Türkiye günlerdir yerel seçim atmosferinde bulunuyordu. Partiler seçim kampanyalarını yaptılar ve halktan oy almak için sandığa gittiler. Sandıktan çıkan sonuçlar elbette bir süre daha Türkiye’nin gündemini meşgul edecek ve daha sonra “yerel siyaset” yine unutulmaya terk edilecek ne yazık ki… Oysa çok önemli bir yere sahip olan yerel siyaseti daha fazla konuşmamız, tartışmamız, üzerinde daha fazla durmamız lazım… Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Korel Göymen’in Yerel Siyaset Dergisi’nden Arif Çarkçı’ya verdiği söyleşi, konunun ülkemiz açısından ne kadar önemli olduğunun altını bir kez daha çiziyor. Söyleşiyi yerel siyasetin sadece seçim dönemlerinde konuşulur olmaktan çıkması umuduyla ilginize sunuyoruz…
   
-Yerel siyaset kavramına coğrafi mekân sınırlamasından bağımsız olarak bir tanım getirmek istersek, sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasi şartlar göz önüne alındığında yapılacak bir tanımlama nasıl olabilir? 

Yerel siyaset kavramını anlamak için önce yerelin ne olduğuna bir bakmak gerekir. Bir defa yerellik kavramı ülkeden ülkeye değişmektedir. Yönetimsel kademelenme, coğrafi şartlar, bu tanımı etkileyecektir. Örneğin Avrupa Birliği çok düzeyli yönetişim modelinde, yönetişimi 5 ayrı kademede tanımlamaktadır. Hangi kademenin diğerine göre ne kadar yerel olduğu kademeler arası ilişki ile tanımlanır. Yerel siyaset kavramına baktığımızda; ‘Siyaset bir dizi amaca varmak maksadıyla, kaynak kullanımında öncelikleri belirlemek ve tüm bunları sağlamak amacı ile karar alma süreçlerini işleterek güç kullanmak’ gibi bir tanımla karşılaşırız. Ulusal siyasetten farklı olarak yerel siyasette yerel güç odakları, yerel kaynaklar ve potansiyeller söz konusudur.

-Yerel siyasetin başat aktörleri kimlerdir? Yerel siyaset deyince aklımıza ilk gelen belediye meclisleri ve üyeleridir. Bu doğru bir yaklaşım mıdır?

Yerel aktörleri formel ve enformel olarak ikiye ayırdığımızda formel aktörlerin yasalarda tanımlanan, mevzuatla belirlenen aktörler olduğunu; enformel aktörlerin ise yasal kalıplar dışında kalan, fakat potansiyel olarak bir yöredeki herkesin yerel siyasetin aktörleri olduğunu görürüz. Formel aktörler kaymakamlıklar, valilikler, il özel idareleri, belediyeler, yasal dernekler ve vakıflardır. Dini ve etnik gruplar, tarikatlar, aşiretler ve yurttaş girişimleri enformel aktörlerdir.

-Göç ve kentleşme ile birlikte bu aktörlerin yapısında ne gibi değişimler yaşanmıştır ?

İç göç neticesinde kırsalın şartları kente taşınmıştır. Coğrafi olarak kentsel alanda bulunma ile kentlileşmeyi ayırt etmekteyiz. Aşiret düzeni, etnik bağlar sadece kırsala ait olmayıp, kentte de değişik biçimlerde etkili olmaya başlamıştır.

-Yerelden ulusala doğru bir projeksiyon tuttuğumuzda ulusal siyasetin bugünkü koşullarda yerel siyasi aktörlere bakışı nasıldır? Somutlaştırmak gerekirse yereldeki siyaset merkez siyasetin sigortası mıdır?

