer yanlarıyla birlikte almanın getirdiği sonuçlardan biri kimliğin varlık ve değerini de zorunluluk düzeyinde kabul etmektir. Böylece, kimliği reddetmek insanı reddetmek demektir noktasına gelinmiş olunur. Bu durum ise siyasetin bir yüce değer taşıyıp taşımadığının sorgulanmasını gerektirir. Şayet, siyaset bir yüce değer taşıyorsa, o zaman doğrudan insani ve insana ait bir değer taşıyor olmalıdır. İnsani ve insana ait bir değerin kimlikten bağımsız bir değer olduğunu savunmak ise ne makul, ne ahlaki, ne de namuslu bir tavırdır.
Bir Başka Kimlik: Ötekilik Kimliği
İnsanı bir diğerine göre ötekileştiren modern düşünce, aynı zamanda bir öteki kimliği de üretmiş olmaktadır. Ötekinin kimliği ötekiler toplumuna işaret etmektedir. Bu durumda ötekiler evreninde yaşayan insanın ötekilik algısında oluşan toplumsal-siyasal gerçekliğin de aynı şekilde ötekinin gerçekliği olarak inşa edileceğini söyleyebiliriz. Siyasal olarak yapılan ise ötekinin siyasetidir. Ötekiler toplumunun seçmeni de öteki seçmendir.
Ötekilik kavramının örtük bir kavram olduğunu ve bunun zihinlerin gerisindeki açık halinin tehdit, tehlike ve gayri meşruluk içerdiğini itiraf etme namusluluğunu göstermek gerekir. Ötekilik kavramı açık olarak bunları içeriyorsa, aynı şekilde ötekilik kimliği de aynı şeyleri içermektedir. Ötekilik kimliği bunları içeriyorsa, mantıksal olarak ötekiler toplumu da aynı şeyleri içerecektir. Bu durumda ötekiler siyasetinin de tehdit, tehlike ve gayri meşruluk içerdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani, ötekiler toplumunda ötekinin yaptığı siyaset tehdit ihtiva eder, tehlikelidir ve gayri meşrudur. Yine zihinlerin gerisinde olandan hareketle söylenecek olursa, bu durumda öteki yok edilemiyorsa bile, ötekinin siyaseti yok edilmelidir. Bu amaca yönelik olarak, siyasal iletişim stratejisi tamamen ötekinin siyasetini yok etme temeli üzerine kurulmalıdır. Uluslararası ilişkilerde kuvvetler dengesi kavramının siyasal iletişimde çok fazla yeri olmamalıdır. Kuvvetler dengesi yerine kuvvetler imhası daha doğru gelmektedir. Ötekilik kavramını işlevsel bir kavram olarak gören toplumda üretilen siyasetin bu siyasetin iletişim dilini kuracak olan siyasal iletişimcinin zihninin gerisinin açık ve dürüst okuması budur.
Sanal Kimlik, Gerçek Siyaset
İletişimsel edimlerin ezberimizde olanların ötesine geçmekte olduğu başka, değişik, farklı bir toplumsal-siyasal ilişkiler ağına doğru gidiyoruz. Artık yeni bir şey var. Bu ezber bozan şey, ne mekanik dayanışma ve organik dayanışmayı doğruluyor, ne cemaat ve cemiyet ayrımını, ne de birincil ilişkiler ve ikincil ilişkiler yaklaşımını. Farklı, bambaşka bir insan biraradalığına doğru gidiyoruz. Burada dayanışmadan bahsedeceksek, bu ne mekanik ne de organik dayanışma, bu dayanışma sanal bir dayanışma; bu ne cemiyet ne de cemaat ama hem cemiyet hem de cemaat; yine sıralı -ciller ve -cıllardan sözedecek olursak bu ne birincil ne de ikincil ilişkileri ifade ediyor, buna üçüncül ilişkiler diyebiliriz. Diyebilir miyiz? İçine doğru girdiğimiz şey, Toplum değil, Topluluk da değil. Bir başka ifade ile ne cemiyet ne de cemaat. Başka bir şey ve bu şeye henüz bir ad bulabilmek zor. Şimdilik, geçici olarak ve çelişki içerdiğini bilerek, sanal toplum diyebiliriz. Ama o şeye her ne diyeceksek, o şeyde yapılacak siyaset de başka bir siyaset olacak ve elbette o siyasetin iletişimi de başka bir siyasal iletişim olacak. Belki, siyaset bizatihi iletişim olacak. Sosyolojisi ise o şeyin bilimi olamayacak ve o şey öncesi şeyin yani Toplumun bilimi olarak kalacak.
Günümüzde belli yoğunluklarda sanallık mevcuttur. Bu yoğunluk gelecekte artacağa ve tamamen belirleyici olacağa benziyor. Sanallık aynı zamanda kendi kimliğini de yaratmaktadır. Günümüz siyasetinde iş gören kimliklerin sanal toplumda iş görüp göremeyeceklerini şimdiden kestirmenin zorluğu bir yana, en azından bazılarının varlıklarını sürdürüp sürdüremeyeceklerini bile kestirmek zordur. Şimdiden öngörülebilecek tek şey sanal toplumdaki en etkin kimliğin bizatihi sanal kimlik olacağıdır.
Bu günkü toplumda siyasal iletişimcinin en temel sorusu şu olmalıdır: Ben kimi, kimlere, nasıl ve nelerle seçtireceğim? Ancak, bu sorunun gelecekte işe yarayıp yaramayacağını bilebilmek imkansızdır. Kim, kimliğe işaret ettiğine göre, soru, sanal toplumda daha birinci ve ikinci kelimesinde havada kalma ihtimalini taşımaktadır. Ben! Ben kim? Kimi! Kim kim? Kim ne? Bu kavramlar bu gün yani cemaat ve cemiyette anlamlıdır. Daha doğrusu, bu kavramlar cemaate ve cemiyete ait kavramlardır ve cemaat ve cemiyet olmayan bir alemde hiçbir anlam ifade edemeyebilirler.
Kimlik ve Seçmen Davranışı
Kimliklerin siyasal iletişim sosyolojisi açısından önemi, seçmene ait her kimliğin onun siyasal davranışına etki etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple siyasal iletişim sosyolojisinin nirengi noktalarından biri olarak kimliği almaktayız.
Siyasal davranış incelendiğinde, siyasal davranışı belirleyen ve etkileyen etmenlerle karşılaşmaktayız. Bu etmenler dikkatle incelendiğinde hemen hemen hepsinin kimlik belirleyici özelliklerinin olduğu, bunlardan bir kısmının doğrudan kimliğe dönüştüklerini, diğerlerinin ise kimliklerin oluşmasına etki ettiklerini görmekteyiz. Mesela, din ve dinin altındaki mezhep ve meşrepler bireyin siyasal davranışında belirleyici veya etkileyici olurken, aynı zamanda bireyin taşıdığı kimliklerden biri de olabilmektedir. Diğer taraftan, bireyin yaşı, siyasal davranışı üzerinde belirleyici ya da etkileyici olurken, yaş doğrudan bir kimliğe dönüşememekte ama kimlikler yaşla birlikte değişiklikler gösterebilmektedirler.
Bu durum, gerçekte, bireyin kimlikler bireyi, toplumun kimlikler toplumu ve dolayısıyla siyasetin de kimlikler siyaseti olmasından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple, bir manada siyasal davranış kimliksel davranışla özdeştir. Bu özdeşlik, toplumun, kendi kimliklerine göre göstereceği siyasal davranışı belirlediği için tam da siyasal iletişim sosyolojisinin odaklanması gereken alanlardan birini oluşturmaktadır.
Yukarıda da işaret edildiği üzere, burada aslolan kimliklerin nelikleri yani mahiyetleri değil, kimlik sahiplerinin bu kimliklerini toplumsal bir güç seviyesinde siyasete yüklemeleri, bu kimlikler üzerinden bir siyaset oluşturmak istemeleri ve/veya bu kimliklerin siyaset üzerinde etkileyici ve belirleyici olmaları için icra-i siyaset eylemeleridir. Kimlikler açık olarak ve karşılıkları talep edilir bir şekilde siyaset sahasına koyulunca, siyasal iletişimcinin bu kimliklerin toplumdaki karşılıklarının gerçek ağırlıklarını bulması ve buna göre bir siyasal iletişim stratejisi ortaya koyması gerekir.
Her şeyden önce, her toplumun kimlikler toplumu olduğunu ve siyasetlerin de kimlikler siyaseti olduğunu teslim etmek gerekir. Buradan hareketle, siyasetin kimlikler siyaseti olmasını akılda tutarak, siyasal iletişimin de bir nevi kimlikler iletişimi olduğunu görmek gerekir. Bir başka ifade ile kimlikler toplumu kimlikler siyaseti üretmektedir ve siyasal iletişim bu sosyolojik bakışı yakalayarak bir kimlikler siyasal iletişimi ortaya koymalıdır. Siyasal iletişimin, toplumda kök salmış ve toplum tarafından siyasete yüklenmiş bir kimliği, olumlu ya da olumsuz, dikkate almadan yola girmesi halinde hüsrana uğrayabileceğini söylemek mümkündür. Bu vetirede, siyasal iletişimcinin toplumsal kimlikler ayrımını dikkatle gözlemesi ve derinden derine kavraması şarttır.
Neticede, eğer, siyasal kimliksel davranış bir soruysa, siyasal iletişimsel davranış da ona bir cevap olmak zorundadır. Cevap olunan zemin de bütün kimlikleriyle toplumsal varlık alanı olmalıdır. Kısaca, işin özü budur. Türkiye’de ya da başka bir yerde, bu gerçek değişmez.
Siyasi liderliğe soyunmuş birinin en önemli özelliği, “kendine liderlik edebilmek” olmalıdır. Büyük Ruh odur ki, kendine liderlik edebile. Kendine liderlik edemeyenden lider olmaz. Kendine liderlik edebilme gücü ve melekesi olmayan biri liderlik konumunda olursa, kısa zaman içinde başkalarının ona liderlik etmesi sonucuyla karşılaşır; yani, ülke yönetmeye kalkan bu kişi, etrafındaki dar bir grubun yönettiği bir “lider” olur.
Siyasal İletişim Sosyolojisinde Bir Ana Unsur: Siyasal Lider
Siyasal iletişimin odağında genel olarak siyasal liderler bulunur. Siyasal liderlik siyaset kurumunun ve siyasal iletişimin en merkezi konumunda yer almaktadır. Gerçekten siyasal iletişim bağlamında doğru konumlandırılmış bir lider bir partiye seçim kazandırabilir, elbetteki yanlış konumlandırılmış bir lider de kaybettirir. Lidere rağmen seçim kaybedilebilir ama lidere rağmen seçim kazanmak zordur. Liderin öneminden dolayı burada, bağlamdan biraz sapıp kısa bir süre doğrudan lider üzerine eğilecek ve sonra lideri tekrar siyasal iletişim sosyolojisine geri getireceğiz.
Seçmene hayaller kurduran, onda heyecan oluşturan ve onun ümitlerini besleyen en önemli unsurlardan biri, belki en önemlisi liderdir; en azından günümüzde çoğu toplum için bu böyledir. Bu manada toplumsal karşılığı olması gereken en önemli siyasi figür liderdir. Toplumsal karşılığı olmayan lider “yok” demektir. Onun liderliği siyasi olarak bir şey ifade etmez. Lider seçmenlere hayaller kurdurtamıyorsa, kimsenin hayallerini süsleyemiyor demektir. Lider seçmene heyecan veremiyorsa, seçim sandığı boş çıkacak demektir.
<!–[if !supportLineBreakNewLine]–>
<!–[endif]–>
Liderin Olmazsa Olmaz İki Niteliği
1.Büyük Ruh
Lider Büyük Ruh’tur. Lider seçmenin hem bilişsel hem de duygusal taraflarına hitap etmek zorundadır. Ancak lider, seçmenin sadece fikirlerine ve duygularına değil, onun varlığına bir bütün olarak nüfuz edebilmelidir. Bu ancak, lider denilen kişinin Büyük Ruh olmasıyla mümkündür. Lider, Büyük Ruh değilse, lider değildir. Büyük Ruh olmak kendini öyle zannetmekle de olmaz. Kişi ya Büyük Ruh’tur ya da değildir. Bu bakımdan, lider doğulur ya da lider olunur tartışması Büyük Ruh olma bağlamında anlamsızdır.
Büyük Ruhlar, nerede olurlarsa olsunlar, ne zaman yaşamış olursa olsunlar, adları anıldığında bile insanlarda bir heyecan oluştururlar. İnsanların içlerinde bir şeyler kıpırdatırlar. Kendisini gerçek bir lider olarak gördüğünüz biri ile bunu kendiniz için bu satırları okurken deneyebilirsiniz. Adının zihninizden geçmiş olması bile yeterli olmuştur.
2.Kendine Liderlik Edebilme Melekesi
Siyasi liderliğe soyunmuş birinin en önemli özelliği, “kendine liderlik edebilmek” olmalıdır. Büyük Ruh odur ki, kendine liderlik edebile. Kendine liderlik edemeyenden lider olmaz. Kendine liderlik edebilme gücü ve melekesi olmayan biri liderlik konumunda olursa, kısa zaman içinde başkalarının ona liderlik etmesi sonucuyla karşılaşır; yani, ülke yönetmeye kalkan bu kişi, etrafındaki dar bir grubun yönettiği bir “lider” olur.
Liderlerin özellikleri seçmenin aslında kendinde olmasını arzu ettiği özelliklerdir ve seçmen kendinde göremediği bu özellikleri gördüğü bir liderin arkasına takılır gider. Liderlerin özellikleri seçmenin siyasal davranışlarında dönüştürücü etkiler yapmaktadır. Siyasal kültürün oluşumunda yer alan sosyal değerler, teknik değerler, ekonomik değerler, psikolojik değerler, siyasi değerler, estetik değerler, ahlaki değerler ve dini değerler liderin elinde siyasal sinerjiye dönüşür. Dolayısıyla, siyasi partilerin liderlerini belirlerken ülke genelindeki seçmenin –sadece yıllardır kendi partisine oy vermekte olan seçmenin değil- kendinde aradığı bu özellikleri sergileyen kişileri o makama getirmeleri gerekir.
