Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay
1945’de çok partili siyasal hayata geçiş esas alınırsa, Türkiye’de demokrasi deneyimi, kesintiler de dahil, kırkbeş yıl gibi nispeten kısa bir zaman dilimini kapsamaktadır. Ne yazık ki, bu süre zarfında işler bir demokrasi kurmanın ve yerleştirmenin tam anlamıyla başarılamadığı bir gerçektir. Başarısızlığın sebebi, şüphesiz zamanın kısalığından çok; demokrasinin arka planını teşkil eden kurumların, değerlerin ve kavramların işlevlerinin tüm boyutlarıyla keşfedilememiş olmasıdır.
Yurttaşlık, bu kurumlar, değerler ve kavramların kalbinde yer alan dolayısıyla demokrasinin sine qua non niteliğindeki parçasıdır. Bu yazıda, yurttaşlığın demokrasi, özellikle çağımızda ideal tür olan katılmacı demokrasi açısından ifade ettiği anlamı ve işlevi üzerinde durulacaktır. Böylece, Türk demokrasi deneyiminin arka planındaki bazı eksiklikleri anlamaya yönelik kavramsal/kuramsal ipuçları sağlanacağı umulmaktadır.
I. KAVRAMSAL İLİŞKİ
A. Yurttaşlık
Latince (civis) ve Yunanca (polites) kökenleri itibariyle, yurttaş, en basit anlamda bir siyasal topluluğun üyesi demektir.1
Özellikle eski Yunan’da şehir devletinde (polis) yurttaş; kölelerden ve meteklerden, yani yabancılardan ayrıcalıklı olarak şehrin siyasal hayatına katılma hakkı olan zümreyi ifade eden bir kavramdı.
Eski Yunan’da yurttaşların elde ettikleri katılma hakkı doğuştan kazanılan bir haktı; bu da, Yunanlıların ana ve babalarının üyesi oldukları şehirlerin yurttaşı olarak kalmalarından kaynaklanmaktaydı. Buna bağlı olarak, yurttaşlığın doğurduğu hak; asgaride siyasal bir etkinliği veya kamu işlerine katılma hakkını içeren üyelik hakkı idi. Buna göre, yürürlükte olan demokrasi derecesine göre, sözkonusu katılma hakkının Şehir Kurulu toplantılarına katılma hakkından ibaret kalması kadar, daha dar veya daha geniş bir görevler silsilesine seçilmek hakkı da olabilirdi. Bu bağlamda, önemli olan husus, bir Yunanlı için yurttaşlığın daima, böyle bir katılmaya az veya çok gerekli kıldığıydı.2
Bir başka önemli husus da şuydu: Yunanlı, yurttaşlığını sahip olduğu bir şey olarak değil, daha çok aileye üye olmak gibi paylaştığı bir şey olarak düşünürdü.3
Şüphesiz, yurttaşın eski Yunan’daki bu konumu, çok daha sonraki dönemlerde siyasal düşünürlerin kavramlaştırmalarında etkisini göstermiştir. Örneğin, J.J. Rousseau’nun siyasal düşüncesinde yurttaş olmanın belirleyici özelliği bütünün bir parçası olarak var olmak; bu sayıda değerinin de bütüne, yani topluluğa bağlı olmak şeklinde belirmesiydi.4 Bu noktadan hareketle, Fransız Devrimi’nin Rousseau düşüncesinin hayli etkili olduğu Jakoben döneminde, yurttaşlık din, zümre (estate), aile ve bölge gibi alternatif kimliklere karşı her Fransızın hakim (dominant) kimliği olarak yerleştirme gayretinin konusu olmuştur. Öyle ki, dönemin yaygın onursal ünvanı olan Monsieure’ün (bay/bey) tamamen evrensel citoyen (yurttaş) ile ikame edilmesi sözkonusu gayreti sembolize etmekteydi. Yurttaşlığın yaygınlık kazandığı ölçüde erdemli davranışın temel güdüsü sayılan dinsel inanç ve ailevi sadakat arka planla itilmiştir. Dolayısıyla, Jakoben ideolojide yurttaşlık, herkesin topluluğa hizmetle yükümlü olduğu evrensel bir görev haline gelmiştir.5
Bununla beraber, görevin layıkiyle ifası için Jakobenler yurttaşlara özgür, özerk ve karar alıcı özellikler de atfetmişlerdir. Bu anlamda, Fransız Devrimi’nin ürünü olan yurttaş, şehir devletinin yurttaşına göre daha aktif konuma sahip olmuştur. Çünkü, Fransız devriminin yurttaşı, şehir devletinin yurttaşı gibi yürürlükte olan demokrasinin derecesine bağlı bir katılma hakkına sahip değildi. Tersine, kendi özgür, özerk ve aktif konumu, yürürlükteki demokrasinin derecesini belirlemekteydi: Bu anlamda, çağdaş demokrasilerin yurttaş tipinin atası Fransız Devrimi’nde doğmuştur demek yanlış olmayacaktır.