Türkiye’de merkez-çevre olgusu uzun zamandan beri Türk siyasetinin belirgin özelliğidir. Osmanlı da da farklı şekillerde var olan bu ilişki çeşidi Cumhuriyetle birlikte yeni rejim oluşturma ve ulus devlet kurma sürecinde geniş kapsamlı sosyal mühendislik çalışmaları merkezi etkin ya da baskın konuma getirmiştir. Cumhuriyeti kuran kurucu iradenin tercihi bürokratik modelden yana olmuştur. 5-10 yıldan bu yana bu modelin yumuşatılmasına yönelik faktörler gündeme getirilmeye başlanmıştır. Oluşturulmaya çalışılan yeni yapıda rekabetçi bir siyasi modele geçilmeye başlanmış, yerel teşkilatlar önem kazanmış, doğrudan seçimle gelen yerel siyasetçiler etkin olmaya başlamış, merkezle çevre arasında değişen bir denge tesis edilmiştir. Aslında burada karşılıklı bir sigorta etkisi vardır. Yani merkez kapsamlı bir sosyal mühendisliği yereldeki güçlerle ittifak yaparak yürütmüş, buna karşılık merkezin merkezdeki kurumları ki-buna TBMM dahil- belirli bir güç kazanmışlardır.

-Bu durum sistemin kendi içinde bir siyasi pazarlığa mı işaret etmektedir. ?

Clientelist, faydacı ilişkiler kademe kademe söz konusudur. Çevrenin sadakatine karşılık ekonomik ve kişisel avantajların sağlanması, buna karşılık merkezdeki politikacılara oy ve destek sağlanması sürdürülegelmiştir.

-Bu ilişki biçimi zaman içinde şekil ya da yön değiştirmiş midir ?

Bu karşılıklı ilişki giderek zayıflamıştır. Şöyle ki; Kollamacı politikalar, kaynak kullanımı giderek sınırlandığı için bu ilişki biçim değiştirmektedir. Yerelde kaynak kullanan aktörlerin önemi artmıştır. Sermaye grupları, yerel girişimciler bu kaynakları harekete geçirmektedir. Bugün devlet kollamacılık ilişkilerini kural koyucu olarak özendirici ve caydırıcı önlemler alarak ve büyük devlet yatırımlarını kanalize ederek kullanmaktadır. Devlet büyük oranda ekonomiden elini çekerek eski rolünü yitirmiştir.

-Eski patronaj ilişkileri ile yeni patronaj ilişkilerini karşılaştırdığımızda ne gibi farklar ortaya çıkar ?

Klasik yerel aktörler daha ziyade toprağa bağlı ilişkiler geliştirmişlerdir. Burada ağaların ve şıhların etkili olduğunu görmekteyiz. Bunların yerlerini zamanla yerel sermayedarlar almaya başlamış, ancak dini gruplar yapılarını ve konumlarını korumaya devam etmişlerdir. Yine küresel sermayenin yerel uzantıları bu sürece ayrıca dahil olmuşlardır. Bununla birlikte kentsel rekabette devletin özendirici ve yönlendirici rolü devam etmiştir. Kısaca patronaj ilişkileri bu minval üzere değişmiştir.

-Yerel demokrasinin güçlenmesi açısından toplumsal tabanımız yeterince güçlü müdür ? Yani yerelde kamil manada demokrasiye hazır mıyız ?

Demokrasinin kurulup geliştirilmesi bir demokrasi kültürünün var olup olmadığına bağlıdır. Bu değerleri koruyacak özellikler var olmadığı zaman güçlükler olmaktadır. Demokrasi kültürünün yeşermesi toplumdaki diğer kurumların bu değerleri özümsemesi, geliştirmesi ve yansıtması kapasitelerine bağlıdır. Örneğin ailede bu değerler zayıfsa her kademede bu içselleştirme zayıf olacaktır. Burada medya da önemli bir aktördür. Medya da bu konuda duyarsız ise toplumsal duyarlılık da azalacaktır. Öte yandan demokrasi uygulanarak öğrenilen bir süreçtir. Ortam ve koşullar uygun oluncaya kadar askıya almak da anlamsızdır.

