Hasan Celal Güzel
Türkiye’nin Afrika’ya açılım politikası, dün İstanbul’da başlayan ‘Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi’ ile çok önemli bir dönüm noktasından geçiyor. Ocak ayı sonunda Addis Ababa’da düzenlenen toplantıda, Türkiye’nin Afrika’nın stratejik ortağı olduğu teyit edilmişti.
Bu zirve, hem Türkiye için hem de Afrika için tarihî bir olaydır. 20. asrın başlarında kardeşlik ilişkileri koparılan bin yıllık dostların yeniden buluşması demektir.
15 Eylül 868 tarihinde Tolunoğlu Ahmed Bey’in Kuzey Afrika’da Tolunoğlu Türk Devleti’ni kurmasından bu yana tam 1140 yıl geçti. Daha sonra İhşîdîler, Eyyûbîler, Memlûkler ve Osmanlılar, Afrika’da hükümran oldular. Osmanlı Döneminde Türkler, Afrika’nın tamamına hâkim idiler. Afrika’da kurdukları eyâlet, vilâyet ve ilçeler yüzyıllar boyunca devam etti. Meselâ, Yemen Beylerbeyi Özdemir Paşa’nın 1555’te kurduğu ‘Habeş Eyâleti’, 1916 yılına kadar dört asra yakın mevcudiyetini sürdürdü. Habeş Eyaleti’ne bugünkü Etyopya, Somali, Eritre ve Cibuti dahil bulunuyordu.
Osmanlı Devleti, genellikle zannedilenin aksine, Afrika’da sadece Mısır ile Libya, Tunus, Cezayir gibi ‘Garp Ocakları’yla meşgul olmadı. Doğu, Batı, Orta ve Güney Afrika ile de ilgilendi. Orta Afrika’daki Kanum Bornu Sultanlığı’nı hâkimiyeti altına aldı ve ‘Sudan Eyâleti’ne bağlı olarak ‘Hatt-ı Üstüva (Ekvator) Vilâyeti’ni kurdu. Osmanlı’nın bazı ilçeleri sonradan bağımsız devletler olmuştur. Meselâ, ‘Reşade İlçesi’ Çad Devleti, ‘Kavar İlçesi’ ise Nijer Devleti hâline gelmiştir.
Osmanlı Güney Afrika’da da faaliyette bulunmuştur. Güney Afrika’da Osmanlı Türk
sevgisi o derece yaygınlaşmıştır ki, 1911’de İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali sırasında, Johannesburg’daki Müslümanlar gönüllü olarak savaşmak istediklerini Osmanlı Harbiye Nezareti’ne bildirmişlerdir. Ayrıca, Millî Mücadele sırasında Güney Afrika’dan da para yardımı yapılmıştır.
Türkler, Afrika’da aslâ sömürgecilik yapmamışlardır. Tam aksine, Batı emperyalizminin sömürgeciliğiyle mücadele etmişlerdir. Afrika’nın hemen her yerinde Türk eserlerini görmek mümkündür. Osmanlı İmparatorluğu’nun 18. asrın sonundan itibaren zayıflaması üzerine, Batılı kolonyalist güçler karşısında Afrika’yı koruması zorlaşmış; bunu fırsat bilen sömürgeciler 19. asır boyunca Afrika’yı insafsızca sömürmüşlerdir.
Türkiye, ilk olarak Özal döneminde Afrika’nın farkına varmış ve Afrika ülkelerine önemli ölçüde insanî yardım yapmaya başlamıştır. Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’ın yeniden başlattığı ‘Afrika Açılımı’ fevkalâde olumlu ve önemli bir harekettir.
İstanbul’daki Türkiye-Afrika Zirvesi’nden sonra süratle yeni projelerin geliştirilmesi ve Türkiye’nin Afrika açılımının hızlandırılması gerekir. Şöyle ki;
1. Bütün Afrika ülkelerinde Büyükelçiliklerimiz ve önemli merkezlerde ayrıca Konsolosluklarımız açılmalıdır.
2. Afrika ülkelerinin tamamının devlet başkanları, başbakanları ve bakanları, bir program dahilinde Türkiye’ye davet edilmelidir. Afrika ülkelerine çeşitli heyetler gönderilmelidir.
3. Afrika ülkelerine karşılıksız malî, teknik ve insanî yardımlar yapılmalıdır.
4. Afrika ülkeleri ile iş konseyleri, ortak ticaret odaları kurulmalı; Türk bankalarının şubeleri açılmalı ve Türk yatırımcıların teşviki sağlanmalıdır.
5. Afrika ile kültürel ilişkiler de geliştirilmelidir.
6. Türkiye’de ‘Afrika Araştırma Merkezleri’ kurulmalıdır.
Afrika’nın en uzak köşelerinde dahi atalarımızın izlerini bulabilirsiniz. Nijerya’da Shitta Bey Camii’nden Somali’deki Ulu Cami’ye kadar, sömürgecilerin tahribatına rağmen hâlâ her yerde biz varız.
Bundan sonra da Afrika’ya dostluk, barış, sevgi ve şefkat elimizi uzatmalıyız.
(Bakınız: Numan Hazar, Küreselleşme Sürecinde Afrika ve Türkiye-Afrika İlişkileri, Yeni Türkiye Yayınları, 2003; Prof. Dr. Ahmet Kavas, Osmanlı Devleti’nin Afrika Kıtasında Hâkimiyeti ve Nüfuzu, Osmanlı, 1999.)

Kaynak:http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=YazarYazisi&ArticleID=894404&Yazar=HASAN%20CELAL%20GÜZEL&Date=20.08.2008&CategoryID=97