Seçmen, lider olarak kendine takdim edilen kişide ufukları görebilmeli, liderin tahayyül dünyası içerisinde eriyebilmeli, liderden kendine yansıyan bir dinamizm, ümit, yaşama sevinci, motivasyon, karizma (doğal kudret) hissedebilmelidir. Lider seçmenin iç dünyasındaki beklentilerinin, arzularının, ümitlerinin, heyecanlarının, ifade etmek istediği halde edemediklerinin ifadesi ve sorularının hatta zaman zaman kendine sormayı beceremediği soruların cevabı olabilmelidir.
Bunları dikkate almayan siyasi partiler seçmenin önemli bir kısmının siyasal tercih ve eğilim ihtimalini baştan kaybetmiş olacaklardır. Türkiye’de önemli ölçüde oy kaybına uğrayan partilerin bu hale gelmelerinde –başka çok önemli faktörler de olmakla birlikte- lider unsurunun çok önemli bir payı vardır. Liderlik aynı zamanda temsil makamı olduğu için siyasi partilerin temsil makamında bulunan diğer kişilerin de seçmen üzerinde çok önemli etkileri vardır.
<!–[if !supportLineBreakNewLine]–>
<!–[endif]–>
Liderin Siyasal İtibar Ömrü
Liderler zaman içerisinde bazı sorunlar yaşarlar. Mevcut liderlerin yaşadıkları en önemli sorun zamanın ve toplumun gerisinde kalmak iken lider adaylarında da benzeri bir sorun görülmektedir. Öncelikle mevcut liderlerin, ardında da lider adaylarının sorunlarını çözümlemeye çalışacağız.
Mevcut liderlerin tutkunları ve liderlerin etraflarındaki dar bir çevre liderleri yüceltme ve tanrılaştırma eğilimi içerisinde olurlar. Liderler, kendilerini öyle görmeseler de, tanrısallıktan bir pay sahibi olurlar. Bu durum liderlerin ve bahsi geçenlerin iki şeyi birbirine karıştırmasına sebep olur: Siyasal olarak var olmak ile toplumsal olarak var olmak, yani siyasal varlığın toplumsal bir karşılığının olması… Bu iki şey karıştırıldığında, daha doğrusu birincisi ikincisi zannedildiğinde, liderler siyasi ömürleri bittiği halde, sanki her şey onların siyasi varlıklarının evrensel bir zorunluluk olduğuna işaret edermiş gibi bir hal içinde olurlar. Sanki, zaman ve mekan onlara çalışmaktadır. Hayır, öyle değildir ve onlar bunu fark edemezler. Zamanın ve toplumun gerisinde kalmışlardır. Bu çok sık rastlanan bir durumdur ve siyasi tarihte bunun çok örnekleri vardır.
Her zaman, liderlerin bilmesi ve öncülük etmesi gerekir. Liderlerin bilmeleri gereken şeylerin başında “kendileri” gelmelidir. Burada arifane liderlerden bahsetmiş olmuyoruz. Kastedilen, liderin, o kim olursa olsun, bir “siyasal itibar ömrü”nün olduğudur. Bir liderin siyasal itibar ömrü bedeni ömründen kısa ya da daha uzun olabilir. Bunun uzun mu yoksa kısa mı olacağı biraz da liderin ne zaman “bırakacağına” bağlıdır. Pek çok lider beş on sene daha yaşamış olsalardı belki de daha itibarsız olarak terk-i dünya eylemiş olurlardı. Bazı liderler itibarlarının doruğundayken vefat etmişler ve siyasi efsane olmuşlardır. Liderlerin bilmeleri gereken “kendileri” işte budur: Kendilerini kendi elleriyle öldürmemeleri.
Lider adaylarının ya da bir başka deyişle yeni siyasi liderlerin ise yaşama ihtimalleri olan en temel sorunlardan biri, çok yakın bir zamanda işe yaramış bir siyasi liderlik tipini taklit etme hatasıdır. Adeta şunu demiş olmaktadırlar: “Ben ondan daha iyi ‘o’yum, ben onun liderlik tipini ondan daha iyi oynarım, ben onun söylemini ondan daha iyi kullanırım.” Bu, neredeyse imkansız bir şeydir. Bunun yerine bir liderin kendine demesi gereken en önemli cümle şu olmalıdır: “Ben kendimim.” Bu söz enaniyetin zirvesine işaret eder gibi gözükmekle birlikte, mütevazi bir şekilde sadece bir liderin ana vasıflarından birini anlatmaktadır. Bu, benlik meselesi olmadığı gibi, megalomanlık da değildir.
Söze bir örnekle devam edelim: A şahsı bir siyasi lider olma niyetindedir. Planlarına göre 10 yıl sonra başbakan olacaktır. 10 yıl sonra başbakan olmak isteyen bu lider genelde, bu planı yaptığı sıralar işe yaramış bir liderlik tipini analiz etmiş ve o rolü oynayarak liderlik edeceğini ve başbakan olabileceğini düşünecektir. Bu, çok zor bir ihtimaldir. Bunun yerine yapması gereken şey ise şu olmalıdır: Toplum, halen cari olan liderlik tipini tüketmektedir. 10 yıl sonra bu liderlik tipi iş görmez. Toplum, bu değişim dinamikleriyle 10 yıl sonra nasıl bir liderlik tipi gerektirir, ben o liderlik tipine uygun birimiyim, henüz değilsem, o tipe dönüşebilir miyim, bu ne kadar zaman alır, bunun için neler yapmalıyım? Ben 10 yıl sonrasının lideriyim. Öyleyse, 10 yıl sonrası için gereğini yapmalıyım. (Bütün bunlar, tüm kuruluşlar ve onların bütün kademelerinde bulunanlar için de geçerlidir.)
Mesela, mevcut bir lider coşkulu lider tipiyle iş yapmışsa, genelde, o iktidardayken gözü onun yerinde olanlar da aynısını yapmaktadırlar. Halbuki, aynı esnada toplum o liderlik tipini tüketmektedir. Onlar, göz diktikleri yere gelene kadar geçen zaman zarfında boşa yatırım yapmış olacaklardır. Toplumun değişimini ve tüketilmiş lider tiplerini iyi çözümleyip şu kadar zaman sonra nasıl bir liderlik tipi iş görecekse ona göre oynamak şarttır. Aksi takdirde, 10 yıl sonra ya bu stratejiyi uygulamış başka biri ya da doğal olarak daha başka biri başbakan olabilecektir.
Liderin Doğru Konumlandırılması ve Siyasal Verimlilik
Liderlik çok önemlidir ancak lider her şey demek değildir. Satranç tahtasındaki şah liderdir. Şah satranç tahtası üzerindeki en önemli taştır. Bütün strateji onun korunması ve karşı taraftaki şahın ele geçirilmesi üzerine kurulur. Ancak, diğer taşlar olmasa şah unvanlı taşın yapabileceği hiçbir şey kalmaz. Anında mat olur. Bu yüzden lider derken diğerleri varsa liderin bir anlamı ve işlevi olduğunu unutmamak gerekir. Elbette, herkesten önce bunu hiç unutmaması gereken kişi liderin kendisi olmalıdır.
Siyasi partiler ülke siyasetinde halkın örgütlü bir şekilde siyasetine ve yönetimine katılmasını sağlayan en önemli araçlar arasında yer almaktadır. Ekonomide ve işletmedeki verimlilik anlayışını siyasete taşıdığımızda, siyasal verimliliği siyasetin girdileri ve çıktıları arasındaki ilişki olarak alabiliriz. Siyasetin girdileri ve çıktılarının oldukça fazla olması analizimiz zorlaştıracak olsa da, basite indirgeyerek kendimize bir çıkış yolu bulabiliriz. Bu bağlamda siyasal verimliliği siyasal bilişsel ve siyasal duygusal girdiler toplamı ile siyasal bilişsel ve siyasal duygusal çıktılar toplamı arasındaki oranla ifade edebiliriz. Buradaki en önemli girdilerden biri, belki de en önemlisi liderdir. Ancak, siyasal verimliliğin heba edilmesi de yine çoğu zaman liderler eliyle olmaktadır. Liderin kendisi, dar çevresi ve fanatikleri bir türlü bu verimsizliği algılayamamaktadırlar; yahut algılasalar da işlerine gelmemektedir. Bu durumda kazanan diğer siyasi lider ve parti olurken suçlanan ise seçmen olmaktadır.
Siyasal verimlilik en yüksek derecede lider tarafından oluşturulabilirken yine en kötü derecede kendisi tarafından yok edilebilmektedir. Siyasal verimlilikte en etkili unsurun lider olması liderlik verimliliği ile siyasal verimliliği neredeyse özdeş kılmaktadır. Bu yüzden bir siyasi hareketteki liderlik iletişimi neredeyse siyasal iletişimin kendisi demektir. Bu durumda lider ve liderlik iletişimi yanlış konumlandırılmışsa, buradan doğru bir siyasal iletişim çıkarabilmek zor olur ve muhtemelen siyasi mağlubiyet kaçınılmaz olabilir.
Bir siyasi harekete siyasi itibar ömrü bitmiş veya bitmekte olan bir kişinin liderlik etmesi o siyasi hareketin de siyasal itibar kaybına uğraması sonucunu doğurur. Çünkü, liderine imkan tanımayan bir toplum o siyasi partiye de imkan tanımayacağının işaretini vermiş olmaktadır. Siyasi liderin ve onun siyasal takımının bu işareti iyi okuması gerekir. Siyasal iletişim becerilerini en çok zorlayacak olan kampanya bu tür bir lider ile onun partisinin işini yapmaktır. Zira, kararını olumsuz olarak vermiş olan bir toplumun siyasal aklını yeni ve aksi bir siyasal karar ve siyasal davranış sonucu verecek bir siyasal sürece sokmak imkansız olmasa da imkansıza yakındır.
Lider iletişiminde görülmesi gereken en önemi etmen liderin toplumsal karşılığının olup olmadığıdır. Liderin toplumsal karşılığı yoksa onun siyasal itibar ömrü de yok demektir. Siyasal itibar ömrü olmayan bir lider ise diğer siyasi hareketlere hizmet etmeye başlamış demektir. Bu yüzden bir liderin en isabetli bir şekilde ortaya koyması gereken siyasal becerilerden biri –ki bu son devrimsel beceridir- kendi siyasal itibar ömrünü doğru okuyabilme becerisi olmalıdır. Aksi takdirde ahir ömründe, yıllarını verdiği partisine değil, rakip partilere çalışmış olur.
Siyasal Ahlakın İletişimsel Toplumsallığı İle Siyasal İletişimin Ahlaki Toplumsallığının Özdeşliği
Değerler bir toplumun bütüncül bir yapı oluşturmasını ve kendini yeniden üretmesini sağlar. Her yeniden üretim bir değişim, her değişim yeni bir toplumdur. Toplumsal varlık alanı ait olduğu ve kendisine ait olan değerler dizgesiyle bir meşruiyet alanı oluşturur. Hukuk bu meşruiyet alanında, kanunlar da bu hukuk alanında oluşur. İşte, siyasal iletişimciler ve siyasiler bu değerler-meşruiyet-hukuk-kanun dörtlüsünün varlık alanında kendi varlıklarını fiillerini konumlandırmak, meri hukuka ve kanuna uymak zorundadırlar.
İnsanın varoluşu ahlaki bir varoluştur. En azından hayatını devam ettirmek isteyen insanın yaşamak için kabul etmesi gereken şey budur. Eğer, varoluşu ahlaki değilse, insanın yaşamasını gerektiren bir şey yoktur. Kendi varoluşu ile hayatiyeti arasında kurduğu ahlaki anlamlandırma ilişkisi toplumsal ilişkilerinden siyasal ilişkilerine kadar algılarına konu olan bütün alanları kapsar.
Siyasi ahlak denilince akla gelen ilk isim herhalde Makyavel’dir. Makyavelci siyaset felsefesinin özünü oluşturan, amaçlar araçları meşru kılar yaklaşımı bir ahlaki soruna işaret eder. Meşruiyet bağlamında amaç ve araç arasındaki ilişkilerin bir ahlaki kaygı olmaksızın kurulması ahlaksızlık olarak kabul edilir. Hemen herkes, Makyavel’i bu ahlaksızlığı kabul etmesi ve meşrulaştırmaya çalışmasıyla itham eder. Ancak, kaç kişi siyasi hayatında ve siyaset dışı hayatında kendini bu amaçlar ve araçlar çelişkisinden her seferinde kurtarmıştır, bu bilinmez.
Meşruiyet bağlamında amaç ve araç arasında dört ayrı ilişki kurulabilir:
1. Amaç meşru, araç da meşru (+,+).
2. Amaç meşru değil, araç da meşru değil (-,-).
3. Amaç meşru, araç meşru değil (+, -).
4. Amaç meşru değil, araç meşru (-,+).
Görüldüğü gibi, ahlak bu ilişkilerin sadece bir tanesini kendine uygun kabul edebilir; amacın ve aracın meşru olduğu durumda oluşan ilişkiyi. Amaç da, araç da meşru değilse, amaç meşru ama araç meşru değilse ve amaç meşru değil ama araç meşru ise bunlar ahlaksızlıktır.
Ahlakın ve insanın ahlaki varoluşunun anlamlılığı yukarıdaki dört maddenin birinci olanını kendi ahlaki varoluşsallığı ile anlamlı kılabilmesi ile ilgilidir. Diğerleri ile kurulan ilişki insanın ahlaki varoluşu ile tenakuz teşkil eder. Amacın meşru olup aracın meşru olmadığı durumu ahlaki kabul etmek bir zaman sonra, aracın meşru ama amacın meşru olmadığı ve/veya ikisinin de meşru olmadığı durumlarda bir ahlaki kaygı duymama sonucunu getirebilir. Kaldı ki, kullanılacak meşru araç, amaçların ne kadar meşru olduğu ile ilgilidir. Amaç meşru değilse, kullanılacak aracın meşruluğu bir şeyi değiştirmez. Dolayısıyla, her halükarda hem amaç hem de araç meşru olmak zorundadır.