Dolayısıyla, şehir-devletinden başlayıp günümüze kadar geçen sürede “yurttaş” kavramıyla kastedilen iki farklı anlayış, etkili olmuştur. Bunlardan birincisi, yurttaşlığı bir görev, bir sorumluluk, gururla kabul edilmiş bir yük olarak tanımlar. İkincisi ise, yurttaşlığı bir statü, bir yetki, bir hak veya pasif şekilde kullanılan haklar manzumesi olarak görür. Birinci anlayışta yurttaşlık hayatımızın çekirdeğini oluşturur; ikincisinde hayatımızın dışsal çerçevesi olarak belirir. Hayatımızın çekirdeği olarak yurttaşlıkta aktörlerin bir diğerine sıkı sıkıya bağlılığı sözkonusudur. Dışsal çerçeve olarak yurttaşlıkta bu sıkı bağa rastlanmaz; aktörlerin ayrı bağlılıkları vardır. Bu itibarla, yurttaşlığı bir görev olarak tanımlayan anlayış yurttaşı aynı zamanda siyasal hayatın baş aktörü olarak görür; o hem kanun yapıcıdır, hem de kendi günlük işlerinin yönetimini ifa eder. Oysa, statü olarak yurttaşlık anlayışında kanun yapma ve yönetim başkalarının işidir; yurttaşın işi özeldir.6 Hiç şüphesiz, günümüz demokrasilerinin dayandığı, yukarıda sözünü ettiğimiz birinci tür yurttaşlık anlayışıdır. Zaten, çağdaş demokrasiler üzerine yapılan araştırmalarda da ortaya konmuştur ki, bir demokrasinin başarımını (performance) belirleyen, tüm yurttaşların siyasete katılmaları ve aktif olmaları; kısacası yurttaşlık kültürünün (civic culture) o toplumda egemen olmasıdır.7
Bu noktada bir hususu vurgulamakta yarar vardır: Çağdaş demokrasiler, görüldüğü gibi, yurttaşlığın temelini siyasal kontrolün sağlanmasına katılmak olarak kabul ediyorlar. Bunun ise, seçim yoluyla gerçekleşeceğine hiç şüphe yoktur. Oysa, bir başka şüphe edilmeyecek husus, çağdaş demokrasilerin seçime indirgenemeyeceğidir. Seçim, siyasal katılmanın hukuki boyutudur. Çünkü, seçim yoluyla siyasal katılma evrensel oya dayanan siyasal topluluğun yasal üyeliğini icap ettirir. Seçimlerin her demokraside dönemsel olarak (4-5 yılda bir) yapıldığını göz önüne aldığımızda, seçimlerin yapılmadığı zamanlar yurttaşların siyasal kontrolü sağlamaya ne şekilde, nasıl katılacaklarına karar vermemiz zorlaşacaktır.
Bu sebeple, katılmayı seçimlerle sınırlı tutmak, yurttaşlığın alanını fazlasıyla daraltmak, ayrıcalıklı gruplara o görevi tanımak olur. Böyle oluşu da şehir- devletinin yurttaşlık anlayışından ileri gidememiş sayılırız. Hatırlanırsa, şehir-devletinde yurttaş, o topluluğun yönetici grubunun ayrıcalıklı statülere sahip olanlarına denirdi.
Buna rağmen, ilgili yazında yaygın olan tanım, yurttaşlığın bir topluluğa katılma veya ona üye olma şeklinde yapılanıdır. Örneğin, çalışması klasikleşmiş olan T.H.Marshall’ın tanımı bu türdendir. Ona göre, yurttaşlık, bir topluluğun tam üyeliğinin doğurduğu bir statüdür. Ayrıca bu statüye sahip olanlar, statüye ilişkin haklar ve görevler bakımından eşittirler.8 Burada tanım itibariyle yurttaşlık sadece bir topluluk içinde işlev kazanan, ancak bu sayede belirli haklara ve görevlere sahip olmayı içeren bir statüden ibarettir. Bu sebeple, yurttaşlığın aktif ve katılmacı boyutu adeta ortadan kalkmış görünmektedir. Dolayısıyla, özellikle aktif ve katılmacı boyutları dikkate alan daha başka bir tanıma ihtiyacımız bulunmaktadır. Böyle bir tanımı G.A.Kelly’den esinlenerek, fakat onunkini genişleterek9 şu şekilde yapabiliriz: Yurttaşlık bir topluluğa katılarak veya üye olarak ve bu üyelik çerçevesinde edinilen hak ve görevlere dayanarak kendilerinin ve gruplarının çıkarlarını içeren özel alanda olduğu kadar kamu alanında da eylemde (act) bulunma hakkıdır.
Tanımımıza göre, yurttaşlığın ifa edilmesi, her şeyden önce, katılmayı ve aktif olmayı teşvik eden bir demokrasiyi zorunlu kılar ki, bu katılmacı demokrasidir (participatery democracy). Bu zorunluğu açıklayabilmek için biraz da “katılmacı demokrasi” kavramı üzerinde durmak uygun olacaktır.
B. Katılmacı demokrasi
Bilindiği gibi, demokrasi kelime kökeni itibariyle halkın (demos) iktidarı (kratos) anlamına gelmektedir. Fakat, halk kavramının muğlak oluşu yüzünden, Sartori’nin belirtmiş olduğu gibi, “demokrasi halkın iktidarıdır” öncülünden kesin ve yararlı sonuçlar çıkarmak güçtür.10 Çünkü, Sartori’ye göre, “halk”ın anlamlarının muğlaklıktan kurtarılması, bir tarihî dayanaklar sorununu da ortaya çıkarır: “… Demokratia terimi ortaya atıldığı zaman sözkonusu halk, bir kollektif karar verici organ olarak iş gören küçük, birbirine bağlı bir topluluk, bir lojik demokrasi teorisi ‘halkın kim olduğunu’ güya elle tutulur bir şekilde göstermeye kalktığı zaman Yunan demos’u akla gelmektedir, diğer yandan birisiyasal sistem büyüdükçe halk kavramının gerçek bir topluluğu daha az belirtişi ve daha fazla bir mantıki yapıya veya mantıki kurguyu göstermeye yönelişi olayı ise ya hiç ya da çok az ilgilenmektedir.11 Sonuç itibariyle de, ‘halk’ herkesin yerini almaya başlayan bir terim olmuş ve bu herkes gittikçe artan bir şekilde kaygan ve şekilsiz toplum (Gesellschaft) özelliği daima artan ve topluluk (Gemeünschaft) özelliği daima azalan bir yığın haline gelmiştir.12
O halde, bu bağlamda, demokrasinin temel siyasal aktörü halktır, dediğimizde aslında hiçbir şey ifade etmemiş oluyoruz.
