Doç. Dr. Mustafa Şentop*
Ak Parti hakkında Anayasa Mahkemesi’nce (AYM) verilen kararı farklı açılardan değerlendirmek gerekir. Bu açıların her biri de ayrı birer öneme sahiptir. Hukuk devleti kriterleri bağlamında, AYM’nin 11 üyesinden 10’unun, şu veya bu derecede, Ak Parti’yi laikliğe aykırı eylemlerin odağı olarak kabul ediyor olması vahim bir durumdur. Bu 10 üyeden 6’sı odak olma halini kapatmayı gerektirecek derecede gerçekleşmiş saymakta, 4’ü ise hazine yardımının kesilmesiyle yetinilecek derecede kabul etmektedir. Bir yıl önce seçimlerden yüzde 47 oy alarak çıkmış ve altı yıla yakın bir süredir hükümette bulunan bir parti hakkında mahkeme üyelerinin böyle bir kanaat taşıyor olmaları, halkla AYM üye çoğunluğu arasında ne kadar derin bir görüş farklılığı olduğunu göstermektedir. İdeal olan, elbette, kapatma talebinin reddi kararıydı.
HERŞEYE RAĞMEN OLUMLU BİR KARAR
Bu ideal yaklaşımı bir tarafta tutarak, hepimizin bildiği Türkiye şartlarını ve bu şartlar altında AYM’nin tutumlarını göz önüne alırsak, bu kararın olumlu bir adım olduğunu düşünebiliriz. AYM nezdinde, verilmiş olan kararın alternatifi belirttiğimiz ideal karar değil, kapatma kararıydı. Nitekim bir üye daha kapatmaya evet deseydi karar ‘kapatma’ olacaktı. AYM’nin son bir yıldır vermiş olduğu kararlar, özellikle de iki ay önce verilen başörtüsü serbestliği getiren anayasa değişikliğinin iptaline dair kararı, Mahkeme’nin siyasetin aktif bir aktörü haline geldiğini göstermektedir.
Kapatma kararının çıkmaması sadece bir üyenin kanaatine dayanmaktadır. “Kapatılmalı” diyenlerin sayısı 6 değil de 7 olsaydı kapatma kararı çıkacaktı. Davanın açıldığı tarihten bugüne, kapatmaya taraftar olacak üyelerin sayısı 7 değil 9 olarak ifade edilmekteydi. Başörtüsüne serbestlik getiren anayasa değişikliğini iptal eden mahkeme iki ay içinde doğuracağı sonuçlar itibariyle çok önemli olan bu noktaya nasıl geldi? Mahkeme başkanı ve üyelerinin tesir altında hareket etmediklerini beyan etmelerine kimsenin bir itirazı olamaz. Ancak, yine, Sayın Başkan’ın da belirttiği gibi, AYM üyeleri de Türkiye’de yaşıyor; genel gidişatın tesirinin onlara da sirayet etmeyeceğini kimse söyleyemez. Özellikle, “Ergenekon Davası”nda iddianamenin açıklanmasıyla birlikte, kapatma davasının, daha açılmadan önce bile, çetenin en önemli konularından biri olduğunu, kapatma davası açmaya dair bir tesir ve baskı oluşturmaya çalıştıklarını, Yargıtay Başsavcı yardımcılarından birinin adıyla kayıtlı bir CD’nin sanıkların arşivinden çıktığını artık biliyoruz. Temmuz 2008 başında Ergenekon davası çerçevesinde gerçekleştirilen operasyonla, sadece devam eden soruşturma ve davaların değil, Türkiye’nin de istikameti değişmiştir. Kapatma davası açıldığı sırada ve belki haziran sonlarına kadar, laiklik ve “rejim” ekseninde, taraf olanlar ve olmayanlar şeklindeki ayrışmanın temelden değiştiğini, demokratik hukuk devleti-çeteler ekseninde yeni bir ayrışmanın ortaya çıktığını söylemeliyiz. AYM kapatma kararı verse de vermese de, Türkiye’nin yeni istikameti, hukuk dışı yapılanmaların tasfiyesi, demokratik hukuk devletinin güçlendirilmesi yönünde olacaktı. Bütün bu süreç, bir taraftan üzerinde kurulmaya çalışılan “baskı” mekanizmalarını bertaraf ederek AYM’nin çalışmasını olağanlaştırmış, öbür taraftan yeni Türkiye tablosunu etkileyemeyeceği görüldüğü için kapatma kararını önemsizleştirmiştir.
AYM’nin kararında, 10 üyenin, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma” tespitini de doğru değerlendirerek bu yeni tablo içinde bir yere oturtmak gerekir. Bu tespit, AYM’nin “laiklik” kavramına ideolojik yaklaşımının göstergesidir. 1989’dan beri AYM, laikliği bir “dünya görüşü”, bir “yaşam tarzı” olarak, bir ideoloji (din?) şeklinde algılamaktadır. Kapatma davası iddianamesinde Başsavcının laiklik yaklaşımı kendisine ait değildir; AYM’nin kararlarından derlenmiş bir yaklaşımdır.
AK PARTİ İÇİN KURTULUŞ CESARETTE
Ak Parti’nin kapatılmaması ancak hazine yardımının kesilmesi, siyaset üzerinde bir vesayet, partiyi otokontrole zorlayan bir tehdit oluşturacak mıdır? Bu soruya, sadece AYM kararına bakarak cevap vermek yanlış olur. Kapatma davasıyla başlayan süreci bir bütün olarak değerlendirip, iktidarda olduğu yaklaşık altı yılın muhasebesini yapar ve kararı öyle okursa, Ak Parti, hem kendisinin hem de siyasetin geleceğinin korkmakta değil, cesaretle sorunların üzerine gitmekte olduğunu görecektir. AYM kararından çıkartılacak ders, çekinip ürkerek hareket etmek değil, Türkiye’ye bir kâbus yaşatan kapatma sürecine imkân veren siyasi partilerin hukuki rejimini değiştirmektir. Dava sürecinde yapılması düşünülen değişiklikleri geç kalmadan ve çok daha geniş bir kapsamla gündeme getirmek gerekir; bu Ak Parti için değil, siyasi hayatımız için bir zarurettir.
Bir bütün olarak bakacak olursak, AYM’nin kararını açıklarken Sayın Başkan’ın yaptığı konuşmadan çıkartılması gereken dersin de, siyasetin hukuki zeminini güçlendirmek olduğu anlaşılacaktır. Eğer 2001 anayasa değişiklikleri olmasaydı, AYM, hazine yardımının kesilmesi gibi bir alternatif bulunmadığı ve salt çoğunlukla kapatma kararı verilebilir olduğu için Ak Parti’yi kapatmış olacaktı. O halde, bu karardan çıkartılacak ders, siyasetin hukuki zemini başta olmak üzere, devletin teşkilatını ve işleyişini düzenlemeyi içeren kapsamlı bir anayasa değişikliği paketi hazırlama zaruretidir.
* Marmara Üniv. Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi