BRÜKSEL- Kent efsanesine göre, Milos Forman onbir Oscar ödüllü ‘Amadeus’ filmini çekerken Prag sokaklarından yalnızca birkaç otomobilin görüntü dışına çekilmesi gerekmiş. Böylece Mozart’ın gezindiği mekânlar için dekora pek gerek kalmamış. Yıl 1984 iken, Prag filimde 18. yüzyıl Viyana’sı rolünü oynamış. Dar, dolambaçlı ve loş sokaklar, kemerli geçitler ve tavernalar. O günlerde Prag Sovyetler Birliği’nin etki alanı içinde bir kapalı ekonomi ve toplum rejiminin başkentiydi. Kızıl yıldızlar içindeydi.
Bugün ise kişi başına düşen ulusal geliri 25 bin doları aşan bir AB ve NATO ülkesi başkenti. Nereden, nereye!
Çek topraklarının siyasal haritası tarih içinde çok kereler değişmiş. Onuncu yüzyılda Bohemya Krallığı, Kutsal Roma İmparatoru IV. Karl’ın Prag’ı siyasal ve ekonomik merkeze dönüştürmesi, I. Dünya Savaşı’na kadar üç yüz yıl Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemi, sonrasında bağımsız Çekoslovakya. Sanayileşme ve demokrasi deneyimi, önce Nazi işgali, sonra 1948’de Sovyet ordusunun kurtardığı topraklarda Komünist parti darbesiyle şekil değiştiriyor. Çekoslovakya demir perde ötesinin en kapalı rejimine dönüşüyor. Soğuk Savaş düzeninin 1989’da çöküşüne Prag ‘kadife devrim’ ile katılıyor. Slovakya 1993’de ayrılınca, Çek Cumhuriyeti’nin Avrupa haritasındaki sınırları çiziliyor.

Özgürlüğün Peşinde
Bu tarihten itibaren bir çok Çek kökenli ünlü dünyaya yayılıyor. ‘Guguk Kuşu’, ‘Hair’ ve ‘Goya’nın Hayaletleri gibi filmlerin yönetmeni Forman; ailesinin bir bölümünü Nazi kamplarında kaybeden ABD’nin ilk kadın dışişleri bakanı Prag doğumlu Madeleine Albright; Paris yıllarındaki art-nouveau posterleriyle tanınan ve Gestapo sorgusu sonrasında Prag’da ölen ressam Alfons Mucha; Çek ruhunu notalara döken ünlü klasik müzik bestecileri Smetena ve Dvorak; soğuk bürokrasi ve çalkantılı yaşamların Prag ile özdeşleşmiş yazarı Franz Kafka; Paris’teki mültecilik yıllarında ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ gibi romanlarıyla ülkesini kopartılmış olduğu Batı’ya anlatan Milan Kundera ve tabii ki komünist rejime muhalefetin önderlerinden, 1990’da Cumhurbaşkanı seçilen yazar Vaclav Havel. Devrim ertesinde Brüksel Üniversitesi’ni ziyaret ettiğinde Havel ile mülakat fırsatım olmuştu:
– Bundan sonraki hedefiniz nedir?
– Geri dönüyoruz, rehinelik bitti, yakında Avrupa Topluluğu üyesi olacağız’
– Çok zor değil mi yapmanız gereken reformlar, aşmanız gereken mesafe?
– Ne gerekiyorsa yapacağız. İstersek başarırız. İstiyoruz.
–  Siz geri döneceğiniz Avrupa’ya ne getireceksiniz?
– Özgürlüğün değerini çok iyi biliyoruz. Demokrasinin de. Avrupa bunları daha iyi hatırlamalı ve geliştirmeli.

Bu sayede, o dönemde yayımlanacak ilk bilimsel makalemin sonuç bölümü için de bir fikir almış oldum: “…demokrasi kavramına siyasal ülkü olarak sıkıca bağlanırken, günümüzün bilinen demokrasi şeklinin insan onuru ve özgürlüğünü güvence altına almak için yeterli olduğu hayaline kapılmak, en azından kısa görüşlülük olur” (Vaclav Havel, “Güçsüzlerin Gücü”, Prag, 1985)