Oysa, katılmacı demokraside temel siyasal aktör topluluk olduğundan13 halkın yerini yurttaş alır ve böylece kavramsal bir muğlaklık da ortadan kalkar.
Öte yandan, katılmacı demokrasi ile kasdettiğimiz ise şudur: Yurttaşların kendilerini etkileyen tüm kararların alınmasına etkin olarak çeşitli şekillerde katılmaları ve bu katılmanın toplumun tüm sektörlerinde oldukça yüksek bir ademi merkeziyetçilik aracılığıyla gerçekleşmesi.14 Bu bağlamda katılmacı demokrasinin sahip olduğu özellikleri ise şöyle sıralayabiliriz.15
1.Tüm bireyler kendileriyle ilgili tüm kollektif karar almalara arzuladıkları genişlikte katılmalarını sağlayacak fırsatlara tamamen sahip olmalıdırlar. 2. Kollektif karar almaya katılma oy vermeyle sınırlı olmamalıdır, çok çeşitli başka faaliyetleri de kapsamalıdır. 3. Kollektif karar almadaki sorumluluk geniş bir şekilde dağılmalıdır; sadece resmî görevlilerle ve/veya uzmanlarla sınırlandırılmamalı, bu kararlardan etkilenecek tüm şahısları kapsamalıdır. 4. Kollektif kararlara katılma, siyasal sistemle sınırlandırılmamalıdır, sosyal hayatın tüm alanlarına yayılmalıdır. 5. Siyasal olmayan alanlarda kollektif alanlardaki kollektif kararlara katılma, bireylere siyasal hüner ve normları öğretici ve onları daha geniş siyasal meselelere katılmayı güdüleyici nitelikte olmalıdır.
Bu özellikler, göstermektedir ki; katılmacı demokrasi için gerekli olan yurttaşların bilincinde bir değişim gerçekleşmesi; kendilerini aktif olarak görmeleri, bunun için kapasitelerini arttırmaya gayret etmeleri ve geliştirmeleridir.16 Dolayısıyla, yurttaş ancak özerk olduğu ve kendini geliştirdiği oranda katılmacı demokrasi gerçekleşebilir; katılmacı demokrasinin gerçekleştiği oranda da yurttaş özerk olup kendini geliştirebilir.17
Günümüzde katılmacı demokrasiye dair esas problem, onun nasıl işlediği değil, ona nasıl ulaşacağıdır.18 Bu da, şüphesiz katılmacı demokrasinin henüz tam gerçekleşmemiş bir ideal olmasından kaynaklanan bir sorundur. Soruna çözüm önermenin yeri burası olmamakla beraber; aslında genel olarak tarihsel süreç içinde demokrasinin tüm türleri için bir idealin öngörüldüğü ve bunun realite ile çekişmesi sözkonusu olmuştur.19 Bizim için önemli olan, ideal kabul edilse de, katılmacı demokrasinin tarihsel süreçte varılan en son aşamayı ifade etmesi ve yurttaşlığa kazandırdığı yeni anlamları içermesidir. Bu sebeple, aşağıda açıklayageldiğimiz kavramsal ilişkinin tarihsel arkaplanına ayrıca bakmak faydalı olacaktır.
II. ULUS-DEVLET KURMA SÜRECİ VE YURTTAŞLIK
Ortaçağ kentlerinde de eşit yurttaşlık olgusunun örneklerine rastlanmaktaydı, ama bu kentlerde özgül hak ve görevler yerel olarak sınırlıydı. Ancak ulus-devlet olgusunun ortaya çıkmasıyla yurttaşlık hak ve görevleri yerel olmaktan çıkmış, ulusal niteliğe bürünmüş, giderek evrenselleşmiştir.20
Dolayısıyla, modern veya ulusal-demokratik yurttaşlığın Batı kapitalizminin gelişmesine paralel bir tarihi vardır.21 Tarihsel olarak, ulus kurmanın ve demokratikleşmenin çekirdek ögesi, esas itibariyle, “Yurttaş” olarak sınıflanan tüm yetişkinlerin haklarının ve görevlerinin yasallaştırılmasıdır.22 Kapitalizm bu bağlamda yurttaşlığı şu özellikleriyle teşvik etmiştir: Kapitalizm, her şeyden önce, mübadele ilişkileri aracığıyla evrensel kültürün büyümesini sağlamış, tüketicinin özerkliğine fazlasıyla önem vererek bireyselliğin doğmasına katkıda bulunmuştur. Genel olarak, kapitalizm statü hiyerarşisinden daha çok sözleşmeye dayanan ilişkileri esas aldığından; hükümetin de toplumsal bir sözleşme temeli üzerine inşa olması gerektiği fikrini benimsemiştir. Bu fikir, hem tamamen kapitalist ekonomik ilişkilerle uyumun bir ifadesi; hem de yurttaşlığı ortaya çıkaracak kurumlar manzumesinin bir zeminiydi.23
Bu bakımdan, Batı Avrupa toplumlarında ulus-devlet kurma süreci dört aşamada tamamlanmıştır:24
Birinci aşama, 15. yüzyıldan Fransız devriminin yapıldığı 18. yüzyıla kadar olan çok uzun bir süreyi kapsar ve devletin oluşumunu içerir. Bu aşamanın ortaya çıkardığı önemli sonuç, seçkinler düzeyinde ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan bütünleşmenin gerçekleşmesidir.
