Dr. M. Asım KARAÖMERLİOĞLU
Türkiye’de ve dünyada muhafazakârlığın altın yıllarını yaşadığı, hiç kimse için bir sır değil. Sadece klasik sağcı hareketler değil, daha ironik olanı, Kemalist ve sosyalist hareketler bile aslında muhafazakârlaştı, Dünya ve Türkiye uzunca bir süredir dinin yükselişini tartışıyor. Sadece basit bir akademik tartışma da değil yaşanan. Siyasallaşmış, kutuplaşmalara yol açmış, kimileri için Cumhuriyet’in elden gitmesi boyutlarında bir paranoyaya kadar çekilmiş bir tartışma bu. Bazıları, Şerif Mardin hoca gibi “mahalle baskısı” kavramıyla, bazıları “geç modernleşme”, bazıları bambaşka kavramlarla konuyu anlamaya, açıklamaya çalışıyorlar. Türkiye’nin şu anki gündemini bu kadar kitleyen bir tartışmayı suni bir gündemmiş gibi yok saymak da mümkün değil.
Söz konusu olan basitçe bir din olgusunun yükselişi mi yoksa dini olsun, seküler olsun, “modern cemaatçiliğin” yükselişi mi aslında?
Türkiye dahil dünyanın pek çok yerinde gördüğümüz akıl almaz boyutlara ulaşan tarikatlaşma, çeteleşme, mafyalaşma, new age dinlerin hortlayışı, her türlü kimlik siyasetinin öne çıkışı “modern cemaatçiliğin” görüngüleri olmasın? “Modern cemaatçilik” ticaretten eğitime, spordan devlet bürokrasisinin yapılanmasına ve en önemlisi, gündelik hayatın her veçhesine kadar hemen her alanda açık seçik göze çarpan bir olgu. Denilebilir ki bunda şaşılacak ya da yeni, “modern” olan bir şey yok, dünya tarihinin hemen her evresinde, her toplumunda cemaatler hep oldu. Kısmen doğru, ama ancak kısmen doğru. Çünkü burada gözden kaçırılmaması gereken üç önemli modern eğilim bence “modern cemaatçilik” kavramı üzerinde düşünmemizi gerekli kılıyor (Kavramı benden önce kullanmış olan varsa adlarını zikredemediğim için kusuruma bakmasınlar).
Birinci eğilim Türkiye’de ve de dünyada son 20-30 yılda sosyal devletin çöküşüdür. Sosyal devletin çöktüğü bir ortamda dayanışma ağlarının ve kanallarının cemaatçi pratiklerle ikame edilmesi kaçınılmazdır. Zaten böyle de oluyor. AKP’nin, sosyal politikaları aileye ve cemaate devretme politikası bunun açık bir örneğidir, ki onlardan önce başlayan bir süreçtir bu hiç kuşkusuz. Onlar işi mantıksal uzantılarına götürüyorlar olsa olsa.
İkincisi, Türkiye’de “hukuk devleti” olgusunun bir türlü oturamamasıdır. Adaletin devlet tarafından sağlanmasında sorunlar yaşanan bir ülkede herkes kendi gücüyle, kurduğu yerel ve kolektif ağlarla bunu sağlamaya çalışmak durumuna itiliyor. Bir toplumda devletin hukukuna güvenilmezse orada mantar biter gibi cemaat yapılarının biteceği aşikârdır. “Hukuk devleti” ve “insan hakları” şaka değil, lüks değil; demokratik ve seküler bir toplumun en asli altyapısıdır.
Üçüncüsü, Türkiye dahil dünyanın pek çok yerinde 1970’lerden beri ‘milli’ devletlerin içine düştüğü ağır bunalımdır. Milli kimlik inşasının ve milli devletin kurulma sürecinin zaten sancılı yaşandığı Türkiye gibi bir ülkede yeni tarz bir cemaatçiliğin ortaya çıkışını kolaylaştıran “modern” bir etken oldu bu olgu. Ayrıca milli devletin kendi bireylerini yaratmaktansa bireye sürekli kuşkuyla baktığı, liberalizmin enerji ve vizyonlarından yararlanılacağına, liberalizmin adeta bir küfür gibi kullanıldığı bir ülkede karşımıza “modern cemaatçiliğin” dini ve seküler kıyafetleriyle dikilmesi herhalde tarihin bir ironisidir.