Bir tarafta, olan, vardır. Olanlar aleminde ahlak, olması gerekeni va’z eder. Toplumda sorun denilen şeyler olanla olması gereken arasındaki farktır. Siyaset ise, olanları olması gerekene yaklaştırma iddiasını taşır. Bu iddianın özünde olanın meşruluğunu değil, olması gerekenin meşruluğunu/doğruluğunu benimseme yatar. Dolayısıyla, siyaset açıkça ahlaka gönderme yapmış olur. Bu durum, tabi olunan toplumsal değerlerin ve meşruiyet telakkisinin yani bir başka ifade ile toplumsal ahlakın siyaseti yapılacağı anlamını taşır. Bu anlam bizi siyasetin toplumsal ahlakın siyaseti olması gerektiği ve bunun gibi, iletişimin de toplumsal ahlakın iletişimi olması gerektiği noktasına götürür. Başa dönecek olursak, siyasal ahlakın iletişimsel toplumsallığı ile siyasal iletişimin ahlaki toplumsallığının özdeşliği da bu noktada kurulur.
Her toplum bir değerler toplumudur. Değerler bir toplumun bütüncül bir yapı oluşturmasını ve kendini yeniden üretmesini sağlar. Her yeniden üretim bir değişim, her değişim yeni bir toplumdur. Toplumsal varlık alanı ait olduğu ve kendisine ait olan değerler dizgesiyle bir meşruiyet alanı oluşturur. Hukuk bu meşruiyet alanında, kanunlar da bu hukuk alanında oluşur. İşte, siyasal iletişimciler ve siyasiler bu değerler-meşruiyet-hukuk-kanun dörtlüsünün varlık alanında kendi varlıklarını fiillerini konumlandırmak, meri hukuka ve kanuna uymak zorundadırlar.
Hukukun bir meşruiyet temeli olmak zorundadır. Hukuk meşruiyetini değerlerden alır. Hukukun mevcut ve meri olması her zaman ve her şartta meşru olduğu anlamını taşımaz. Hatta meşru olması durumunda bile toplumdaki tüm ilişkileri düzenleyemeyebilir, tüm boşlukları ve açıkları kapayabilmesi mümkün olmayabilir. Hukuk olmadan olmaz, ancak olduğu yerde bile yeterli olamayabilir. Böylesi durumlarda hukuku kurtaran ahlaktır. Hukuk daha keskin iken ahlak daha ince ve nüfuz edicidir. Her ikisi de, olanı olması gerekene göre yargılama özniteliğine sahip olmalarına rağmen, ahlak daha özbağlayıcıdır.
Hukuk, herkesi bağlayıcı bir unsur olarak, siyasal iletişim süreçlerinde işlevsel olan herkesin uyması gereken yasalar koyar. Ancak, hukukun her ayrıntıyı bir yasayla düzenlemesi mümkün değildir. Bu sebeple, hukuk bir ahlaka dayanmak zorundadır. Dayandığı ahlak, kaynağı ne olursa olsun, ortaya çıkan boşluğu doldurmaya yardımcı olabilir.
Her toplum bir değerler toplumu olduğu gibi, aynı zamanda bir ahlak topludur da ve ahlak toplumu olduğu gibi, siyaset toplumudur da. Bu sebeple, siyasetin bir ahlaki temelde yapılması gerekir. Hatta en temelde siyaseti ahlaki bir olgu olarak almak gerekir. Ahlakın toplumsallığı gereği, siyasetle, toplumsallık üzerinden kurulacak ilişkiyle iletişim süreçlerine sokulması yoluyla bir siyasal iletişim ahlakı oluşturulabilir. Siyasal iletişimsel ahlak bir bilim dalının ve/veya bir uygulamanın ahlakı olarak kurgulanabilir. Bu çerçevede, siyasal ahlakın iletişimsel toplumsallığı ile siyasal iletişimin ahlaki toplumsallığı arasında bir özdeşlik kurulabilir ve siyasal iletişime ahlakî bir toplumsal zemin inşa edilebilir.
Ahlakı toplumsal düzeyde ele almanın toplumsal değerlerle siyaseti irtibatlandırmak anlamına geleceği açıktır. Toplumsal değerler aynı zamanda siyasal meşruiyet temelleri de oluşturduğu için toplumsal değerlerin toplumsal ahlaki değerleri içermesi bağlamında ahlaki sınırlar siyasetin sınırlarını belirler. Siyasi sınırların belirleyicisi siyasal iletişimin sınırlarının da belirleyicisidir. Bu bağlamda siyasal iletişim ahlakı toplumsal ahlakın çerçevesi içinde yer alır. İletişimin, ticari bir faaliyet olarak dayandığı ticari ahlak, bir bilimsel faaliyet olarak dayandığı bilimsel ahlak ve birey olarak iletişimcinin sahip olduğu bireysel ahlak son tahlilde aynı toplumda oluşmaktadır. Dolayısıyla, meseleye bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekir. Bütüncül yaklaşım bize hem siyasal iletişim ahlakını toplumsal ahlak temeline oturtma imkanı verir; hem de bizi buna icbar eder.
İnsan iletişen bir varlıktır ve neredeyse iletişimlerinden ibaret bir varlıktır. Hatta insan, “ben iletişimlerimim” diyebilir. Siyasal iletişim bireysel ben, siyasal ben ve toplumsal ben arasında gerçekleşir ve buradan bir “iletişimsel ben” ortaya çıkar. Siyasal ikna süreçleri bu iletişimsel ben tarafından gerçekleştirilir ve siyasal iletişimin toplumsal benini hedef alır. Siyasal iknanın en kalıcı etki yapan unsuru kuşkusuz ahlaktır. Bireysel benin ahlakı, siyasal benin ahlakı ve toplumsal benin ahlakı bir iletişimsel ahlak olarak bütünleşir.
İletişen varlık olarak insan aynı zamanda ahlaki bir varlıktır da. İnsanın ahlaki bir varlık olması iletişen bir varlık olmasının sonucudur. Kendi iletişimsel varlık alanında insan, ahlaki bir varlık olarak ahlaki anlamlandırmalar yapar. Buradan bir anlamlandırma ahlakı da doğar. Siyasal iletişim sosyolojisinde ahlak arayışı, ahlaki anlamlandırmalar ile anlamlandırma ahlakının bir gereğidir. Anlamlandırmanın bir ahlakı olacaksa –ki olmalı- o zaman bu, bütün anlamlandırma olgularına ve süreçlerine şamil olmalıdır. Bu sebeple, bir toplumda vaki olan anlamlandırma süreçleri gibi, iletişimsel süreçler de bir ahlaka dayanmak zorundadırlar; bunlar ister siyasal iletişime dair olsunlar isterse başka bir iletişime, her halükarda ahlaki zemin ihlal edilemez bir zorunluluk olarak belirir.
Ahlak, hem toplumsal düzeyde ve hem de bireysel düzeyde insanları ait oldukları toplum içindeki toplumsal benle ve kendi kendileri olmalarını sağlayan bireysel benle var kılan en içkin -ve aynı zamanda, eğer ahlak kaynağını aşkın değerlerden alıyorsa en aşkın- olgulardan biridir ve ahlaki değerler bir toplumda en çok paylaşılan değerler zümresini oluşturmaktadırlar. Öyle ki, farklı dinlerden, ideolojilerden, siyasi görüşlerden ya da milletlerden olunsa bile, farklı insanlar olarak bir çok aynı ahlaki değeri paylaşmak mümkündür. Bu, bireysel benin her insanda aynı özü taşımasından kaynaklanmaktadır. Benzer özlerin toplumsal benlerde ve siyasal benlerde de var olduğunu öne sürebiliriz. Ahlaki öz evrensel bir çekim merkezidir.
Ben olgusu insanın kendi varlığını anlamlandırma olgusudur. Bireysel ben, insanın katışıksız olarak kendisini kendisi olarak anlamlandırması; siyasal ben, siyasal bir varlık olarak anlamlandırması; toplumsal ben ise toplumsal bir varlık olarak anlamlandırmasıdır. Bireysel anlamlandırma özanlamlandırma ile özdeştir. Anlamlandırma süreçleri bireyin varlık düzeylerindeki ve varlık alanlarındaki yansıma süreçleridir.
Toplumun Siyasal Davranışında Ahlaki Yansıma
Yapılan bir siyasi araştırmaya göre, siyaset ve siyasetçi ile ilgili olarak seçmenin %60’ı olumsuz nitelemeler yapmaktadır. En önemli vurgu yalan ve yalancılık üzerine olmaktadır. Siyaset ve siyasetçi üzerine yapılan olumlu tanımlamalar ise %25 düzeyinde kalmaktadır. Tüme tamamlayan oran yani %15’lik dilim ise nötr ifadelerle doldurulmaktadır. Bu araştırma çerçevesinde sorulan bir kısım sorulara alınan cevaplar şöyledir:
• Size göre siyaset nedir?
o Yalancılık: %29.2
• Size göre siyasetçi kimdir?
o Yalancı: %32.6
• Bir seçmen olarak, oyunuzu kullanırken bir siyasetçide aradığınız özellikler nelerdir?
o Dürüst olması: %80.3
• Parti değiştirme sebebiniz nedir?
o Güven vermemesi: %29.3
• Bir partiye olan güveninizi en çok ne sarsar?
o Dürüst olmaması:%46.4
• Oy vermeyi düşündüğünüz partiye neden oy vereceksiniz?
o Dürüst olduğuna inandığım için: %23.6
Bu cevaplar ilgili veri setlerinde en yüksek oranlarla birinci sırada dile getirilmişlerdir. Görüldüğü üzere, bütün ifadeler ahlaka matuf ifadelerdir. Seçmen siyaset ve siyasetçi üzerine öncelikle ve ağırlıklı olarak olumsuz ifadeler kullanmakta ve her ikisiyle olan ilişkisini yine öncelikle ve ağırlıklı olarak güven ve dürüstlük temeli üzerine kurmaktadır.
Aynı araştırmada seçmenin oy verme davranışında birinci sırada gelen etmenler partilere göre çözümlenmiş ve aşağıdaki ifadelerle karşılaşılmıştır (partiler alfabetik sıraya göre yazılmıştır):
Görüldüğü üzere, çoğu seçmen grubu partileriyle ilgili olarak dürüstlük temelinde ahlaka vurgu yapmaktadırlar. Ek bir malumat olarak kaydetmek gerekirse, dürüstlüğe birinci sırada yer vermemiş olan seçmen gruplarının tamamı ikinci sırayı dürüstlüğe ayırmışlardır. Seçmenin siyasal davranışında ahlakın belirleyiciliği söz konusu araştırma ile apaçık ortaya çıkmıştır. Toplumun dediğini siyasetin diline tercüme edecek olursak, dürüstlük en büyük kurnazlıktır diyebiliriz.
Meselenin siyasal iletişim yönüne bakacak olursak, araştırmalar toplumun dürüstlük/ahlak beklentilerini öne çıkarmaktadır; dolayısıyla, bu durum olumlu iletişim girdilerine dönüştürülmelidir demeliyiz. Çünkü, toplumun öne çıkardığı unsurun siyasal iletişimde de öne çıkarılması şarttır. Siyasal iletişimci toplumdaki dürüstlük ve güven algısının ahlaki bir konu olduğunu görmeli; bir siyasi partideki siyasi ahlak kaybının seçmende güven kaybına, güven kaybının ise oy kaybına sebep olduğunu bilmelidir.
Toplumsal anlamda dürüstlük bireysel ve toplumsal hayatın tüm yönlerinin bir ahlaki denetim altında yaşanmasıdır. Bunun siyasete yansıyan yönleri olabileceği gibi, siyasetten bağımsız yönleri de olabilir. Siyasal anlamda dürüstlüğü kurmak için siyaset kârlı bir iş olmaktan çıkarılmalı, devlet rant kapısı olmaktan çıkarılmalı, sistem buna göre kurulmalı, birey buna göre hareket etmelidir.
Bir taraftan siyasal birey bir ahlaki kaygı içinde olurken, aynı zamanda içinde bulunduğu sistem de ahlaki olmayan adımların atılabilmesine imkan vermemelidir. Zira, insan ve sistem arasında eytişimsel bir ilişki vardır. Biri dürüstlük temeline oturmazsa diğeri kendini koruyamaz. Biri diğerini çürütür. Yani, ikisinin de aynı anda dürüstlük temelinde olması gerekir. Bu sebeple, siyasal alanda bireysel ve kurumsal ahlaka eşit oranda vurgu yapmalıdır.
Siyasal Söylemin ve Eylemin Ahlakı
Ahlaksız siyaset ile ahlaklı siyaset arasındaki fark çoğu zaman ahlaklı söylem ile ahlaksız söylem tarafından belirlenmektedir. Siyasal ahlakın ilk ve en göze çarpacağı alan siyasal söylem alanıdır. Siyasal söylem tasarımında ahlakın siyasal ikna süreçlerinin yapılamayacaklar üzerinden kurgulanan vaatler zincirine kurban edilme tehlikesi her zaman vardır. Büyük siyasal akıl ve büyük siyasal hafıza olarak toplum, vaatleri her zaman zihninde canlı tutar. Siyasal iletişimci toplumun bu özelliğinin farkında olmak ve yapılabilirler üzerinden kurgulayacağı vaatler paketini iletişim diline dökerek toplumun siyasal iletişim algısına sunmak zorundadır.
İktidarda eriyen partilerin iletişimlerinin berbat olduğu görgül veriler arasındadır. Muhalefette eriyen partilerin iletişimleri de böyledir. Halbuki iktidar partileri, iktidarda iken bile oylarını artırabilirler. Oylarını artırmak için, yaptıklarından çok, yani gerçekleştirdikleri vaatlerinden çok, bunların iletişimi üzerinde durmalıdırlar. Bu çerçevede iletişim, yapılmamış olanı yapılmış gibi göstermek veya yapılmış olanı olduğundan daha büyük ve önemli göstermek değil, yani bir ahlaksızlık uygulaması değil, yapılması gerekeni yapmak ve yapılanın doğru iletişimini de aynı önem derecesinde gerçekleştirmektir.
Yapılan siyasi kampanyaların bir tür ikna süreci olduğunu kabul edersek, yürütülen siyasal ikna süreçlerinde, bir başka ifade ile siyasal iletişimde kullanılan göstergelerin belli bir ahlak temelinde üretilmesi ve kullanılması meselesi en başta gelmelidir. Siyasal iletişim çalışmalarında riayet edilmesi gereken hukuk her şeyi ihata edemeyebilir. Bu durumda, yani siyasal iletişimciyi bağlayan bir hukuk olmadığı durumlarda kendisini her durumda bağlayan bir ahlakın olduğunu bilmesi gerekir. İş sonuçları bağlamında da olması gereken budur. Zira, toplum kesintisiz ve birikimli olarak her şeyi kaydetmekte ve kimin ahlaklı kimin ahlaksız olduğunu kendi siyasal davranışına yansıtmaktadır. Hukuka aykırı olmasa da bugün yapılan bir ahlaksız iletişimin yarın bir olumsuz siyasal davranışın sebebi olabileceği unutulmamalıdır.