İkinci aşama, kitlelerin giderek artan oranda sisteme dahil olmasını ifade eder. Bunda asker ocağının, okulun, yeni kitle iletişiminin merkezin seçkinleriyle kenar arasında teması sağlayan kanallar olarak oynadığı rol etkili olmuştur. Bir diğer önemli etken, aynı kanalların kitleler nezdinde yarattığı yeni kimlik duygusudur. Bu yeni kimliğin, kiliseler, mezhepler veya yerel seçimler tarafından yaratılmış olan egemen kimlikle çatışma içine girmesi, ikinci aşamanın ortaya çıkarmış olduğu önemli sonuçtur.
Üçüncü aşama, toplum üyelerinin siyasal sistemin işleyişinde tebalıktan aktif yurttaş kavramına geçmelerini içerir. Bu, muhalefete tanınan güvencenin kurumsallaşması; temsil organları üyelerinin seçiminde daha geniş bir seçmen kitlesine hak tanınması; siyasal partilerin örgütlenip çıkarların birleştirilmesi ve ifadesi işlevlerini görmelerine paralel olarak gerçekleşmiştir. Bu aşamaya tekabül eden önemli iki oluşum; endüstriyel ve ulusal devrimlerin başarılması ve bunların yaratmış olduğu çatışmalardır: Ulusal devrimle beraber bir yandan kenar bölgelerdeki azınlık kültürüyle hakim kültür arasında; öbür yandan merkezî devlet otoritesiyle kilise(ler) arasında çatışmalar gündeme gelmiştir. Endüstriyel devrimin ürünü olan çatışmalar ise, özelde topraktaki mülkiyet çıkarlarından vücut bulan hakim sınıf ile doğum halindeki burjuvazi arasındaki; genelde mülk sahipleri ve işverenlerle, kiracılar ve işçiler arasındaki bölünmelerden kaynaklanmıştır. Bu aşamada, değerlere dayanan yerel çatışmalardan, daha çok çıkarlara dayanan işlevsel çatışmalara geçilmesi çok önemli bir değişim olarak ortaya çıkmıştır.
Dördüncü aşama, devletin idari aygıtlarının genişletilmesine ilişkin süreci kapsar. Bu aşamada yeniden dağıtım araçlarının artması; kamu refahını sağlamaya yönelik hizmetlerin genişletilmesi; ulusal çapta ekonomik koşulları eşitlemeye yönelik politikaların uygulanması (müterakki vergileme, zengin sınıflardan ve bölgelerden, fakir sınıflara ve bölgelere kaynak aktarımı gibi), devlet nüfuzundaki artışın göstergeleri olarak belirmiştir.
Söz konusu dört aşama bağlamında, Batı Avrupa toplumlarında merkez (center) ile kenar (periphery) arasındaki etkileşim, hukuk, ordu (güç), kültür ve ekonomi gibi dört kanal aracılığı ile ve üç boyutlu olarak gerçekleşmiştir.25
Merkez-kenar arasındaki etkileşimin birinci boyutu, tebaa konumunda olan kenarın işlevsel farklılaşma düzeyi ve merkeze bağlılığıyla ilintilidir. Bu açıdan ortaya çıkan önemli husus, sözkonusu bağımlılığı sağlayan kurum veya araçların neler olduğudur. Bunlar ordu, yerel yönetimler, kentler gibi kurumlar; dil veya din gibi araçlardır.
İkinci boyut, merkezin temel ögelerini meydana getiren içsel ve dışsal kaynaklarla ilintilidir. Bu açıdan üzerinde durulması gereken husus ise, hangi tür ittifakların sistem içinde hakim olduğu ve sistemin dışsal kaynakları harekete geçirme yeteneklerinde seçkinler arasında hangi türden farklılıkların var olduğudur.
Nihayet üçüncü boyut, değişim sürecinin toplumdan topluma gösterdiği farklılıkları veya benzerlikleri içerir. Bu çerçevede, ilk kurulan merkez-kenar bağlantısının hangisi olduğu ve ilki diğer hangi tür bağlantıların izlediği; merkezden gelen baskılara kenarın verdiği yanıtların ne gibi özelliklere sahip olduğu önem kazanmaktadır.