-Bu anlamda aklımıza geçmiş zamanlarda yaşanan askeri müdahaleler gelmektedir. Askıya alma dönemlerinde özellikle yerel alanda demokrasi hangi durumdadır, demokrasi kültürü ne yönde ilerlemiştir ?

Geçmiş dönemlerde demokrasinin kesintiye uğramasının değişik nedenleri vardır. Biri ulus-devlet ve yeni bir ulus yaratma çabalarının tehlikeye düştüğü algısının toplumun bir kesiminde bulunmasıdır. Çevrenin daha önce merkezle olan ittifakı bozulup, yine bazı çevrelerce karşı devrim olarak algılanması, bu çevrelerin eylemsel boyuta kalkışması diğer önemli etkendir. Bu uğraşlar kimileri tarafından demokrasinin dengeye oturtulması, hakların ve özgürlüklerin genişletilmesi siyasette dengenin oluşturulması olarak algılandı. Bu arada çevredeki bir demokrasi kültürü ile bağdaşmayacak feodal, dinsel örgütlenmelerin etkisini artırması demokrasi projesini tehlikeye atacak gelişmeler olarak değerlendirildi. Bugün de merkezden çevreye yetki akışı tezine karşı olanlar, ortaya sunulan hususun üniter yapıyı bozacağını, laikliğin ve laik devlet yapısının zarar göreceğini, etnik milliyetçiliğin artacağını ve tehlike arz edeceğini ve tüm bunları gündeme getirenlerin ve eyleme dökenlerin gizli bir gündemleri olduğu öne sürülmüştür.

-Sistemin haklı ya da haksız refleksleri yerelde demokrasiyi sekteye uğratmakta mıdır ?

Hem evet hem hayır. Farklı kesimlerin farklı değerlendirmeleri gündeme getirilmek durumundadır. Örneğin toplumun bir kesimi Ak Parti içindeki bir kesimin karşı devrimci grup olduğunu düşünürken kimileri de bu durumu kendi konumlarını korumak adına yorumlamaktadırlar. Yerele yapılacak yetki devrinin feodal ya da dinsel yapıları güçlendireceği korkusu kimi çevrelerce öne sürülmektedir. Bu korku yersiz değildir. Çünkü İknaya ve uzlaşmaya dayalı demokrasi kültürü bu durumla bağdaşmamaktadır

-Örneğin seçilmiş bir yerel irade belli bir etnik ya da dini görüşe göre politika üretiyor ve bunu benimsiyorsa bu duruma müdahale edecek ara mekanizmalara mı ihtiyaç vardır ?

Hayır yok ama seçimle işbaşına gelmek demek sonsuz yetkilere sahip olmak ya da her istediğimi yaparım demek değildir. Demokrasilerde meşruiyet söz konusudur. Meşruiyet kazanmış bir iktidarın azınlıkta olanların haklarını koruması gerekir. Çoğunluğun arzusu demokrasi olarak telakki edilemez. Bu anlamda aykırı görüşlerin haklarının korunmasız kalması söz konusu olabilir. İnsanlara seçim hakkı tanınması ve dayatma yapılmamamsının imkan olarak yerel demokraside hayat bulması gerekir. Çevre merkez ilişkisinde yetki devri dinsel ve feodal kesime daha geniş bir hareket alanı ve güç kazandırma sonucunu doğuruyor ise bu durum da demokrasi ile bağdaşmayacaktır. Çünkü bu tür gruplar yapıları gereği demokrasi çerçevesinde değerlendirilemezler.

-Yerel parti başkanlıkları zaman zaman bir teşkilat olmanın getirdiği sorumluluklar düzeyini de aşarak Ankara siyaset ve bürokrasisi nezdinde yerel sorunların çözümüne yönelik müdahaleci adımlar atmaktalar. Bu mevcut yapı çözüm mü üretir sıkıntı mı?