Bireysel ahlak, ticari ahlak, bilimsel ahlak ve siyasi ahlak toplumsal ahlakın yansıma alanları olarak, siyasal iletişimle ilgilenen profesyonellerin siyasal iletişim ahlaklarını bütünleyen ve yanı sıra sınırlarını belirleyen temel etmenlerdir. Bu sebeple, siyasal iletişimci faaliyette bulunduğu toplumun değerler sistemini, siyasal kültürünü ve bütün bunlarla oluşan toplumsal ahlakı bir denetleyici olarak merkeze almak zorundadır. Toplumsal ahlakı dikkate almayan, toplumsal ahlaka ters düşen bir siyasal iletişim kampanyasının başarısız olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü, neticede iş bir oya bakar ve o oy sahibi, çoğunlukla, ait olduğu toplumun genel ahlaki normlarına ters düşmek istemez.
Liderlik Ahlakı
Siyasal iletişimde en büyük yatırım siyasal lidere yapıldığı gibi, siyasal ahlakın, kendinde en çok temsil edildiği kişi de siyasal liderdir. Bu sebeple liderler sadece siyasette değil, ahlakta da lider olmak zorundadırlar. Bir bakıma siyasi lider ile ahlaki lider aynı kişi olmalıdır. Liderin, siyaseti ile ahlakı arasındaki olumsuz fark kendisine ve partisine oy kaybı olarak geri dönecektir. Aradaki olumsuz farkın farkına varacak olan ilk kişiler karşı siyasi takımın iletişimcileri olacağı için, ahlak kendini seçmenin oyu olarak dayatacaktır. Lider bunun farkında olmasa da, kendi iletişimcileri olmak zorundadır. Onlar ister farkında olsunlar, isterse olmasınlar, toplum her zaman farkındadır ve bu toplumsal farkındalık sandığa yansır.
Bir Ahlaki Süreç Olarak Siyasetin Kendisi İçin İletişimi
Siyasal iletişim bağlamında, siyasetin ihtiyaç duyduğu unsurlardan biri de bizatihi, kendisi için iletişimidir. Toplum nezdinde siyaset kurumuna itibar kaybettirmek için, dünyada ve Türkiye’de siyaseti bilinçli olarak yıpratma çabaları vardır. Yıpratma ve itibar kaybettirme ağırlıklı olarak ahlaki alan üzerinden yapılmaya çalışılmaktadır. Geniş anlamıyla, pretoryen çevreler tarafından yürütülmekte olan bu çabalar siyasi partiler tarafından yekvücut karşılanmalı, ayrıca bütün siyasiler ve siyasi partiler el birliği yaparak bunu toplumsal algıya sunmalıdırlar. Bu manada siyasetin toplumsal algı çerçevesinde öziletişimi yapılmalıdır.
Pretoryen çevrelerin yürüttüğü faaliyete bizzat siyasetçilerin de etkisi ve katkısı olmaktadır. Özellikle, siyasal iletişimlerinde siyasal partilere ve siyasetçilere leke olabilecek ifadeler, daha doğru bir anlatımla göstergeler, neticede bu işe yaramaktadır. Yani, siyasal iletişim diğer siyasal partileri ve siyasetçileri olumsuzlama temeli üzerine oturtulduğunda siyaseti olumsuzlamaktadır. Bu ise siyasetin değil, pretoryenliğin işine yaramaktadır. Yapılması ve bilinmesi gereken ise şudur: Siyasi partiler ve siyasiler kendilerini değil, siyaseti aklamalı ve siyasete sahip çıkmalıdırlar. Siyasi söylem maksatları ifade etmeli, ancak partilerle ve siyasilerle ilgili olumsuz sıfatlar kullanmaktan kaçınmaya özen göstermelidir. Gayri ahlaki temeldeki iktidar-muhalefet eleştirisinden (çatışmasından) oy çıkmaz. Ahlak, ilk elde ve görünürde olmasa da, nihai olarak sahibini kârlı çıkarır. Ahlakın, siyasete ve siyasetçiye faydası bizatihi ahlaktır. Ahlaklılıktan gelecek zarar, zarar değil, kârdır; zararın kâra dönüşümünü zaman/toplum yapar. Zaman/toplum ahlaksızı ayıklar. Baki kalan ahlaktır.
Siyaset kurumu ve siyasetçiler üzerinde dolaştırılan kara iletiler, bir başka ifade ile pretoryenlerin saldırı araçları vardır. Bu araçlar siyasetçilerin bir kısım zaafları üzerinden kullanılır. Bu zaaflardan biri siyasetçilerin toplumun önünde olmalarından kaynaklanmakta ve pretoryenler bu halden bir saldırı silahı üretebilmektedirler. Siyasetçilerin her an toplumun önünde olmaları hasebiyle, en ufak hal ve hareketleri dahi toplumsal algının merkezinde olmaktadır. Pretoryen çevreler, daha geri planda olarak, siyasetin gözönündeliğini bir karşı saldırı aracı olarak kullanmaktadırlar. Siyasal iletişim, burada, siyasete karşı kullanılan silahı kendi yanına alabilmeyi becerebilmelidir. Bunun yolu, toplumun önünde olmayı toplumla birlikte olmaya dönüştürebilmekten geçer.
Pretoryen çevrelerin kullandığı bir diğer önemli araç ise, bazı siyasetçilerin kötü ün sahibi olmalarıdır. Ancak, bilinmelidir ki, bu kötü ün o kişilerin siyasetçi olmalarından değil, o kişi olmalarından kaynaklanmaktadır. Yani, bu olumsuz değer siyasetin kişiye yüklediği bir değer değil, kişinin siyasete taşıdığı bir değerdir. Bu bağlamda, siyasal ben olarak tezahür eden bireysel benin toplumsal ben ile olan ilişkisi akıldan çıkarılmamalı, yani siyasetçinin toplumun içinden seçildiği unutulmamalıdır.
Siyasal İletişim ve Toplumsal Değişim
İletişim ve değişim; iki büyülü kavram. Bunları emir kipiyle yazarsak, ilet ve değiştir diyebiliriz ya da iletiş ve birlikte değiş. Birincisi siyasetin doğasına daha uygun duruyor gibi gözükse de, aslolan ikincisini becerebilmektir. İletişimle nasıl bir değişim yaşanabilir? Her değişim yeni bir iletişim demek midir? Bu yazı çerçevesinde önce toplumsal ve siyasal bağlamda iletişim ve değişim ilişkisi üzerinde durulacak, ardından toplumsal değişimin siyasetçi ve siyasal iletişimci için neden önemli olduğu tahlil edilmeye çalışılacaktır. Konu, bu iki bağlamda ele alındıktan sonra, uluslararası siyaset alanına taşınacak ve uluslararası siyasette siyasal iletişim ve toplumsal değişim ilişkisinin bir dış siyaset aracına dönüştürülebilme imkânı üzerinde durulacaktır.
İletişimsel Değişim Sarmalı
Toplum değişim yaşar ama değerleri vardır, değerleri vardır ama değişim yaşar; yani toplumsal değişim değer değişimini, değer de bizatihi değişimi içerir. Bir başka ifade ile değişim bir değerdir ve değer de değişimi içerir. Değişime siyasi değerler de dahildir, siyaset kültürüne ait değerler de.
Siyasal iletişim, amaç, hedefler ve iş sonuçları bağlamında düşünüldüğünde, bir siyasal değişimi hedeflemektedir veya daha önce ortaya çıkarmış olduğu değişimin korunmasını sağlamaya çalışmaktadır. Her iki durumda da ortaya çıkmış olan değişim bir siyasal değişimdir ve siyasal değişim toplumsal değişimin siyasal yansımasından başka bir şey değildir. Bunu sağlayan etmen eğer siyasal iletişimse –her zaman başka değişim araçlarının mevcut olabileceğini göz önünde bulundurmak gerekir– siyasal iletişimin toplumsal değişim gücünden bahsediyoruz demektir. Gerçekte siyasal iletişimin böyle bir gücü vardır, yani siyasal iletişim toplumsal değişime sebep olabilir.
Yapılan bir siyasi nicel araştırmada, katılımcılara sorulan “Bir seçmen olarak geçmiş seçim dönemlerinde yapılan seçim propagandalarının siyasi tercihinizde bir etkisi oldu mu?” sorusuna verilen cevapların %13’ü siyasal tercih ile propaganda arasında bir ilişki olduğu yönünde olmuştur. (Bütüncül bir siyasal iletişimin bundan daha fazlasını yapabileceğini söylemek mümkündür.) Propaganda siyasal iletişimin bir parçasıdır ve siyasal tercih değişimi ile siyasal değişim arasında bir ilişki vardır. Elde edilen veri bu bağlamda değerlendirildiğinde, siyasal iletişim ile siyasal değişim arasındaki ilişki görülmüş olacaktır. Siyasal iletinin esas olarak topluma salındığını ve değişimin bir toplumsal algı çerçevesinde gerçekleştiğini bildiğimize göre, ortaya çıkan sonuç aslında toplumsal değişimin neticesinden başka bir şey değildir.
Bir siyasal ileti dolaşıma sokulduğunda, toplumda ya bir siyasal bilişsellik ya da bir siyasal duygusallık bağlamında hareket eder. Yani toplumsal alan ile siyasal alan arasında ya bilişsel iletiler ya da duygusal iletiler işler. Bu sebeple, siyasal bilişselliğin kodlarının toplumsal bilişselliğin kodlarıyla uyumlu olması gerekir. Bu uyum siyasal olan ile toplumsal olan arasında ortaya bir bilişdeşlik çıkarır. Bunun gibi, siyasal duygusallığın kodlarının toplumsal duygusallığın kodlarıyla uyumlu olması gerekir. Bu uyum ise siyasal olan ile toplumsal olan arasında ortaya bir duygudaşlık çıkarır. Siyasal iletişim ya bu bilişdeşlik ya bu duygudaşlık ya da belli ağırlıklarla her ikisi üzerinden yürüyen bir süreçler bütünü olmak zorundadır.
Siyasal bilişsellik ve toplumsal bilişsellik bir iletişimsel bilişsellik, siyasal duygusallık ve toplumsal duygusallık da bir iletişimsel duygusallık oluşturur. Üzerinde konuştuğumuz siyasetin demokratik siyaset olduğunu varsayarsak, toplumsal değişim de serbest toplumsal değişim olacaktır; bu durumda, yaşanan siyasal bilişdeşliğin ya da duygudaşlığın siyasal iletiyi gönderen ile siyasal iletiyi alıp cevabî olarak tekrar iletene geri döndüren arasında ve bir bütün olarak siyasal alan ile toplumsal alan arasında bir özdeşlik yaratacağı da varsayılabilir. (Totaliter siyasal iletişim böylesi bir özdeşlik kurabilme yeteneğine sahip değildir.) Bu durum siyasetin bir toplumsal karşılığının ve aynı zamanda toplumun bir siyasal karşılığının olması sonucunu verir.
Siyasetin ve siyasi partilerin toplumsal karşılıklarının olması, sürdürülen siyasal iletişim çalışmalarının başarısını doğrudan etkileyen bir etmendir. Siyasal iletişimle bir partinin siyasal karşılığını oluşturmak da mümkündür, var olan bir toplumsal karşılığı yok etmek de. Her iki durumda da bir siyasal değişim yaşanmış olmaktadır. Ortaya çıkan sonuç toplumda inşa edilen değişimin siyasal yansımasıdır.
Siyasal iletişim sürekli, kesintisiz fakat farklı hız ve yoğunluklarda sürdürülen bir faaliyettir. (Siyasal iletişimi seçim zamanlarında yapılan kısa-yoğun propaganda faaliyetlerine indirgememek ve ondan ibaret görmemek gerekir.) Bunun gibi, toplumsal değişim de sürekli, kesintisiz fakat farklı hız ve yoğunluklarda yürür. Her toplumsal değişim bir siyasal değişime, her siyasal değişim de bir toplumsal değişime yol açar; birbirlerinin sebep ve sonucu olarak bir değişim sarmalı oluştururlar.
Ortaya çıkan değişim sarmalının kesintisiz bir sarmal olması iletişimle mümkün olabilmektedir. Değişim sarmalında görülen her bir süreç yeni bir toplumun inşa edildiği ve o toplumun yeni bir siyaset inşa ettiği bir sürece işaret eder. Gerek toplumun ve gerekse siyasetin bu değişim sarmalı süreçlerinde an be an değiştiği bir yerde siyasetçinin kendisini aynı sarmala bindirmemesi kendi siyasal sonunu getirmek anlamına gelecek ve bu durum muhtemelen kendi partisine de olumsuz etkide bulunacaktır. Bu konu aşağıda daha ayrıntılı olarak yeniden ele alınacaktır.
Toplum ve siyaseti birbirlerine dolayarak bir değişim sarmalı oluşturan unsur iletişimdir. Dolayısıyla, bu sarmala iletişimsel değişim sarmalı adını da verebiliriz. Zira, iletişim olmadan değişim olmaz ve değişimin hızı ve yoğunluğu iletişimin hızı ve yoğunluğuna bağlıdır. Maddeler halinde özetlersek:
• İletişim olmadan toplum olmaz.
• İletişim olmadan siyaset olmaz.
• İletişim olmadan değişim olmaz.
• İletişim olmadan toplumsal değişim olmaz.
• İletişim olmadan siyasal değişim olmaz.
• Toplumsal değişim olmadan siyasal değişim olmaz.
Bütün bunlardan anlayacağımız şey şudur: İletişim olmadan bir şey olmaz. Bu durumda toplumsal ve siyasal kesimlerle iletişimin etkinliği sürdürülen siyasetin etkinliğini belirleyecektir. Toplumsal değişimin siyasal değişim girdisine, siyasal değişim girdisinin de siyasal iktidar girdisine dönüştürülebilmesinin yolu budur.