Merkez-kenar arasında sağlanan etkileşim, tarihsel süreç içinde belirli bir yapı ve işlev farklılaşmasını da beraberinde getirmiştir. Bu farklılaşmalar, ekonomik-teknolojik, askerî-idarî, yargısal-yasamsal, dinsel-sembolik türlerde ortaya çıkmışlardır. Bu çerçevede, ekonomik-teknolojik farklılaşma, yerel endüstriyel-ticari organizasyonları barındıran bir yapı olarak kentleri doğururken; diğer farklılaşma türleri, sırasıyla dış çatışmaları kontrol örgütü olarak orduyu, iç çatışmaları çözücü bir kurum olarak yargıyı, yerel dinleri temsil eden bir yapı olarak kiliseleri ortaya çıkarmıştır.26
BATI AVRUPA’DA ULUSLAŞMA-DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİ İLE YURTTAŞLIĞIN İLİŞKİSİ
Ulus-devlet kurmada bir yandan işlevsel farklılaşmanın, öbür yandan merkez-kenar arasındaki etkileşimin niteliği, Batı Avrupa toplumlarında tarihsel süreç içinde beliren sosyo-ekonomik, kültürel-ideolojik ve siyasal oluşumları, bu oluşumların içerdiği çeşitli sorunları ve sorunların çözümünde uygulanan politikaları da belirlemiştir. Yukarıdaki tablo, bütün bunları özet olarak ifade etmektedir.
Tabloda da görüldüğü üzere, Batı Avrupa toplumlarında ulus-devlet kurma süreci, nüfuz etme (devletin belirmesi), standartlaşma (ulusal kimliğin oluşması), katılma (siyasal yurttaşlığın yerleşmesi), nihayet kaynakların/fırsatların yeniden dağılımı (sosyal yurttaşlığın yerleşmesi) gibi oluşumları içermektedir. Bunlar, aynı zamanda Batı Avrupa toplumlarında uygulanan demokrasilerin de arka planını ifade etmektedir. Bu noktada, sözkonusu toplumlarda demokrasinin doğmasında ve gelişip pekişmesinde merkezin sahip olduğu üç önemli olanaktan söz etmek gerekmektedir. Bunlar:27
1. Uzman bürokrasilerin ve hukuk kurumlarının gelişmiş olması. (Bu büyük ölçüde kilise ile merkez arasındaki işbirliği sayesinde sağlanmıştır.)
2. Ticaretin genişlemesi, buna paralel olarak yeni endüstrilerin doğması.
3. Ulusal alfabenin ortaya çıkması ve böylece kenarın kültürel olarak iç iletişimin standart bir aracı etrafında birleştirilmesi.
Batı Avrupa toplumlarının ulus-devlet kurma, dolayısıyla kendi demokrasilerini pekiştirmelerinden bazı ortak sonuçlar çıkarmak gerekirse, şunlar söylenebilir: Sözkonusu toplumlarda, her şeyden önce, toplum kesimlerine nüfuz etmede kullanılan devlet gücünün, kenar üzerinde bütünüyle bir tahakküm kurma şeklinde tezahür ettiğine rastlanmamaktadır. Devletin belirdiği andan itibaren sınırlandırılması kenarın merkez karşısındaki özerkliğinin ifadesi olmuştur. Bunun yanında, Batı Avrupa toplumlarının gerek dil, gerek din açısından çeşitlilik gösteren kültürleri, belirli ölçüde bir karşıtlığın varlığına rağmen bölünerek bütünleşme içinde ortak bir çerçevenin ögeleri olabilmişlerdir. Bu sayede ulusal kültürlerinin standartlaşmasını gerçekleştirmişler ve ulusal kimlik krizini aşabilmişlerdir.
Şüphesiz, ulusal kimlik krizinin aşılması, aynı zamanda değer çatışmalarının önemini de nispeten azaltmıştır, bunun yerine kaynakların ve fırsatların yeniden dağılımı üzerinde yoğunlaşan çıkar çatışmaları gündeme gelmiştir. Bu bağlamda ortaya çıkan önemli bir sonuç da çıkarların farklılığının meşru görülmesi ve savunulması için öncelikle toplumsal ve siyasal ortamın yaratılmış olmasıdır. Yurttaşlık (siyasal ve sosyal boyutlarıyla) böyle bir ortamın ürünüdür. Ancak gene tarihsel olarak bu ürün tek boyutlu bir özelliğe de sahip değildir. Özellikle katılmacı demokrasi açısından yurttaşlığın sahip olduğu bütün boyutları üzerinde ayrıca durmak yararlı olacaktır.
III. YURTTAŞLIĞIN BOYUTLARI: SİVİL, SİYASAL VE SOSYAL
Buraya kadar anlatılanlardan, tarihsel olarak yurttaşlığın biri sosyal, öbürü siyasal iki boyutu olduğu anlaşılmaktadır. Fakat, T.H.Marshall, daha önce andığımız çalışmasında yurttaşlığın bir de sivil (civil) boyutu olduğuna dikkatlerimizi çekmektedir. Dolayısıyla, burada biz de Marshall’ın sınıflamasını esas alıp, yurttaşlığın sivil, sosyal ve siyasal üç boyutu üzerinde duracağız.28
Sivil boyut, konuşma, düşünce ve inanç, mülk edinme hakkı gibi bireysel özgürlükler için gerekli olan haklardan meydana gelir. Mahkemeler bu hakları savunan ve koruyan kurumlardır.
Siyasal boyut, siyasal iktidarın kullanımına katılma hakkını içerir. Parlamento ve yerel yönetim meclisleri yurttaşlığın siyasal boyutunu sembolize eden kurumlardır.
Sosyal boyut ise, ekonomik refah ve güven hakkından, toplumda geçerli standartlara göre yaşama hakkına kadar geniş bir haklar yelpazesini kapsar. Eğitim ve sosyal hizmet kurumlarını bu hakların sağlanmasına yönelik çalışan kurumlar olarak belirtebiliriz.