Prag Baharı
Havel dünya televizyonlarından naklen yayınlanan ‘kadife devrim’ sırasında Wenceslas Meydanı’ndaki balkona çıktığında yanında tarihin içinden süzülen bir figür daha belirmişti, halkın coşkulu alkışları altında: Alexander Dubçek. Komünist Parti Genel Sekreteri iken başlattığı ‘güler yüzlü sosyalizm’ deneyimi 1968’de diğer Varşova Paktı ülkeleri ordularının müdahalesiyle son bulan lider. ‘Prag Baharı’ bir ağustos sıcağında tasfiye olurken, geride Batı demokrasisi tarihine bir çok iz bıraktı:
-Baskı rejimlerine direnişin simgesi haline gelen, işgalci tankların şiddetine karşı halk tepkisi görüntüleri.
-Avrupa’da komünist hareketin Euro-Komünizm ve Sovyetçi olarak ikiye ayrılması.
– Türkiye’de yükseliş evresindeki Türkiye İşçi Parti’sinin Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran grupları arasında bölünüşü.
– Fransa’da Mayıs 68 ve diğer gençlik hareketlerine uzanan geniş etki dalgaları.
-Soğuk savaşın kutuplaşmasını aşmak için Almanya’da Wily Brandt’ın ‘ostpolitik’ stratejisi, Batı ve Doğu blokları arasında işbirliği kanallarını geliştirmeyi hedefleyen 1975 Helsinki Nihai Senedi ile AGİT’in temellerinin atılması.
-Pekin 1978 ve 1997’de olduğu gibi siyasal baskıya karşı toplumsal tepki hareketlerinin esin kaynaklığı.
– Mihail Gorbaçev: ‘Sovyetler Birliği’nde ‘glasnost’ ve ‘perestroika’ ile başlayan siyasal ve ekonomik değişim Dubçek’in güler yüzlü sosyalizm deneyimine çok şey borçludur’.
– Vaclav Havel: ‘Prag Baharı tanklarla ezildi fakat sonuçta Helsinki Nihai Senedi ile başlayan süreçte, Doğu Bloku ülkelerindeki muhalefet hareketimiz nefes alabildi, gelişti’.
-Alexander Dubçek: ‘Çiçekleri ezebilirler, fakat baharın tekrar gelişini durduramazlar’.
Dubçek 1990’da onur doktorluğu payesi almak için Çekoslovakya’nın Meclis Başkanı olarak Brüksel’e geldiğinde tarihsel belgesel seyreder gibiydik. Dar yakalı dört düğmeli ceketi ile yirmi yıl önceki görüntülerdeki insan. Sakin ve alçakgönüllü. Güler yüzlü.
Dubçek işgal sonrasında 1968’de önce Moskova’ya götürülmüş, sonra kısa bir süre Ankara’da büyükelçilik yapmış, birkaç ay sonra da Çekoslovakya bahçe ve orman idaresindeki görevine atanmıştı. Sohbetimizde hoş anılar aktardı ve Türkiye’ye selam gönderdi, 20. yüzyılın deneyim ve bilgelik birikimiyle:
-“Yirmi yıl boyunca Ankara’daki kısa büyükelçilik dönemimi hiç unutmadım. Son özgürlük havamı Türkiye’de solumuş, son özgür insanları orada görmüştüm. Sokakta oynayan ve beni görünce uzaktan el sallayan çocuklar oldu hep aklımda. Siz de, biz de demokrasinin değerini iyi biliyoruz. Artık ülkelerimiz yeni Avrupa’da buluşmalı”.