Toplumsal Değişimin Siyasetçi ve Siyasal İletişimci İçin Önemi ve Değeri
Siyasal iletişimin toplumsal değişim üzerinde etkisi olduğuna yukarıda temas edilmişti. Burada, toplumsal değişimin siyasetçi ve siyasal iletişimci için önemi ve değeri irdelenecektir. İrdelenecek konu tamamen kılgısal siyasetin bir gereğinden hareketle ele alınacaktır. Bu bağlamda cevabı aranan temel soru şudur: Toplumsal değişim siyasetçinin ne işine yarar? Biraz daha açarsak, siyasetçi neden toplumsal değişimi algılamak, izlemek, görmek, takip etmek, çözümlemek, anlamak ve değerlendirmek zorundadır?
Toplumsal değişim, siyasete yansıyacak toplumsal konuları, siyasal davranışa etki edecek ve bu konuda belirleyici olacak etmenleri ihtiva eden, hatta siyasal değişimin gizilgüçlerini içinde barındıran devimsel bir süreçtir. Siyasal değişimle ortaya çıkan erkenin kaynağı toplumsal değişim erkesidir.
Toplumlar değişim geçirirken siyasetin hala eski siyasal görüşler, eski düşünceler, yöntemler, eski siyasal yüzler, eski siyasal simgeler vb. ile gitmeye çalıştığına her dönemde rastlanmaktadır. Bu durumlarda ilgili siyasi partiler ile toplum arasındaki makas açılmaktadır. Bir başka ifade ile siyaset toplumun gerisinde kalmaktadır.
Toplumla siyaset arasında farklılaşma-kayma olursa ne olur? Siyaset kurumu çöker, itibar kaybına uğrar, siyasal katılım düşer. Toplumun gerisinde kalan bir siyasi parti seçim kazanamaz, iktidardaysa kaybeder, iktidardan düşer. Bir daha toplumsal değişimi görüp doğru okuyana kadar kaybeden olmaya devam eder. Toplumsal değişimi görüp bunun nasıl bir siyasal değişime yol açabileceğini kestiren ve ortaya çıkan siyasal değişimi nitelikli ve verimli bir siyasal iletişimle oya tahvil edebilen partiler seçimlerin galibi olurlar. Diğerlerinin böyle bir şansı olamaz.
Toplum bütüncül bir yapıya sahiptir, süreçler bütünüdür. Siyaset dünyası meseleye bu bütüncüllükle yaklaşmak zorundadır. Toplumsal değerler değişiyor da siyaset yerinde sayıyorsa hatta zaman zaman yaptığı üzere geriye öykünüyorsa, toplumsal algı değişiyor da siyaset bunu göremiyorsa, yani toplum değişiyor da siyaset buna direniyorsa, kendi mezarını kazıyor demektir. Toplumsal değişimi göremeyen bir siyasetçi kendi yaklaşan üzücü sonunu göremiyor demektir. Bunun Türk siyaset dünyasında pek çok örneği vardır.
Siyasal yönetim mücadelesini bir algı/iletişim yönetimi mücadelesi olarak adlandırmak mümkündür. Topluma gönderilen bir iletişimsel göstergenin yani iletinin, toplumsal düzeyde algılanıp değerlendirilerek bir toplumsal cevap olarak siyasal davranışa dönüşmesi tüm bu algı süreçlerinin sonucudur. Toplumsal alandan siyasal alana gönderilen bir iletinin dolaşımı da böyledir. Bu sebeple, algıların değişimine yol açan değişim unsur ve süreçlerinin toplumda izlerinin sürülmesi ve toplumsal algının yönetilmesi gerekir. Toplumsal algı yönetimindeki başarı siyasal başarı hanesine yazılır. Daha iyi odaklanmış bir ifadeyle, toplumsal algı değişiminin yönetilmesi siyasal başarının sırrıdır. Toplumsal algı değişimi yönetiminde bir becerisi olmayan siyasi partiler ve siyasilerin toplumdan kopuk, ayrık ve yalıtık siyasal özneler olarak siyaset için siyaset yapar konumda kalmaya mahkum olacakları ve kısa zamanda birer siyasal mevtaya dönüşecekleri rahatlıkla söylenebilir.
Toplumsal değişim süreci toplumun siyaset ve siyasetçi algılamasında da değişime yol açmaktadır. Siyasetçi kendisini konumlandırdığı algı düzleminde değil, toplumun onu konumlandırdığı algı düzlemindedir. Siyasal davranış bu konumlandırmaya göre şekillenir ve seçmen buna göre oy verir.
Siyasetçiler toplumun kendi siyasi görüşleri ve ideolojileri üzere kalmasını, değişimin kendi düşünceleri ve ideolojileri doğrultusunda yaşanmasını isterler. Siyasetçilere göre başka türlü bir değişim toplumsal çözülmedir. Kendi fikriyatları etrafında toplaşma ise toplumsal bütünleşmedir. Bu zihinsel çarpıklık siyaset dünyasında her zaman görülmektedir ve değişmek zorundadır.
Yeni siyasi hareketler değişim için ortaya çıkarlar ama kısa zamanda tutuculaşırlar. Değişimi kendilerine dönüş olarak algılamaya başlarlar. (Fakat, söyleseniz bunu kabul etmezler.) Dahası, siyaseti değişime karşı bir araç olarak kullanmaya başlarlar. Böyle durumlar sık sık olur ve toplumsal değişimi ıskalayan siyasi hareketler kısa zamanda toplumun ve siyasetin kıyısına düşerler.
Siyasal iletişim ile toplumsal değişim arasında siyasal iletiler ve toplumsal iletiler üzerinden karşılıklı ilişkiler kurabilmek mümkündür. Bu ilişki kurulduğunda, toplumsal alan ile siyasal alan arasında kesintisiz özdeşlikler iletişimi de kurulmuş olur.
Siyasal dünya ile toplumsal dünya arasında özdeşlikler iletişimi kurulmazsa, siyaset kendi dünyası içerisine kapanır ve bir zaman sonra ya toplumla ters düşer, toplumdan uzaklaşır ve toplum algısında anlam ve değer kaybına uğrar ya da kendini topluma dayatmaya kalkar ve totaliterleşir. Halbuki, siyasetin kimyası ile toplumun kimyasının uyuşması gerekir. En azından demokrasiden bahsedilen yerlerde böyle olmak zorundadır. Totaliter siyasetlerin yaşandığı toplumlarda böyle olmak zorunda değildir ama bu sorun bir zaman sonra totaliterlerin sonunu getiren etmen olur.
Siyasetten topluma, toplumdan siyasete siyasal iletinin dolaşımı anlık olarak siyasetçilerin günlük izleme ve değerlendirme ağları üzerinde olmak zorundadır. Siyasal iletişim toplumsal değişime ve bunun gibi, toplumsal değişim de siyasal değişime sebep olmaktadır. Hem toplumsal değişim hem de siyasal değişim ortaya yeni bir siyasal iletişim çıkarmaktadır. Bu ilişki, yani iletişim ve değişim ilişkisi toplum, siyaset ve iletişim alanlarında sonsuz bir ilişki ağı meydana getirmektedir. Bu ağ üzerindeki en etkin öznenin siyasetçi olması gerekir. Buradaki yerini başkasına kaptıran siyasetçi siyaset dünyasındaki yerini de başkalarına kaptıracak demektir. Bu en kaçınılmaz sonlardan biridir.
Siyasetçi değişimleri doğru zamanda, doğru anlamlandırma ve doğru değerlendirme ile doğru okumak zorundadır. Okuyamaması veya yanlış okuması kendi kaderini okuyamaması anlamına gelecektir. Siyasetçinin kendi kaderini doğru okuyabilmesi değişimi doğru okuyabilme durumuna bağlıdır. Yukarıda sorulan “Toplumsal değişim siyasetçinin ne işine yarar?” sorusunun cevabı burada ortaya çıkar. Toplumsal değişim siyasetçinin yaşama işine yarar.
İletişimsel Değişim Sarmalının Bir Dış Siyaset Aracına Dönüştürülebilme İmkanı
Yukarıda, siyasal iletişim ve toplumsal değişim ilişkisinin bir iletişimsel değişim sarmalı oluşturduğuna ve bu sarmalın siyasal sonuçlar ürettiğine değinmiştik. Burada, bu sarmalın uluslararası alanda da oluşturulabileceği ve bir ülkenin başka ülkelerde yaşayan toplumların algıları üzerinden kendi siyasi hanesine artı değerler yazabileceği üzerinde durulacaktır.
Siyasal iletişimin bir başka toplumda bir siyasal araç olarak kullanılma imkanı nedir? Siyasal iletişimin bir başka toplumda toplumsal değişime etkisi olabilir mi? Bir ülkenin yürüttüğü bir uluslararası siyasal iletişim bir başka toplumda toplumsal değişime etki yapar mı, bu toplumda ortaya çıkarılan toplumsal değişim birincisinin lehine siyasal sonuçlar verir mi? Uluslararası ilişkilerin siyasal iletişiminde bir sosyolojik boyut var mıdır? Genel olarak bu soruların cevapları çerçevesinde gelişecek olan aşağıdaki ifadeler tüm bu sorulara olumlayıcı bir tavırla yaklaşacaktır.
Yazımızın başında siyasal iletişimin dili kurgulanırken üzerine temellendirme yapılabilecek beş parametreden bahsedilmişti. Hatırlanacağı üzere bu parametreler -izahlarını buraya almadan- şöyle ifade edilmişti:
• “Toplumsal-siyasal algılama: Siyasal iletişimde toplumsal algı yönetimi süreçleri.
• Toplumsal-siyasal kavrama: Siyasal iletişimde toplumsal derinleşme süreçleri.
• Toplumsal-siyasal anlamlandırma: Siyasal iletişimde toplumsal düzey derecelendirme süreçleri.
• Toplumsal-siyasal değerlendirme: Siyasal iletişimde toplumsal değer yargısı oluşturma süreçleri.
• Toplumsal-siyasal hafıza: Siyasal iletişimde toplumsal hafıza yönetimi süreçleri.
• Toplumsal-siyasal cevaplama: Siyasal iletişimde toplumsal karşılık verme süreçleri.”
Bu süreçlerin bir toplum üzerinde adım adım uygulanması halinde edilgen toplumun etken toplum lehine adımlar atmasına katkıda bulunacağı öne sürülebilir.
Yolumuza Türkiye’den bir örnekle devam edelim. Türk dış siyasetinde en önemli süreçlerden biri herkesin katılacağı üzere AB sürecidir. Yarım yüzyıldır devam eden bu süreçte Türk hariciyesi hep AB’li siyasiler üzeriden siyaset üretmişler ve onları ikna ederlerse katılım süreçlerini hızlandıracaklarını düşünmüşlerdir. Bunun bir yere kadar zaten böyle olması gerektiği açıktır ve bunda itiraz edilecek bir şey yoktur. Ancak, AB’li siyasetçilerin kendi seçmen kitlelerini hiçe sayarak yani kendi seçmen kitleleri nezdinde kendilerinin sıfırlanmasını göze alarak Türkiye lehinde bir siyasal iknaya razı olacaklarını düşünmek siyasal aklın neresine düşer?
Öyleyse, toplumsal ve siyasal düzeylerde koşut siyasal iletişim süreçlerinin işletilmesi gerekir. Bu çerçevede toplumsal algı üzerine yüklenilerek, AB’li toplumlar nezdindeki Türk algısının Türkiye lehine değiştirilmesi gerekir. AB içerisinde kaç siyasetçi, yeter ki Türkiye AB’ye girsin, ben seçimi kaybetsem de olur, der ki!?… AB içerisinde kim siyasal rasyonaliteyi veya real politiği canlı canlı toprağa gömer? Neticede, AB’li siyasetçi Türk seçmene değil, kendi seçmenine hesap vermek zorunda olduğuna göre, bizim siyasal beklentilerimizi değil kendi seçmeninin siyasal beklentilerini karşılamak zorundadır. Bu sebeple, bizim siyasal beklentilerimizin AB’li toplumlarca bizim lehimizde olacak şekilde algılanması, kavranması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin AB sürecinde yapması gereken asıl şey AB’li toplumların zihnindeki Türk algısını değiştirecek bir siyasal iletişim kampanyası başlatmak olmalıdır. Bizimle ilgili olan algının yanlış, eksik ve ters halleri ile AB’li siyasetçilerin bizim seçmene değil de kendi seçmenine hesap verme zorunluluğu devam ettiği müddetçe bu böyle olmak zorundadır.
Peki, neden böyle bir zorunluluk olsun? Türkiye AB’ye girmek istiyor mu yoksa istemiyor mu, aslında bu çok açık değil ama gerçekten girmek istediğini varsayalım; o zaman niçin bir zorunlulukla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlarız. Yukarıdaki parametreler çerçevesinde bakacak olursak:
• Türkiye AB sürecinde bazılarınca algılanmıyor, bazılarınca yanlış algılanıyor, bazılarınca eksik algılanıyor, bazılarınca da ters algılanıyor. Bu durumda, AB’li toplumların toplumsal-siyasal algılarını yönetme becerisine sahip olmadan, “yürüyün Avrupa’ya” veya “ne işimiz var Avrupa’da” arasında git-geller yaşayan bir stratejiyle kaç adım atabilirsiniz!?
• AB’li toplumlar hangi siyaset felsefelerinden ve hangi tarih felsefelerinden beslenen bir toplumsal-siyasal kavramaya sahipler, bu bağlamda hangi araçlarla ne kadar derinlere inilebilir? Bu çözümleme yapılıp AB’li toplumların toplumsal-siyasal kavramalarını yönetecek bir siyasal iletişim dili geliştirmeden ve doğrudan topluma odaklanmadan ne kadar mesafe kat edebilirsiniz!?
• Kendi öznel algıları çerçevesinde Türkleri anlamlandıran AB’li toplumlar kendilerince oluşturdukları anlamlandırma derecelerinde kendi siyasal dillerini oluşturmakta ve hem toplum olarak kendi içlerinde kendi toplumlarına hem de kendi siyasal toplumlarına bu dille yaklaşmaktadırlar. AB’li toplumların kendi toplumsal-siyasal değerlendirme süreçlerinde oluşturdukları değer yargıları siyasal kararlarının belirleyicisi olacaksa ve siz bu anlamlandırma ve değerlendirme süreçlerine hiçbir müdahalede/katkıda bulunmayacaksanız sizi nasıl anlamlandırmalarını, nasıl değerlendirmelerini ve sizin hakkınızda nasıl bir karar vermelerini bekleyebilirsiniz!?