Tarihsel olarak, sivil haklar 18. yüzyıl, siyasal haklar 19. yüzyıl ve sosyal haklar 20. yüzyıldaki gelişmelerin ürünüdürler.29 Yurttaşlık hakkı olarak, bütün bunlar bir ulus-devlet içindeki topluluğa üyeliğin kazandırmış olduğu haklar olduğundan, nihai olarak devlet tarafından güvence altına alınacaklardır. Buna rağmen devlet güvencesi bu hakların sahip olduğu tek özellik değildir. Genel olarak sözkonusu haklar her şahıs için onları kullanma görevini de içerir. Bu bakımdan yurttaşlık hakları devletin üyelerine karşı yerine getirdiği görevler şeklinde de nitelenebilir.30 O kadar ki, hakların sivil, siyasal ve sosyal olarak sınıflamasına, dolayısıyla yurttaşlığın boyutlarına devletin üyelerine karşı olan bu görevleri veya yükümlülükleri açısından da yaklaşabiliriz. Örneğin, Macpherson’un yapmış olduğu gibi, sivil hakları devlete karşı olan haklar; sosyal hakları da devlet tarafından garanti edilmiş, talep edilen faydalar olarak görebiliriz. Bu açıdan diyebiliriz ki, bireyler için yurttaş olarak eylemde bulunmak devletin müdahale edemeyeceği özgürlükler manzumesini kapsamalıdır, öte yandan, bireyler için yurttaş olarak tüketmek devletin sağladığı bir olanak olmalıdır.31
Siyasal haklara gelince: Yurttaşlığın hem bir statü, hem de bir haklar manzumesi olarak karakterize edilmesi, siyasal hakların esas itibariyle statülerin sosyal özelliğinden türediğini ortaya koymaktadır. Örneğin, 19. yüzyılda kapitalizm siyasal hakları sivil hakların bir yan ürünü olarak görmekteydi. Oysa, 20. yüzyılda siyasal haklar, doğrudan ve bağımsız olarak yurttaşlıkla irtibatlandırılmıştır.32 Çünkü, sivil haklar, rekabetçi pazar ekonomisi için esas olduğundan, bunun her bireye bireysel statüsünün bir parçası şeklinde ekonomik rekabette, bağımsız birim olarak katılma gücünü verdiği varsayılmıştır.33 Fakat kapitalizmde ekonomik rekabetin doğurduğu sınıfsal eşitsizlik, siyasal sürece katılmada bireysel özgürlüğün bu eşitsizliğe dayanarak gerçekleşmesinin güçlüğünü göstermiştir. Dolayısıyla, siyasal hakların statüden bağımsızlaşarak ve hukuki bir güvence kazanarak, bir devletin, bu devlet içinde bir topluluğun üyesi olmakla elde edilmesi gerçekleşmiştir. Bu anlamda, yurttaşlığın siyasal boyutu, bireyin mensubu olduğu devletle üyeliğini ifade eden resmî bir kimlik niteliğini taşır.34
Ancak, yeri gelmişken hemen belirtmek gerekir ki, resmî kimlik olarak siyasal yurttaşlık, ulusal kimlikten farklıdır. Ulusal kimlik, bireyin devletle değil, toplumla olan bağını ifade eder ve hukuki olmaktan çok özneldir. Ulusal kimlik, evde, okulda öğrenilir, bireyler tarafından seçilir. Fakat, yurttaşlık devlet tarafından verilir. Bunun için iki kavram birbiriyle sınırdaş değildir.35
Buraya kadar yapılan açıklamalar, yurttaşlığın sözkonusu üç boyutuyla katılmacı demokrasi arasındaki ilişkilendirmeyi de gündeme getirmektedir. Bu bağlamda diyebiliriz ki, eğer katılmacı demokrasiyi sivil, siyasal ve sosyal boyutlarıyla yurttaşlığın gelişmesi için bir ortam olarak esas alıyorsak, her şeyden önce siyasal ve sosyal eşitliğe karşı daha duyarlı olmak, devleti ve siyasal süreci buna uyarlayarak yurttaşlığın toplumu eşitlikçi bir siyasal çerçeveye sokmasına fırsat ve imkan tanımak gerekir. Eğer yurttaşlar siyasal sürece etkin şekilde katılma için fırsat ve imkanların varolduğunu görürlerse, katılmaya atfettikleri değer ve önem de artar. Böylece, kollektif kararlarla kendileri arasında daha sıkı bir psikolojik bağ kurarak katılmacı demokrasinin hayata geçirilmesinde önemli aktif işlevler görürler. Tersi durum, onların kendilerini pasif konumda görmelerine yol açar, dolayısıyla katılmacı demokrasinin işlemesini aksatır.
Fakat günümüzdeki sosyal hareketler çeşitli boyutlarıyla yurttaşların esas itibariyle katılmacı demokrasinin gerçekleşmesinde ne kadar çok aktif olduklarının önemli göstergeleridir. Bunun için sözkonusu hareketler üzerinde biraz durmak uygun olacaktır.
IV. KATILMACI DEMOKRASİ, YURTTAŞLIK VE SOSYAL HAREKETLER
Sosyal hareketler üzerinde durmak, katılmacı demokrasinin yurttaşlık için öngördüğü sınırları saptamak bakımından önemlidir. Çünkü, Turner’in vurguladığı gibi, sosyal hareketler sağladıkları (veya zorladıkları) katılım olanaklarıyla yurttaşlık kavramını genişleten “dalgalar”36 niteliğindedirler.