Siyasette politikanın oluşturulmasında aşağıdan yukarı doğru gelişen iletişim, tartışma, karara katılma daha sağlıklı olan yapıyı ifade eder. Fakat yerelin tepki ve katkısı dar kalıplar içinde kalan diğer düzeyleri hesaba katmayan önermeler ve isteklerle sınırlı kaldığı takdirde bu durumu sağlıklı olarak nitelemek mümkün değildir.

-Burada sınır ne olmalıdır? Diyelim ki bir partinin yerel örgüt başkanı ilçedeki bir bürokratın değiştirilmesi için kendi partisinin merkez örgütüne ya da hükümete baskı yapmakta. Burada bürokrasi ve siyaset dengesi nasıl sağlanacak?

Yereldeki bir siyasal yapı ya da temsilcinin yereldeki atamalara müdahale etmesini sağlıklı bulmam.Burada olsa olsa kamu yönetiminin önceliklerinin belirlenmesinde siyasal yapının belirleyiciliği söz konusu olabilir.Tayin ve atamalarda müdahale sağlıklı bir durum değildir. Çünkü her iktidar değişiminde çalışanların tedirgin edilmesi ve liyakat sisteminin bozulması neticesi doğacaktır.

-Yerel siyasetin baskın aktörü olarak gözüken belediye meclislerinin kent yönetiminde istenen performansı göstermesi için bu meclislerde yapılması gereken yasal ya da kurumsal revizyonlar neler olabilir ?

Önemli bir düzenlemeye ihtiyaç var. Her şeyden önce bu düzenleme siyasette rol alan insanların her açıdan kaliteli olmasını beraberinde getirmelidir. Yerel siyaseti rant getiren bir mecra olarak değil, bir hizmet müessesesi olarak görmek gerekir. İnsan kalitesi ve uzmanlık düzeyi geliştikçe yerel siyaset kendinden beklenen faydayı toplum lehine üretecektir. Bilginin üstünlüğüne dayalı bir yerel meclis modeli daha etkin çalışacaktır. Tek başına yasal düzenlemeler yapının sağlıklı hale getirilmesi için yeterli olmayacaktır. Öte yandan belediye meclislerinin etkinliğinin artırılmasının bir yolu alınan kararların genel geçer ilkelere bağlı olmasına, bunların uzmanlık komisyonlarından süzülerek geçmesine ve saydam biçimde izlenip denetlenmesine bağlıdır. Burada çok önemli olan husus şudur: Karar konuları ile karar alanların bir menfaat ilişkisi içinde olmamasına özen gösterilmelidir. Örneğin imar komisyonunda inşaat yapanların olduğu bir yapıda menfaat çatışması söz konusu olabilir.

-Çözüm ne olabilir ?

Duyarlılık oluşturmak ve siyaset etiğini harekete geçirmek bir çözüm olarak gündeme alınmalıdır. Siyaset yapanlar siyasetin etiğine uymak durumundadırlar. Dinden ve etikten kaynaklanan ahlakın yanında her meslek grubu kendi meslek ilkelerini ve etiğini oluşturmak durumundadır.

-Sizce katılımcılık belediye meclislerinde şu anki haliyle yeterince etkin midir? Temsilde adalet var mıdır ?

Kesinlikle hayır. Türk yerel yönetiminde örneğin kadın temsili TBMM’nin oranından daha düşüktür. % 3 gibi. Bu durumun adı toplumun yarısının dışarıda bırakılması temsilde yok sayılmasıdır. Yerel siyasette bazı meslek gruplarının ağırlıklı olması genelde siyasal katılımın sınırlılığına ve siyasetin bir mali avantaj beklentisi ile doğrudan orantılı olmasına bağlı. Toplumun her kesiminin siyaset mekanizmasını bir hizmet üretme alanı olarak görmesi gerekecektir.

-Avrupa Birliği’nin yerel demokrasi ve yerel yönetimler açısından geliştirdiği düşünsel ve pratik yapı Türkiye açısından ne anlam ifade etmektedir? Uyum sürecinde Türkiye’nin uygulamada ihtiyaç duyduğu AB kriterleri nelerdir ?