• AB’li toplumların kendilerine ait ve kendilerince güncellenen siyasal hafızaları yine kendi algıları temelinde inşa edilmiştir. Biz bu hafızanın yeniden oluşturulmasına kendi lehimize ne gibi bir etkide bulunuyoruz ve AB’li toplumların toplumsal-siyasal hafızalarının yönetiminde ne kadarlık bir dahlimiz olabiliyor ki onlardan hafızlarındaki yanlış, eksik ve ters algı tortularını temizlemeyi bekleyebilelim!? Her birey kendi hafızasından ibaret olduğu gibi, her toplum da kendi hafızasıdır ve toplumsal-siyasal davranışını bu hafızaya göre ayarlar.
Netice olarak, AB’li siyasetçilerin bize verecekleri AB cevabı kesinlikle yukarıda anlatılmaya çalışılanlara bağlı olacaktır. Aslında bu cevabı AB’liler değil, biz hazırlıyoruz. Eğer Türkiye’nin gerçek bir AB yürüyüşü varsa ve bu yürüyüş amaç ve iş sonuçları odaklı bir yürüyüşse, bu yürüyüşün iletişimi toplumsal odaklı olmak zorundadır. Bu yolun çok zor olduğu açık, ama uygulanmakta olandan daha iyidir, zira o imkansız gözükmektedir. Dolayısıyla, iletişimsel değişim sarmalının bir dış siyaset aracına dönüştürülebilme imkanı vardır.
Siyasal İletişimin Siyaseti: Siyasetin Siyaseti
Siyaset ve siyasal iletişim yapan kişilerin aynı zamanda siyasal iletişimin siyasetini de yapmaları gerekir. Yani, siyasal iletişim kadar iletişimin siyaseti de yapılmalıdır. Bu, iletişimsel siyaset değil, siyasetin siyasetidir. Bu yüzden siyasal iletişim yaparken onun siyasetini de yapmak, hatta siyasal iletişimin siyasetini siyasal iletişimden daha iyi yapmak gerekir. Siyasal iletişimin siyaseti, iletişim stratejisinin ayrılmaz ve en önemli parçasıdır.
Siyasal iletişimin siyaseti derken burada kastedilen şey yukarıda da ifade edildiği üzere siyasetin siyasetidir. Bu sebeple siyasetin ne olduğuna dair küçük bir zihinsel yoklama yapmakta fayda vardır. Türkçe’de siyaset kavramının üç farklı anlam kümesi vardır:
• Birinci kümede yönetmek, idare etmek, sevk ve idare etmek gibi anlamlar bulunur. Siyaset denilince daha çok akla gelen anlam kümesi budur.
• İkincisinde eğitmek, terbiye etmek, bakmak, beslemek, yetiştirmek ve benzeri gibi anlamları görebiliriz. Bu anlam kümesi kelimenin Arapça aslıyla daha fazla özdeşleştirilmiştir.
• Üçüncüsünde ise bertaraf etmek, ortadan kaldırmak, hükmüne son vermek anlamları mevcuttur. Bu, özel bir anlam kümesidir.
Siyasal iletişim işte tüm bu anlam kümelerinin sistematik iletişimidir. Dolayısıyla, ortaya koyulan bir anlamın, farklı kişilerce ya da toplumun farklı kesimlerince hangi anlam kümesine koyulup değerlendirileceği çok önemlidir. Bir siyasetçinin birinci anlam kümesinden gönderdiği bir ileti toplumun tamamı, bir kısmı veya bir başka siyasetçi tarafından ikinci ya da üçüncü anlam kümesindeymiş gibi algılanabilir ya da başka ilişkilendirmeler ve ilintilendirmeler de yapılabilir. Bu sebeple, hangi anlam kümesinden ileti gönderileceği, bu iletinin kim ve hangi taraflarca hangi anlam kümesinden gelmiş gibi algılanacağı yahut algılanmasının isteneceği ve tüm bunların düzeyinin ve yoğunluğunun ne olacağı çok yüksek bir uzmanlık seviyesi gerektirir.
Bu bölümde, bütün bu hassas noktalar dikkate alınarak siyasal iletişimin siyaseti iki düzeyde ele alınacaktır. Bunlardan birincisi bireysel düzey, diğeri ise toplumsal düzey olacaktır.
Siyasal İletişimin Siyaseti: Bireysel Düzey
Siyasal iletişimin siyasetinin öncelikle bireysel düzeyde nasıl bir stratejik temele oturtulması gerektiği çok önemlidir. Zira, rakip bireyler, basit bir bireysel konuyu büyük bir toplumsal mesele olarak takdim etmede çok mahir olabilirler.
Siyaset, siyasi parti teşkilatlarının oluşturduğu çoklu merdivenlerde –bu, bazıları için asansör olabiliyor, bazıları ise merdiven veya asansör değil paraşüt kullanıyorlar–, devletin merkezi yönetim kademelerinden oluşan çoklu merdivenlerde, yerel yönetimlerin oluşturduğu çoklu merdivenlerde ve bu merdivenlere binmek isteyenlerin üzerinde bulundukları diğer toplumsal, iktisadi, entelektüel, askeri vb. alanlarda bulunan diğer çoklu merdivenlerde yapılan çok yönlü manevralar toplamıdır. Hepsi de dik konumda bulunan çoklu merdiven gruplarında her merdivenin bir basamağında sadece bir kişinin durabileceği bir yapı vardır ve her basamak çürüktür, her an kırılabilir ve kişi her an yere çakılabilir.
Yere düşerken kimse kimsenin elinden tutmaz ya da kimse her hangi bir basamağa veya basamaktaki birine tutunamaz, çünkü o basamak ancak bir kişiyi zar zor taşıyabilecek kadar güce sahiptir. Dolayısıyla, kimse kimseye yardım edemez. Birinin bastığı basamak kırıldıysa veya ayağı kaydıysa yere çakılacak demektir. Bu, elbette deterministçe söylenmiş bir söz değildir, istisnalar vardır ama genelde böyle olur. Ayağı kayan düşecek demektir. Bu durumlarda, İngilizlerin dediği gibi, ikinci bir şansa şans yoktur. Bu yüzden, ta baştan, kişinin kolunu ve bacağını, en azından kafasını kırmamak için, merdivenler arasında tutunacak dallar ve zeminde yumuşak dokular oluşturması gerekir. Bütün bunlar siyasete merhaba diyen kişinin en baştan düşünmesi, planlaması ve mutat olarak güncellemesi gereken şeyler cümlesindendir.
Bir merdivende yükselmek gibi, bir merdivenden diğerine sıçramak ve orada yükselmek de aynı derecede zordur, belki daha da zordur. Bu sıçramalarda, merdiven ortamdan kaçırıldığı için yahut birisi oraya gelene kadar bir başkası çoktan oraya oturmuş olduğu için, kişi havada kalabilir ve yere çakılabilir.
Siyasetin seviye seviye yapıldığını biliyoruz. Siyaset basamaklarında ilerleyen kişiler yürürken kimleri rahatsız etme potansiyeli taşıdıklarını iyi görmek zorundadırlar. Bir düzeyde siyaset yapan biri kendisiyle aynı mertebede bulunan diğerlerinin hangisini işkillendirdiğini, hangisini korkuttuğunu, hangisini ürküttüğünü baştan hesaplamak zorundadır. Aynı şekilde, kendi seviyesindekiler gibi, yukarıdakilerden ya da aşağıdakilerden kimlerin hesabını bozmuş olacağını da bilmek zorundadır. Yine bunun gibi, dışarıdan birilerinin neler yapabileceğine dair öngörülerinin de bulunması şarttır.
Herkesin aklında, bulunduğu makamın daha yukarısı için bazı fikirler olabilir. Bu tabiidir. İnsan olmanın doğal bir yansımasıdır. Birisi aklından bir siyasi makam, mesela genel başkanlık geçiriyor olabilir. Bunun için hedefine odaklı çalışmalar yapacaktır. Bu çalışmaları gören genel başkanın ve genel başkanın statüsünden faydalanan ve diğeri gelirse menfaatlerini kaybedecek olanların yapacağı şey ne olur? Genel başkanlık için adı geçmesine gerek kalmadan, daha hissedildiği anda, hatta gerçekte böyle bir şey olmasa ve eğer öyle tahayyül edilmişse bile karşı hamleler başlar. Bu süreçlerde birkaç farklı yol izlenir:
• Birincisi, bebeği kundakta boğma ilkesine dayanır. O daha başını kaldırmadan, işi bitirilir. Ne olduğunu bile anlamaz. Buna erken öten horoz benzetmesi de yapılır. (Bazen insanların bunu kendilerine yaptıkları da olur.)
• İkincisi, meydanda asıp diğerlerine örnek olmasını sağlama ilkesine dayanır. Bu durumlarda süreçlerin olgunlaşmasına izin verilir. Gelişip serpilmesi gün gün izlenir, hatta buna katkıda da bulunulur. Vakti geldiğinde ise canına okunur. Herkesin gözü önünde bir siyasi mevtaya döndürülür.
• Üçüncüsü ise, dikeni karşına alırsan sana, yanına alırsan karşındakine batar düsturuna uygun olarak, yanına alıp kapatma şeklinde bir süreç olarak cereyan eder. Bu durumda o, merkezin adamı haline gelmiş olur.
Ülkemiz siyasetinde bir kişinin bir başka kişinin yerine geçmek gibi bir siyasal hareket içinde olmasının çok ilginç örneklerini kitle iletişim araçları vasıtasıyla açık ve seçik bir şekilde öğrenebiliyoruz. Bunları geniş geniş anlatmak mümkünse de, kısaca geçmek daha yerinde olacaktır kanaatindeyiz. Burada üç ayrı örnek vererek meselenin daha kolayca anlaşılmasına katkı sağlanmaya çalışılacaktır.
1. Birinci örnek olarak, ünlü bir akademisyenin siyasal tırmanış macerası ile ilgili olacaktır. Çok yakın bir geçmişte, Türkiye’nin ünlü bir akademisyenin bir partinin genel başkanlığına aday olacağını duyurduğu (buna da iletişim demek gerekiyor) durumda yaşadıkları herkesin hafızalarındadır. Kendisi, cepheden giriştiği genel başkanlık mücadelesinde kendi hanesine hiçbir olumlu puan yazılmadan safdışı olmuştur. Bu, tamamen siyasal iletişim hatasıdır ve siyasal iletişim sosyolojisi dediğimiz disiplinin iki temel konusuyla çok yakından ilişkilidir. Birinci konu, hiçbir toplumsal karşılığı olmaksızın girişmiş olduğu siyasi mücadelede kendisine rakip olarak seçtiği kişinin ciddi oranda toplumsal karşılığı olan bir siyasi olması idi. Bu vesile ile toplumsal karşılığı olmayan bir kişinin çok fazla bir siyasi değerinin olamayacağını görmüş olduk. İkincisi ise, yaptığı siyasal iletişimin siyaseti hususunda hiçbir inceliğe dikkat etmemiş olmasıydı ve sonuç beklendiği gibi tam bir mağlubiyet oldu. (Bunlardan başka, partinin yapısı, delege yapısı, siyasi partiler kanunu vb. gibi etmenlerin de dikkate alınması gerektiğinin farkındayız. Ancak, bu iki hususta gerekenler yapılmış olsaydı, diğer sebepler engelleyici güçlerini önemli ölçüde kaybedebilirlerdi.)
2. İkinci örnek de, yine bir genel başkanlık meselesi ile ilgili olacaktır. Oldukça meşhur bir ilçe belediye başkanının birkaç yıl önce giriştiği ve kaybettiği bir genel başkanlık yarışını herkes hatırlayacaktır. Bu başkanın giriştiği genel başkanlık yarışında almış olduğu yenilgi de yine siyasal iletişim sosyolojisinin açıklayabileceği bir konu olarak tasavvur edilebilir. Belediye başkanı, büyük yarışa girdiğinde o da cepheden bir saldırı başlatmış ancak mevcut genel başkan bu saldırıyı başarılı bir manevrayla püskürtmüştü. Bu yarışta her ikisinin de toplumsal karşılığı vardı. Her ikisi de karşı tarafta bunu görebiliyordu. Sonucu belirleyen etmen siyasal iletişimin siyaseti olmuştu. Mevcut genel başkan yaptığı siyasal iletişimin siyasetinde son derece başarılı iken, belediye başkanı son derece başarısızdı. Sonuç da bu şekilde tecelli etmişti. Yani şunu söyleyebiliriz: Siyasal iletişimin siyasetinin sonucu siyasetin de sonucu olabilmektedir.
3. Üçüncü bir örnek, bir ilçe belediye başkanının kendi gelecek tahayyüllerinde büyükşehir belediye başkanlığı bulunduruyor olmasıyla ya da meselenin mevcut başkan tarafından böyle değerlendirilmiş olmasıyla ilgili olacaktır. Bir vilayetimizde yeni göreve gelmiş bir ilçe belediye başkanı biraz da yeni başlamanın heyecanıyla müthiş bir atağa kalkar, yapıp ettikleri bir üst mertebedeki belediye başkanının dikkatini çeker ve hemen mimlenir. Bu durumda yapılan ilk şey, önünü kesecek bir karşı atak olur. Bunun en basit uygulaması ise yapılan mali yardımları kesmek ve o bölgede yapılan projeleri durdurmak veya yavaşlatmak şeklinde icra edilir. Ardından, uygun olan her yerde ve her düzlemde aleyhinde propaganda yapılarak hem hizmetlerin aksatılmasına hem de iletişimsel başarısızlığa mahkum edilmeye çalışılır. Bir üst mertebedeki başkan kurduğu gölgeleyici iletişim ağıyla ilçe belediye başkanının iletişim ağını karartır ve onu iletişimsizliğe boğar. Bu durumda ilçe belediye başkanı, siyasetinin ince ayarı iyi yapılmamış bir siyasal iletişimin kurbanı olmuş olur. O, artık siyasal iletişiminin yanlış siyaseti sebebiyle şimşekleri üzerine çekmiş ve sonuçlarına katlanmaktadır.
Bu konuda yaşanmış ve bilinen çokça örnek vardır. Ancak, siyaseti iyi yapılmayan bir siyasal iletişim etkinliğinin nelere yol açabileceği bu örneklerle yeterince anlaşılmıştır kanaatindeyiz. Bu sebeple bu üç örnekle yetineceğiz.