Sosyal hareketler, esas itibariyle, üretim, bilgi, etik kurallar gibi belli başlı kültürel kaynaklara uygulanan sosyal tahakküm (domination) ilişkilerini dönüştürmeyi amaçlayan eylemlerdir.37 Bu anlamda sosyal hareketler, toplumun “hasta” addedilen bir ögesine (bir değere, bir norma, bir otorite ilişkisine veya toplumun bizatihi kendisine) yönelik kültürel bir sorgulamayı ve sorgulama sonucu sosyal ilişkileri yeniden tesis etmeyi içerir.38
Dolayısıyla bu hareketler, siyasal hareketlerden farklı olarak, siyasal iktidarı (veya kontrolü) ele geçirmeye yönelmezler; bunun yerine sosyal kollektivitenin, çıkarlar, değerler ve normlarla ilgili isteklerini dile getirirler. Bu bakımdan da, öncelikle sosyal katılmanın nelerden oluşacağının yeni bir tanımını yaparlar.39
Zaten, eski sosyal sistemin ve kontrol (otorite) ilişkilerinin artan bir meşruluk krizine maruz kaldığı durumlarda sosyal hareketler geniş bir kültürel meydan okuma veya sosyal başkaldırı şeklinde ortaya çıkmaktadırlar.40 Ancak, uygulamak gerekir ki, sosyal bir duruma yanıt teşkil ettiğine dair bir yaklaşım, sosyal hareketlerin tek tanımlayıcı ögesi olamaz. Tersine, sosyal bir durum, sosyal hareketlerin yeni kültürel modellere yönelik mücadelesi ile bu mücadelenin siyasal sistemde yol açabileceği bozulma arasındaki çatışmanın ortaya çıkardığı bir sonuçtur.41
Bu sebeple, söz konusu hareketler sosyal bir durumun sonucu değil, o durumların yaratıcısıdırlar da.
Sosyal hareketler ile yurttaşlık arasında çift yönlü bir ilişki vardır: Sosyal hareketler yurttaşlığın gelişmesini teşvik eder, ama yurttaşlık hakları da sosyal hareketlerin meydana gelmesini kolaylaştırır.
Örneğin, birlik olma ve ifade özgürlüğünü içeren sivil hakların sosyal hareketlerin doğmasında geniş bir katkısı olmuştur. Buna karşılık, sosyal hareketler de yeni tip yurttaşlık haklarının doğmasında ve yurttaşlığın boyutlarının genişletilmesinde rol oynamıştır.42
Nitekim, çağdaş sosyal hareketlerin tiplerine baktığımızda, bu hareketlerle yurttaşlık arasındaki çift yönlü ilişkiyi daha iyi anlayabiliriz.
Çağdaş, sosyal hareketlerin beş genel tipini saptamak mümkündür. Bunlar:43 1. Kentlerdeki azınlık grupların mücadeleleri. 2. Çevreci hareketler. 3. Kadın ve eşcinsel özgürlüğü hareketi. 4. Barış hareketi. 5. Gençlik ve öğrenci hareketleri.
Burada bu hareketler üzerinde ayrıntılı olarak durma olanağımız bulunmamaktadır. Bununla beraber, sosyologların, sosyal psikologların, nihayet siyasal bilimcilerin çalışmaları,44 anılan sosyal hareketlerin yurttaşlığın boyutlarını genişlettiği gibi, bu sayede artarak çoğaldıklarını da göstermektedir.
Yalnız, geçerken, yukarıdaki listeye önemli bir tanesini daha, dinsel hareketler de eklememiz gerekmektedir. Bu hareketleri de diğerleri gibi son tahlilde meşru yeni bir düzen yaratma, bu anlamda mevcut sosyal ilişkileri ve tahakküm biçimlerini dönüştürmeyi amaçlamaktadır.
Bu arada şu hususu eklemek yerinde olacaktır: B. Turner, yurttaşlığın ve sekülerizasyonun birbirine paralel geliştiğini; dolayısıyla yurttaşlığın gelişmesiyle dinin kimlik tanımlayıcı öge olmaktan çıktığını belirtmektedir.45 Oysa, bazı çalışmalar,46 tam tersine, sosyal hareketlerin, o arada dinsel hareketlerin inanç hürriyetinin önemini ortaya koyarken, dinsel kimliği yeniden canlandırdığını savunmaktadırlar.
Bunu da, sosyal hareketlerin yurttaşlığın boyutlarını genişletmesi bakımından; aynı zamanda katılmacı demokrasinin tüm toplulukları kendi kimlikleri altında kollektif kararlara katılmasını öngörmesi bakımından daha doğru ve doğal kabul etmek gerekmektedir.
Hattâ, bu açıdan katılmacı demokrasi bağlamında sosyal hareketler yurttaşlık ilişkisine baktığımızda, bir başka gerçek daha karşımıza çıkmaktadır; o da “çoğul yurttaş” (pluralist citizen) gerçeğidir.
Walzer’in ortaya attığı bu kavram, Almond ve Verba’nın The Civic Culture kitaplarında tanımlanan duruma tekabül etmektedir: Gayrıresmî ve gönüllü topluluklara birden fazla
üyelik.47
Gerçekten de, yurttaşlık bir topluluğa üyeliği anlatıyorsa; sosyolojik olarak birden fazla topluluğun varlığını bir olgu olmasını ve birden fazla üyeliği de beraberinde getirecektir. Bunun teorik olarak ne derecede mümkün olacağı bir yana,48 katılmacı demokrasinin katmerli bir şekilde gerçekleşmesine katkıda bulunacağı beklenebilir.