AB ekonomik bir kulüp olarak başlayıp bir siyasal projeyi de içerecek şekilde sürekli gelişmektedir. Türkiye de bu kulübe girmeye çalışmakta dolayısıyla üyelik koşullarını gereklerini yerine getirmek durumundadır. AB’de egemen olan kavram ve değerlere göz attığımızda bunların arasında çoğulcu demokrasi, hukuk devleti, tüm canlıların hakları, doğaya saygı, fırsat eşitliği, cinsler arası eşitlik, sosyal adalet, ekonomik güçsüzlerin korunması, tam rekabet gibi değer ve olgular mevcuttur. Dolayısı ile Türkiye’deki genel ve yerel yönetim yapısının işlevlerinin ve işleyişinin bu ilke ve değerler çerçevesinde geliştirilmesi gerekmektedir. Genel yönetim ilkeleri açısından AB’de egemen olan anlayış, yerel, bölgesel ve metropoliten yönetişim olarak tanımlanmaktadır. Klasik kamu yönetiminden farklı olarak çok paydaşlı işbirliğine dayalı, ortak planlama ve yürütme, katılımcılık ve saydamlık, hesap verebilirlik, ön plana çıkan yönetim yaklaşımlarıdır.

-Sayılan bu ilkelerin Türkiye’de yasal ve kurumsal alanda hayat bulması uzun bir zaman alacak mı ? Şu anki yapımız ile tüm bu istenenler arasında yaşanan çatışma nasıl giderilecek?

Ne tür kamusal hizmetlerin hangi düzeyde verileceği ve hangi kararların ne düzeyde kimlerce alınacağı hem teknik hem yasal bir konudur. Teknik bir konudur çünkü, uygun ölçek doğrudan hizmet sunumunda verimliliğin ve etkenliğin sağlanması ile ilgilidir. Yerindenlik kavramı da bunu reddetmez. Bir hizmeti mümkün olan en alt düzeyde sunmaya çalışmak her zaman verimli olmayabilir. Öte yandan mümkün olan hallerde hizmet sunumunun ve bununla ilgili kararın yetki devri yolu ile daha alt kademelerde alınması hem verimli olabilir hem de yerel ilgi ve katılımı artırabilir. Aynı zamanda yerindenlik ilkesi uygun kullanıldığı takdirde yerel demokrasinin geliştirilmesi ve katılımın sağlanması ile de sonuçlanabilir. Öte yandan aynı yetki devri daha önce sözü edildiği gibi çağdaş ve demokratik olmayan kesimlerin daha etkin kılınması yönünde kullanılırsa sonuçlar istenen yönde olmayabilir. Yetki devrinin başarılı olabilmesi merkezi hükümetin yerel yapıları güçlendirme, onları yapabilir kılma arzusuna büyük oranda bağlıdır. Buna karşılık yönetimsel kapasiteleri ve demokratik kurumsal kültürü yeterli olmayan yerel yapıların da bu açığı kapatarak sürekli gayret içinde olmaları gerekir.

-Klasik yerel siyasi aktörlerin dışında enformel aktör olarak tanımladığınız sivil toplum örgütlerinin siyasal meşruiyeti masaya yatırıldığında; 5-10 üyeli derneklerin toplumun önemli bir kesimini temsil ettikleri iddiası, yerel siyasi aktör olarak siyasi yapıda etkili olma istekleri sürekli eleştirilmektedir. Bu meşruiyetin kaynağı nedir ?

Meşruiyetin birden fazla kaynağı vardır. Hukuka dayalı meşruiyetten söz edilebileceği gibi uzmanlığa dayalı meşruiyetten ve ihtiyaca dayalı meşruiyetten de söz edilebilir. STK’ların etkinliği bu üçüne ya da bunların alaşımına da dayalı olabilir. Örneğin İstanbul’daki ulaşım sorunu hemen herkesin ortak sorunu bu konuda görüşü alınacak minik bir uzman grubu bile uzmanlıklarından dolayı meşruiyet kazanırlar.