Yukarıda ifade edilenler sadece siyaset dünyasına has şeyler değillerdir. Doğrusu, bütün bunları kamu bürokrasisinde de görebilirsiniz, her hangi bir özel şirkette de. Hatta bunlar, bir aile içinde bile görülebilecek meselelerdir. Kısacası, tüm yapılar bu tür ilişkileri barındırır. Bu durumlarda yapılması gereken şey, yukarıdaki, elini attığı zaman eline bir şey gelmemesini sağlayacak olan, alttan alta giden dip dalgalarla işi bitirmek olmalıdır.
<!–[if !supportLineBreakNewLine]–>
<!–[endif]–>
Siyasal İletişimin Siyaseti: Toplumsal Düzey
Bir siyasal toplumun, içinde bulunmakta olduğu büyük toplumun tüm şifrelerini çözmüş olması gerekir. Siyasal iletişimin siyaseti bir yönüyle bu toplumsal siyasetin şifrelerini çözme sanatıdır. Siyasi partilerin ve siyasetçilerin toplumsal karşılıklarının olması da bir yönüyle bu şifrelerin çözülmüşlüğü ile ilgilidir.
Toplum büyük siyasal akıldır; siyasetçileri, siyasi hareketleri ve partileri çeşitli bakımlardan sınar, siyaset kavramının her anlam kümesini en ince ayrıntısına kadar tahlil eder. Aynı zamanda toplum büyük iletişimsel akıldır. Her iletinin şifrelerini en gizli noktalarına kadar çözer. Toplumun yani büyük siyasal aklın sandık başında gösterdiği siyasal davranış tüm bu çözümlemelerin sonucudur. Siyasetçilerin, siyaset farklı bir şeydir, toplum anlamaz yanılgısının neticesi tam da bu sebeple genelde siyasal mezarlıkta istirahat olmaktadır.
Siyasal iletişim yapılırken sıkça iletişim kazaları yaşanmaktadır. Siyasal iletişimin siyasetinin kazaya uğraması demek olan bu olaylar bazen bir siyasi kişiyi ya da partiyi çok zor durumlara sokabilmekte, lideri yerinden edebilmektedir. Günlük dilde baltayı taşa vurmak, çam devirmek, pot kırmak, maksadını aşmak olarak nitelenen durumlar neticede rakipler hesabına iletişim yapma sonucunu doğurmuş olmaktadır. Buna bir manada kendi kuyusunu kazan iletişim de diyebiliriz. Siyaseti iyi ayarlanmamış siyasal iletişimler neticesinde elde edilenler genelde bu sebeple hüsran ya da hüsrana yakın şeyler olmaktadır. Bunları açımlayabilecek birkaç misal vermek mümkündür:
1. Toplum siyaset dünyasında yapılan çok cesur ve pervasız çıkışları not eder; kim bu adam, bu cesareti nereden alıyor diye sorgular. Bu tür tavırların toplumdaki karşılığı olumsuz puandır. Ancak, tam tersi de toplumdan olumsuz puan almaktadır; çekinik, renksiz, kokusuz, kokmayan, bulaşmayan, ne İsacı, ne Musacı tavırlar bu kabildendir. Zira, ne olursa olsun siyasetin bir omurgası olmak zorundadır. Lakin, siyasetin omurgası olmalı diyerek siyaseti omurgadan ibaret kılmak da olumsuz sonuçlar doğurmaktadır, öyle sert çıkışlar puan kaybettiriyor deyip omurgadan vazgeçmek de. Burada sorunun çözümüne katkı saylayan en önemli etmen siyasal iletişimin ince ayarlı siyasetidir.
2. Toplum partilerin ve siyasilerin para trafiğini yakından takip etme imkanına sahip olmasa da, sonuçlarını gözlemleyebilmektedir. Çokça para harcama durumunda, “nereden geliyor bu değirmenin suyu” sorgulamasını yaparken; fakirlik edebiyatı yapan siyasetçi ya da parti sözcüsü için ise “bu, daha kendi karnını doyuramıyor, milletin karnını doyurmak ona mı kalmış” diyerek yine menfi bir tavır takınmaktadır. Yani para ve zenginliğin azı da, çoğu da siyaset için yanlış anlama ve yanlış değerlendirmelere yol açabilmektedir. Bu sebeple, siyasal iletişimin, en ince ayarlarının yapılması gereken alanlardan biri para-pul işleri alanıdır. Toplumsal bir değer olarak siyasetin gerçek bir değer olarak kalmasının en belirleyici etmenlerinden biri de budur.
3. Siyasal iletişimin siyasetinin en önemli yansıma alanlarından biri de reklam ve propaganda faaliyetleridir. Abartılı reklam ve propaganda yine “değirmenin suyu” meselesini gündeme getirir. Toplum bunu sorgulamaya başlar. Eğer bu faaliyet bir kişinin siyasal iletişimi ise toplum bu abartılı faaliyetler sebebiyle o kişinin siyasal çıkışını şüpheyle karşılar, partiyse ona olan güven sorgulanır hale gelir, bir belediye ise “bizim paramızla bize reklam yapıyor” der. Yani fazla iletişim başa beladır. Bir taraftan toplum, bu değirmenin suyu nereden geliyor diye düşünmeye başlarken; diğer taraftan bazı çevrelerde, kim bu, ne yapmak istiyor gibi bir tehdit algılamasına sebep olur. Tehdit algılamasına sahip olanlar siyasal şimşek üretmeye başlarlar. Akabinde çeşitli karalama kampanyaları, yalan ya da gerçek olduğuna bakılmaksızın karanlık ve ahlaksız ilişkilere ait dosyalar vb. ardı ardına ortaya saçılmaya başlar. Tüm bunların sebebi, ayarı iyi yapılmamış bir siyasal iletişimin toplumsal bir karşı koymaya sebep olmuş olmasıdır. Bu bakımdan siyasal iletişimin siyasetinin çok iyi yapılması gerekir.
4. Siyasal iletişimde çok para ve çok iletişim dert olduğu gibi, az bir parayla ucuza getirilmeye çalışılan siyasal kampanyalar da sorun olur; “ucuz etin yahnisi” misali bir tat vermez. Bundan bir şey ummuş olanları hayal kırıklığına uğratır. Ünlü hikayecilerimizden birinin ifadesiyle, siyasette “az tamah çok ziyan getirir”. Çünkü, bu tarz bir yaklaşım siyasetin ikinci anlam kümesine terstir. Siyaset, kendi doğasına aykırı olanı kusar, dışlar, kendi dışına iter. Siyaset tamah kabul etmez, çünkü tamah siyasetin doğasına uygun değildir. Siyaset, tamah kabul etmediği gibi, savurganlığı da kabul etmez. Toplum, saçıp savuranları en basitinden hırsız diye nitelerken, siyasi rakipler de bunu çok iyi kullanırlar. Doğru yol, orta yoldur. Toplum cimriye de kayıt düşer, savurgana da.
5. Siyasal iletişimin ana konularından biri olan vaatler meselesinde abartılı vurgular, hayalci ve hatta imkansız konular toplumun küçük bir kısmının hoşuna giderken, diğer büyük kısmından olumsuz tepkiler alır. Hayalci ve maceraperest ya da her şeyden bıkmış tipler bu tür bir siyasal iletişime devrimci propagandalar gözüyle bakmaktadırlar. Diğer kesimse, bu tür bir siyasal iletişimi siyasetten ve ülke gerçeklerinden anlamayan oy avcılarının ucuz propagandaları olarak niteler. Bu sebeple, siyasal iletişimin vaatler bağlamında nasıl bir siyasete dayandırılması gerektiği son derece mühimdir. Bunun toplumun büyük kesiminin algısına hitap edecek şekilde ayarlanması ve böylece onların doğru anlamlandırma ve doğru değerlendirme yapmalarına vesile olabilecek iletiler bütününü ihtiva ediyor olması gerekir. Mesela, bir siyasal kampanyada, ülkenin enerji meselesini çözmek için güneş enerjisi kullanılacağı ve bunun için gerekenlerin yapılacağını söylemek başka, “güneşi sizin emrinize vereceğim” demek başka bir şeydir. İkincisinin hiçbir inanılır tarafı yoktur. Ama birincisi sorunu güneş enerjisiyle çözüyorsa, aslında güneşi toplumun emrine veriyor demektir. Fakat bunu inanılacak bir dille seçmene duyurmaktadır. İşte, siyasal iletişimin vaatler dilinin nasıl kurgulanacağı ve siyasal iletişimin siyasetinin nasıl ayarlanacağı burada kendini açık ve yalın bir şekilde belli etmektedir.
6. Her siyasi oluşum kendi kutsallarıyla vurulmaya çalışılır. (Bu, uluslararası siyasette de kullanılan bir stratejik araç olabilmektedir.) Siyasi parti ya da kişilerin kendi kutsallarının rakipler tarafından nasıl bir karşı iletişimsel araca dönüştürülebileceğinin hesabını da yapmaları gerekir. 28 Şubat sürecinde İslamcı iktidar partisine karşı yürütülen militarist iletişim kampanyasının odağında İslamî (ya da İslam’a bulaştırılmış) öğeler vardı. Bunu pek çok siyasi hareket için örneklendirmek mümkündür. Burada en çarpıcı olması bakımından yukarıdaki örnekle iktifa edilecektir.
7. Siyasal iletişimin siyasetinde önemli bir başka nokta olarak iletişim çalma olarak kavramsallaştırdığımız konuya da temas edelim. İletişim çalma, bir tarafın, iş ve iletişim yapan diğer tarafın iletişiminden onların faydalandığından daha çok faydalanmasıdır. Bunun çok çeşitli örnekleri vardır. İş ve iletişim masraflarını bir taraf çekerken, semeresini rakip taraf toplar. Bunu somut bir örnekle açalım. Birkaç sene önce, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir ilçede büyükçe bir yatırımla bir yol yapmıştı. Yol trafiğe açılınca, o yolun geçtiği ilçenin belediye başkanı rol çalma misali iletişim çalarak, yol boyunca bez afişler astırıp “söz verildiği gibi yolun yapıldığını” duyurmuştu. O güzergah boyunca işi yapan kurumun değil, sahiplenen kurumun iletileri somutlaşmıştı. Bu, en çarpıcı iletişim çalma örneklerinden biridir. Yolu bir belediye yapmış ama iletişim girdilerini diğer belediye toplamıştı.
Siyasal iletişimde, başta belirttiğimiz üzere, siyaset kavramının üç anlam kümesine dair gereken her türlü sistematik çalışma yapılmalı; ürkütülmesi gerekenler ürkütülmeli, motive edilmesi gerekenler motive edilmelidir. Fakat bunların seviyesi ve yoğunluğu doğru ayarlanmazsa, uygulanan siyasal iletişim kendine karşı yapılan bir iletişim etkinliğine dönüşebilir. Buna yukarıda da ifade edildiği üzere, rakipler hesabına yapılan iletişim de diyebiliriz. Bu bakımdan, siyasal iletişim yapmak kadar, siyasal iletişimin siyasetini yapmak da ayrı bir siyasi akıl gerektirir ve herkesin harcı değildir. Siyasal iletişim yapmaya çalışanların bir siyasi hareketi daha doğmadan gömdükleri de görülmüştür, tepedeki bir partiyi yerlerde sürüdükleri de, çıkış yapmak isteyen bir partiyi felç ettikleri de. Bunun sebebi, siyasetini yapmayı bilmedikleri bir siyasal iletişim faaliyeti içine girmiş olmalarıdır.
Kutsal: Olgular, Değerler, Kavramlar, Simgeler
Siyasal iletişim sosyolojisiyle izini sürdüğümüz en temel unsurlardan biri şuydu: Bir siyasal ileti nasıl toplumsallaşıyor? Bu çalışma çerçevesinde, bu sürecin nasıl geliştiği çeşitli konular üzerinden tahlil edilmeye çalışıldı. En önemli unsurlardan biri de toplumsallaşma araçlarına yapılan vurguydu. Toplumsallaşma nasıl oluyorsa, siyasal iletinin de aynı şekilde toplumsallaşabileceği öngörüsü tutarlı bir kuramsal veri olarak alınmıştı.
Bu bölümde, kutsalın siyasal alanda en meydan okuyucu, en karşı koyulamaz, en güçlü, en işlevsel, en sonuç getirici ve aynı zamanda en çok istismar edilen bir olgu olduğu gerçeğinden hareketle, siyasal iletişim sosyolojisi bağlamında çok önemli bir toplumsal-siyasal olgu olarak çözümlemesi yapılacaktır. Bir olgunun bir değere ve bir değerin kutsala dönüştürülmesi, kutsallar üzerinden yürütülen siyasallaşma –daha doğru bir ifadeyle siyasallaştırma–, kutsallar üzerinden yürütülen iletişim ve toplumun kutsallar üzerinden yürütülen bir etkinlikle siyasetin nesnesi konumun düşürülmesi bu çerçevede ele alınacak konular arasında olacaktır.
Toplumların en temel özelliklerinden biri kutsamalarıdır. Bir anlamda her toplum kutsayan bir toplumdur. Toplumun kutsamasından ayrı olmamak üzere, siyasetin temel özelliklerinden biri de kutsamasıdır. Yani toplumun kutsayan toplum olması gibi, siyaset de aslında kutsayan siyasettir. (Siyasetin kutsaması gibi, kendisinin de kutsanması yani ortaya bir kutsanan siyaset çıkması da mümkündür. Bu, açık bir şekilde marazî bir durumdur ve çözümlememize dahil değildir.)
Kutsaması ve kutsayan toplum olması dolayısıyla her toplumun kutsalları vardır. Kutsalsız toplum olmaz ve toplumsallaşma araçlarından biri -ister dini çerçevede, isterse kültürel çerçevede alınsın- kutsallardır. Çelişkili gözükse de, seküler toplumların da, seküler dünya görüşüne sahip bireylerin de, bizdeki gibi kendini laikliğin tanrısı görenlerin de kutsalları vardır. Bu manada kutsallaştırma sadece insanüstülükle açıklanacak ya da anlamlandırılacak bir olgu değildir. Kutsallaştırma günümüz dünyasında ikili bir hal almıştır. Bir taraftan din temelli kutsamalar varken, buna koşut olarak kendini dinsel kimlikle tanımlamama eğilimi içinde olanlar kendilerine kendi seviyelerinden yücelttikleri yeni kutsallar ittihaz etmektedirler; bunlar “seküler kutsallar”dır.