Dipnotlar
1 M.Walzer, “Citizenship”, Political Innevation and Cenceptual Change, ed., T. Ballet, 1989, s.211.
2 G.H.Sabine-T.L.Tharsen, A History of Political Theory, Hinsdale, 1973, 2th, Edition, s.21.
3 Aynı eser, s.21.
4 G. Savran, Sivil Toplum ve Ötesi, İstanbul, 1978, s.65.
5 Walzer, a.g.m., s. 211-212.
6 Aynı makale, s. 216.
7 G. Almond – S. Verba, The Civic Culture, Newbury Park, 1989 Sage Printing, tümü.
8 T.H. Marshall, Class, Citizenship, and Social Development, Garden City, 1965, Ancher Books Edition, s. 92.
9 G.A. Kelly, “Who Needs a Theory of Citizenship?”, Daedalus, 108/4 (1979), s.27.
10 G. Sartori, Demokrasi Kuramı, Ankara, t.y., s. 11.
11 Aynı eser, s. 13.
12 Aynı yer,
13 M.E. Olsen, Participatory Pluralism, Chicago, 1982, s. 23-24.
14 Aynı eser, s. 26.
15 Aynı yer. Bu özellikler için bkz: D. Held, Models of Democracy, 1987, s. 262.
16 C.B.Macpherson, The life ant Times of Liberal Democracy Oxford, 1977, s.99.
17 Özerklik ve kendini geliştirmenin 20. yüzyıl demokrasi teorisinde yurttaşlığın öngereği olduğuna dair açıklamalar için bkz. D.F.Thompson, The Democratic Citizen, Cambridge, 1970, s.13-15.
18 Macpherson, a.g.e., s.98.
19 Bu konuda bkz. Sartori, a.g.e., s.4-8. Katılmacı demokrasi sözkonusu olduğunda ideal ile gerçek arasındaki çekişmelerden doğan problemleri Olsen, şu şekilde sunmaktadır: 1. İnsanlar kollektif karar almaya katılmak istiyorlar mı? 2. Ev veya iş yeri gibi küçük çevrelerde öğrenilen katılma hünerleri ve tutumları daha geniş topluluklara ve toplumsal meselelere katılmayı gerekli kılar mı? 3. Oy sandığında ek olarak bireyler karar alıcılar veya diğer bireyler üzerinde etki sağlayacak hangi kaynakları kullanabilirler? 4. Bireyin kollektif karar almaya katılmasını kolaylaştıracak hangi yöntemler yerleştirilebilir? 5. Örgütler karar alma sürecini daha işler kılmak için yapısal olarak nasıl ademi merkezileştirilebilir? 6. Katılmacı demokrasinin uygulanacağı en uygun örgütsel birim nedir? 7. Katılmacı demokrasi kamu çıkarına uygun hizmet edecek kollektif kararlarla sonuçlanacak mı? Bkz. Olsen, a.g.e., s.27-28.
20 Marshall, a.g.e., s.79.
21 J.M.Barbalet, Citizenship, Minneapolis, 1988, s.32.
22 R.Bendix, Nation, Building and Citizenship, Garden City, 1969, (Anchor Books Edition), s.90.
23 B.S.Turner, Citizenship and Capitalism, Londra, 1986, s.23.
24 Bkz. S.Rokkan, “Dimensions of State Formation and Nation-Building: A Possible Paradigma for Research on Variations with in Europe”, The Formation of National States in Western Europe, C.Tilly New Jersey, 1975, s.570-572.
25 Aynı makale, s.565-567.
26 Aynı makale, s.564.
27 Aynı makale, s.597.
28 Bu ayrım ve anlamlar için bkz. Marshall, a.g.e., s.78-79.
29 Aynı eser, s.86.
30 Barbalet, a.g.e., s.18.
31 Zikreden, a.g.e., s.20.
32 Marshall, a.g.e., s.86.
33 Bendix, a.g.e., s.96-97.
34 Pranger, a.g.e, s.9-10.
35 M.Weiner, “Changing Conception of Citizenship in a Multi Ethnic Society”, The Citizen and Politics: A Comparative Perspective, ed., S.Verba-L.W.Pye, Stanford, 1978, s.108.
36 Turner, a.g.e., s.97-98.
37 A.Touraine, Return of the Actor, Minneapolis, 1988, s.64.
38 Aynı eser, s.63, 66, 68.
39 Barbalet, a.g.e., s.98-99.
40 C.Boggs, Social Movements and Political Power, Philadelphia, 1986, s.21.
41 Touraine, a.g.e., s.66.
42 Barbalet, a.g.e., s.98-99.
43 Boggs, a.g.e., s.39-47.
44 Bkz. F.D.Ramirez, “Comparative Social Movements”, Institutional Structure: Constituting State, Society, and Individual, eds. G.M.Thomas, Newbury Park, 1987.
45 Turner, a.g.e., s.18.
46 Örneğin bkz. G.M.Thomas, “Revivalism, Nation-Building, and Institutional Change”, ed. Thomas, vd., a.g.e.
47 Zikreden Kelly, a.g.m., s.33.
48 Bu tartışma için bkz. aynı yer.
Kaynak: http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=32&dyid=1219