Muhafazakârlaşma
Sosyolojik olarak cemaatleşen bir toplumsal doku, burada uzun uzadıya tartışılamayacak nedenlerden dolayı, muhafazakâr ideolojilere daha uygun bir ortam sağlar. Türkiye’de ve dünyada muhafazakârlığın altın yıllarını yaşadığı, hiç kimse için bir sır değildir. Sadece klasik sağcı hareketler değil, daha ironik olanı, Kemalist ve sosyalist hareketlerin bile aslında çoğu, dikkatle bakıldığında, muhafazakârlaştı, hem de çok ağır bir biçimde. Geleceğe değil, geçmişlerindeki “altın çağa” takılıp kaldılar. Yeni vizyon üreteceklerine kişilere, ideolojilere, “dinlere” tapınmayı yeğliyorlar. İklim değişikliği, nüfus artışı, eko-sistemlerin çöküşü ve gezegenin kaynaklarının sonlu olduğunun anlaşılması neticesinde 1960’larda olduğu gibi gidilebilecek bir “ileri” tahayyülü kurmanın epey zorlaştığı, “ilerlemenin” yerini elde kalanın “muhafazasına” bıraktığı bir dünya ile karşı karşıyayız. Muhafazakârlığın yükseldiği bu ortamın en çok da dini hareketlerin işine geleceğini görmek için ise çok parlak bir zekaya sahip olmak gerekmez. O nedenle pek sorgulamadığımız bir siyasal denklemi artık tersine çevirmeliyiz: Türkiye’de din yükseliyor diye muhafazakârlık yükselmiyor, tam tersi, muhafazakârlaştıkça doğal olarak hayatın her alanında din daha çok gündeme giriyor. Çünkü dinler, her zaman değilse de ağırlıklı olarak, muhafazakâr yapılara çok uygun dünyayı algılama biçimleridir.
“Mahalle baskısı” gibi kavramlar yerine “modern cemaatçilik” kavramını kullanmak (ki mahalle mahale ilişkindir, yani mekâna, oysa mekân günümüzün başdöndürücü değişim etkenleriyle her gün zaten değişiyor) bize bazı meseleleri daha net anlamak için inanılmaz fırsatlar sunuyor: Örneğin, bazı çevrelerin hukuku hoyratça kullanmalarının orta ve uzun vadede cemaatçiliği körükleyerek aslında alt etmek istedikleri çevreleri daha da güçlendirecekleri artık net bir şekilde ortada. Keza milli devletin Türkiye’de yaptığı son derece büyük baskılara ve yanlışlıklara haklı olarak itiraz eden liberal ve sosyalist aydınlarımızın cemaatçi toplumlarda farklı ama çok daha beterlerinin yaşanabileceğini de dikkate almaları gerekiyor. Cemaatçi dışlamanın ve şiddetin dünyada sayısız örneği mevcut. Ayrıca birtakım cemaat sembollerini tarihsel, coğrafi, cinsel ve özellikle de sosyolojik bağlamlarından kopararak salt soyut bir özgürlük sorununa indirgeyerek tartışmanın ötesine geçebilmeliyiz. Benzer şekilde, farklı yaşam biçimlerinin birarada yaşayabilme ilkesini soyut düzlemde savunmanın bazen cemaatçiliğin somut sosyal ve siyasal içeriğini gözardı etmeye yarayabileceği gerçeğiyle daha açık yüzleşebilmeliyiz. Çünkü “modern cemaatçilik” geleneksel cemaatçiliği andırır biçimde ister istemez hiyerarşik, “ötekileştirici”, dışlayıcı ve kendi dışına “kapalılığa” meyyaldir. Cemaatin niteliği ister dini, ister seküler olsun. Niyetlerinden bağımsız, cemaat olgusunun doğası gereği öyledir.

Kaynak:http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=EklerDetay&ArticleID=890416&Date=31.07.2008&CategoryID=42