Kutsallar en karmaşık toplumlarda da vardır, en basit insan topluluklarında da. Kutsalın işlevi en karmaşık toplumda da, en basitinde de aynıdır. Kutsallar bir toplumun ana adresleridir, ana sığınma mecralarıdırlar.
Kutsallar ile dinler ve ideolojiler arasında ayrılmaz ilişkiler bulunmaktadır. Zira, kutsalların kaynakları ya dini ya da ideolojik olabilmektedir. İdeolojik referans çerçevesi seküler kutsalları meydana getirmektedir. Dini kutsallara ait referans çerçevesinin çok daha geniş olduğu söylenebilir ancak, etkisi açısından ideolojik kutsalların dini kutsallardan aşağı kalır yanı yoktur; her ikisi de bir toplumun en derin noktalarına kadar nüfuz ederler.
Kutsallar nasıl ortaya çıkmakta ve siyasal alanda nasıl kullanılabilir hale gelmektedirler? Bazı olgular toplumlarda değer haline gelmekte veya değer haline getirilmektedirler. Bu değerler toplum tarafından kavramsallaştırılmakta ve bir simgeyle çerçevelenmektedirler. Böylece, bir olgu kutsallaştırılmış olmaktadır. Kutsallaştırılmış bir değer/olgu siyasal bir araç haline getirilmiş olmaktadır. Siyasal araç haline getirilmiş olan bir kutsal, artık siyasi partilerin oy üretim mekanizmasına dönüştürülmüş olmaktadır. Bu durumda bir kutsal, oy üretim mekanizması olmasının yanında, bir saldırı aracı olarak kullanılabildiği gibi, rakip siyasi hareketlerin siyasi manevralarını bloke eden bir araç olarak da kullanılabilmektedir.
Devletten bayrağa, sınıftan aileye, vatandan millete, töreden namusa, ırktan dine veya dini pek çok değere varıncaya kadar pek çok şey kutsallar listesine yazıldığında, artık bir silah haline ya da bir mayınlı tarla haline de getirilmiş demektirler. İş bu raddeye geldiğinde, bir kelime alınıp sivriltilmekte ve bir siyasal saldırı aracına dönüştürülmektedir. Toplumun iletişimsel algı ortamına salınan ileti bu sivri ileti olmakta ve çatışmalara sebep olabilmektedir. Bu çatışmaların bazen fiili-kanlı çatışmalar da olduğu da vaki olmuştur.
Hiçbir siyasi hareket toplumun kutsallarını dikkate almadan siyaset yapamaz; bu kutsal, bir inek olsa bile. Nitekim, kutsallar üzerinden siyaset yapmayan hiçbir siyasi parti yoktur. Siyaset bir yönüyle kutsalların siyasetidir.
Kutsalların kimlikleri belirleme ve/veya kimlikler üzerine etki etme özellikleri de vardır. Kimliklerin siyasal ve toplumsal alanda ne kadar önemli, etkili ve belirleyici olduklarına önceki bölümlerde temas edilmişti. Gerek toplumsal manada ve gerekse siyasal manada bazı kimliklerin ağırlığı, değerleriyle yüklü olduğu kutsallarının ağırlığı sebebiyledir ve bu, aynı ağırlığıyla siyasal alana, siyasal karara ve siyasal davranışa yansır.
Toplumsal Kutsalın Siyasal İletişimselliği
Siyasal iletişim sosyolojisinin kutsalla ilgilenmesinin sebebi her toplumun kutsallarının olması ve siyasetin bu kutsallardan bigane kalamaması, kutsallardan soyutlanamaması, kutsalsız yapamamasıdır. Kutsalsız siyaset olmaz. Kutsalların niteliği toplumun ne toplumu olduğunu belirlemektedir. Dolayısıyla, kutsallar toplumun ne toplumu olduğunu belirlediği gibi, o toplumun siyasetinin ne siyaseti olduğunu da belirlemektedir. Yani, bir tarafıyla toplum kutsalların toplumu, siyaset de kutsalların siyasetidir demek mümkündür.
Kutsal-toplum-siyaset üçlüsü birbirinden kopmaz derecede birbiri içine geçmişlerdir. Siyasal iletişim sosyolojisinin bu ilişkideki bağlamı, kutsalın siyasal alana taşınmış olan toplumsal bir olgu olarak iletişiminin toplumsal değerlerle uyumu noktasıdır. Bu bağlam siyasal iletişim sosyolojisinin nirengi noktalarını belirlemektedir. Bu noktaların dışına düşen siyasal iletişim etkinliği toplumun da dışına düşecek ve tersine, rakip siyasi hareketler tarafından en güçlü karşı saldırı araçlarından biri haline getirilebilecektir.
Siyaset, önemli ölçüde, dini temelli ve ideolojik temelli olarak ifade edilmiş iki kategorideki kutsallar üzerinden yürütülür. Bu bağlamda, toplumun ve siyasal toplumun siyasal davranışında kutsalın kökeninin ne olduğu çok fark etmemektedir. Bir varlık kutsallaştıktan sonra, artık kutsaldır ve kutsallık kaynağının ne olduğu önemli değildir. Mesela, bazı ülkelerde kurucu önderler kutsallaştırılır. Bir önder eğer kutsallaştırılmışsa, toplumun onu kutsamayan kesimi ve bazı siyasi kesimler ister bunu kabul etsin ister etmesinler, her türlü siyasal davranışlarında bu kutsalı dikkate almak zorundadırlar. Bunun tersi de geçerlidir. Deyim yerindeyse, bireysel hayatlarında kendi kutsallarından başka kutsal tanımayanlar, siyasal davranışlarında toplumun diğer kutsallarını dikkate almak zorundadırlar. Bu bağlamda her iki tür kutsal da aynı derecede önemlidir.
Toplumların kutsallarının siyasette içkin olması gibi, aslında siyasal dünyada üretilen kutsalların da toplumda içkin hale gelmesi/toplumca içkin hale getirilmesi ya da zorunlu toplumsal değişim süreçlerinde siyasal toplum tarafından içkin hale getirilmesi mümkün olabilmektedir. Tüm totaliter siyasal uygulamalarda ikincisinin en çarpıcı örneklerini görmek mümkündür.
Kutsallar, toplumu ve toplumun siyasal davranışını fevkalade bir şekilde güdüler. Özellikle, kutsallar üzerinden yapılan toplumsal güdülemelerin siyasetin en tesirli, en sonuç alıcı ve en çok başarı getirici, yani iktidar sağlayıcı güdülemelerden biri olduğu çeşitli seçimlerde sınanmıştır. Türkiye’de 1994 ve 1995 seçimlerinde dini referans çerçevesinden hareketle siyasal iletişim diline tercüme edilmiş olan kutsalların sonuç getirici olduğu tecrübe edilmiştir. 1999 seçimleri ise seküler kutsalların müthiş bir şekilde işlevsel olduğu bir seçim olmuştu. Her iki durumda da yapılan şey aynıydı: Toplumun kutsalları birer siyasal göstergeye dönüştürülüp siyasal iletişim diline tercüme edilerek sandığa sunuldu. İkisi de başarılı uygulamalardı. Her iki uygulama da sahiplerine iktidar getirdi. (İktidarda tutmaya yetmedi ama ikinci durum birinci durumun işlevselliğine halel getirmez. İkincisindeki, yani iktidar kaybındaki hatalar, bir yanı itibarıyla, ayrı iletişim sorunlarının sonucuydu.)
Kutsalların ifade biçimlerinde değişimler, siyasi terminolojiye aktarılması biçimlerinde değişimler, siyasetçilerce kullanılmaları, üzerlerine yeni anlamlar yüklenmesi, çeşitli anlam ve değer değişimlerine uğratılmaları her toplumda zaman içerisinde görülen olağan süreçlerde vuku bulmaktadır. Ancak, bir siyasal iletişim sürecinde bazen bir kutsalın olağanüstü bir şekilde öne çıkarıldığı görülmektedir. Bazen, bir kutsala dair bir kavram veya bir simge, önünde durulamaz bir toplumsal rüzgara dönüştürülebilmektedir. Siyasi partiler bu tür rüzgar oluşturduklarında beklenmeyen bir başarı artışı sağlayabilmektedirler. Bu başarı aslında adı verilmeksizin ve hakkı teslim edilmeksizin kutsalların başarısıdır.
Kutsalların, seçmenin oy verme davranışını doğrudan etkileme ve hatta belirleme özellikleri vardır. Seçmen, siyasal davranışını salt siyasal saiklerle vermez. Kendisini etkileyen ve bir siyasal davranışa doğru yönlendiren ve özünde siyasal olmayan pek çok amil seçmenin siyasal aklını oy verme ve siyasal sadakat gösterme süreçlerinde etkiler. Siyasal davranışın kutsala ters bir nitelik taşıması pek düşünülmez.
Bu tür siyasal sapmalar ve tutarsızlıklar olmaz değildir ancak, toplum her zaman kendi kutsallarının yanında yer alır. Türk toplumu içerisindeki Müslümanlar Allah’ı kutsar, peygamberleri kutsar, Kuran’ı kutsar ama bunun yanında Türk bayrağı da kutsaldır, vatan da kutsaldır; ayrıca, Türk toplumunda çok belirgin bir şekilde Atatürk’ü kutsayan bir kesim de vardır. Bunlar toplumun kutsallarıdır ve siyasal etkileri birbirlerinden geri kalmaz. Burada her seçmen siyasal davranışını neyi kutsadığına göre belirlemektedir. Hatta, siyasal davranış kutsalların kesişim kümesinde ortaya çıkmaktadır demek mümkündür.
Siyasal iletişimcinin bu durumda yapması gereken şey, kutsalları tek tek tanımak, kimin, hangi toplumsal, iktisadi, kültürel, siyasal ve hatta bürokratik kesimlerin hangi kutsalı benimsediğini bilmek, kutsalların toplumsal etkilerini, toplumsal ağırlıklarını tespit etmek ve siyasal iletişim dilini, söylemini ve stratejisini buna göre kurgulamak olmalıdır.
Toplumca, yani toplumun özgür iradesi ile kendince kutsallaştırdığı, kutsal kabul edip tarihsel süreçlerde kendinden kıldığı olguların her toplumdaki siyaset üzerinde en etkili unsurlar arasında yer aldığı bir gerçektir. Kutsallar çeşitli kavramlar ve simgeler üzerinden göstergeler alemine aktarılmakta; böylece, her kutsal bir gösterge haline gelmektedir. Siyasal iletişimci bu göstergeleri siyasal iletişim alanına taşırken onlara yeni anlam yüklemeleri yapar. Böylece, kutsalın işlevi siyasal iletişimin çarpıcı diliyle, göstergeler aleminden devşirdiği yeni anlamlar ve değerlerle çok daha vurucu ve sonuç getirici olabilmektedir.
Siyasal iletişimci toplumun kutsalını eline aldığında o artık bir göstergesel kutsala dönüşmüştür. Dahası, ortaya bir kutsal gösterge çıkmıştır. Artık, bu göstergenin kutsanması gerekir. Bu süreç, aslında kutsalın gösterge haline getirilmesi sonucudur.
Kutsallar bağlamında yapılan siyaset sonuç olarak kutsalın siyasetidir ve bu siyaset siyasetin kutsalı tarafından belirlenmektedir. Bunun gibi, yapılan iletişim etkinliği de aslında kutsalın iletişimidir ve bu iletişim, iletişimin kutsalı tarafından belirlenmektedir.
Bir önceki bölümde yer alan siyasal iletişimin siyaseti üzerine tahlillerin bir kısmı kutsallar üzerine de yapılabilir. Şöyle ki; kısaca temas edilecek olursa, toplumun ve siyasal toplumun kutsallarının neler olduğu, bu kutsalların hangi kavramlar ve simgeler üzerinden toplumsal bende yer ettiği, bu kutsallara ne kadar yaklaşılabileceği, bu kutsalların ne kadar kullanılabileceği, ne kadar değerlendirilebileceği hesap kitap defterinin ön kapağına büyük harflerle yazılmak zorundadır. Aksi takdirde, kutsallar ister seküler kutsallar olsun, isterse olmasın siyasetçiyi çarparlar (!). Kutsala çarpmak kelimenin tam anlamıyla kutsal tarafından çarpılmak demektir; vetire siyasi olarak böyle bir sonuç verir.
Kutsallar iletişimi yapılmaya son derece müsaittirler. Ancak, siyasal iletişimi siyasal pazarlama iletişimi olarak alıp, toplumsal kültürün kutsayıcı kodlarını ve toplumsal olguların kutsanan değerlerini doğru tespit edemeyen siyasiler ve siyasal iletişimciler siyasal verimlilik ve iletişimsel verimlilik anlamında ortaya ciddi bir kazanım koyamayabilirler. Siyasal kültürün toplumsal kültürün, siyasal değerlerin de toplumsal değerlerin bir türevi veya bir uzantısı olduğunu göremeyenler, kutsalların siyasal kültürün ve siyasal değerlerin toplumsal deniz fenerleri olduğunu da göremeyeceklerdir. Bunun neticesi ise genelde başarısızlık olmaktadır.
Siyasiler, ister iletişimcilerinin maharetiyle, isterse kendi maharetleriyle, rakip siyasileri bir kutsal ile sıkıştırma, bir kutsalla çarpma, bir kutsala çarptırma gibi ahlaki veya gayri ahlaki yolları denerler. Bu durumlar kutsalların istismarına kadar gider. Bazı durumlarda hedefi en kestirme yoldan yakalamak için kutsalın arkasına sığınmak ve kutsal üzerinden hedefe ateş etmek, bazen de kutsalın rüzgarını kendi iletişimsel yelkenlerine doldurmak yolu seçilmektedir. Bu durumlarda toplumsal-siyasal alanın en güçlü kutsalı kullanılmakta ve istismar edilmektedir. Bu, kutsalın kaderidir: En iyi saldırı aracı olmak, en iyi savunma/sığınma aracı olmak ve en iyi istismar aracı olmak. Kısaca, kutsal her üç yönüyle de siyasal iletişimin en iyi araçlarından biridir.