Çeklerden AB Desteği
Bugün, 21. yüzyılda, Türkiye hâlâ Avrupa Birliği yolunda. Çek Cumhuriyeti ise 2009’un ilk altı ayında AB Dönem Başkanı. Bir önceki yıl Başbakan Mirek Topolanek ile görüşmelerimizde ülkesinin Türkiye’nin AB üyeliğine desteğini açılarken, aynı zamanda belli bir Avrupa vizyonunu da vurguluyordu: dünya rekabet ortamında geniş, dinamik ve bazı büyük ülkelerin baskısına dayalı olmayan bir Avrupa Birliği. Çeklerin özgürlük ve demokrasi anlayışları, Türkiye’nin AB üyeliği hakkında akılcı ve pragmatik bir desteğe dönüşüyor. Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus ise liberal Çek siyasal geleneğinde daha da uçlara giderek AB’yi kökten sorgulayan bir politikacı.
Şubat sonunda, Prag’ı son ziyaretimizde uluslararası ekonomik krizin teğet geçeceği beklentileri boş çıkmış bir ülke bulduk karşımızda. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, Ümit Boyner, Volkan Vural, Soli Özel ve geziyi izleyen Cengiz Çandar ile birlikte hükümet ve iş dünyası ile görüşmeler yaptık. AB ile yeni müzakere başlıklarının açılabilmesinin koşulları, enerji, Nabucco, Kıbrıs gibi konularda ayrıntılara girmek mümkün oldu. Fakat AB konusu ile sınırlı kalamayacak bir küresel ortamda olduğumuz da barizdi. AB süreci ile kriz arasındaki etkileşim her AB odaklı girişimde kaçınılmaz bir boyut artık. Bu açılardan bakınca, Prag gezisi yoldaş bir ülkeye yapılan ziyarete dönüştü büyük ölçüde.
Çek Cumhuriyeti ve Türkiye arasındaki ilişkiler son derece olumlu eğilimler içinde. Prag büyükelçimiz Koray Targay Türkiye’nin hem jeostratejik, hem de ekonomik açıdan Avrupa’da yer almasının bir Çek ulusal politikası olduğuna işaret ediyor. Ticaret hacmimiz son yıllarda ikiye katlanarak 2 milyar dolara doğru bir evrim içinde. Türkiye’nin ticaret fazlası olduğu nadir Avrupa ülkelerinden biri Çek Cumhuriyeti. Ticaret Müşavirimiz Fuat Kasımcan ekonomik ilişkilerde karşılıklı yatırımların da artışta olduğuna dikkat çekiyor. İlaç, turizm, enerji, mücevher, mobilya ve altyapı yatırımları gibi alanlarda önemli bir Türk-Çek ortak özel sektörü oluşmakta.

Krizin Etkileri
Bugün artık demirperdesiz bir Avrupa var. Fakat tarihin cilvesi olarak, küresel ekonomik kriz ‘demirperde’ kavramını tekrardan gündeme taşıdı. Macaristan AB’nin Orta ve Doğu Avrupalı üyeleri için 190 milyar avroluk bir mali destek paketi talep ediyor. Bu arada Paris daha fazla kamu harcaması ile ekonomileri canlandırmak isterken, Berlin bütçe disiplininden ödün vermeye yanaşmıyor. Sarkozy’nin AB’nin ekonomik istikrar paktının ihlali eğilimlerini Merkel uygunsuz buluyor. Fransa arkasında İspanya, Portekiz, İtalya, İrlanda ve Yunanistan’ın desteği ile hareket ediyor.
Merkel’i İsveç, Finlandiya, Danimarka, Hollanda, Lüksembourg gibi bütçe açığı denetim altındaki ülkeler izlemekte. Eski Orta ve Doğu Avrupa ise bu sefer aynı gemide değil. Macaristan, Bulgaristan ve Romanya Fransa ile benzer çizgide. Polonya ve dönem başkanı Çek Cumhuriyeti ise yardımı ve ‘demir perde’ söylemini gereksiz görmekte. Slovakya ve Slovenya da Euro bölgesi ülkeleri olarak sıkı durmaya çalışmakta. Bu sefer ‘demir perde’ daha ziyade Kuzey-Güney ekseninde Avrupa’ya çökmekte. Tabii bu yalnızca ekonomik ve şimdilik demirden ziyade kalın kadife bir perde. Kafka’nın romanına konu olan Şato’ya çıkan yokuştaki Neruduva caddesinde kemerli tavanları ile şirin bir çayhane var.
Forman’ın ‘Amadeus’ filmi için kullandığı mekanlardan. Aklıma eski Prag anıları geliyor. 1985 ve 1986 yazları. Üniversite öğrencisi merakıyla keşfedilmeye çalışılmış ışıksız kent. Kirli binaların altında kalmış rönesans, barok, art-nouveau, art-deco cepheler, ıssız avlular, savaş sonrasının beton bina koruları. Kıyafetlerinden, ciltleri ve gözlerine grilik egemen olan kederli, şüpheci fakat eğitim ve kültür düzeyi yüksek insanlar. Şimdi ise dışarıda cıvıl cıvıl ve melankolik atmosferlerin sentezi bir Prag var. Ekonomik kriz karşısında vakur kalmaya çalışan bir özgürlükçü ülke. Altyapısı, hizmet sektörü ve uluslararası markası ile bir Avrupa başkenti. AB dönem başkanlığı vesilesiyle her tarafta mavi zemin üzerinde sarı yıldızlı bayraklar. Nereden nereye!