BRÜKSEL – Küresel düzenin yenilenme hızı arttı. Bir-iki yıl içinde önemli evrimlerin belirginleştiği bir uluslararası ortam şekilleniyor:
1. Ekonomik krizden çıkış başlayacak. ABD emlak piyasası, Avrupa’da tüketim, borsalar gibi bir çok gösterge bu yönde olacak.
2. Yıl sonunda Kopenhag’da Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı var. Temiz enerji devrimine geçiş somutlaşacak.
3. Uluslararası mali düzen güçlenecek. IMF’deki Özel Çekim Hakkı ile
desteklenen yeni bir para sistemi oluşacak. ABD Doları endeksli eski sistem sürecek fakat değişecek, çeşitlenecek.
4. Bilgi ve iletişim teknolojileri, nanoteknoloji ve bioteknoloji alanlarında yeni ürünler ve atılımlar çoğalacak. Krizden bilgi toplumu ve insan sermayesi sayesinde çıkılacak. Tüketim toplumu çağa uyacak.
5. Dünya Ticaret Örgütü nezdindeki Doha görüşmeleri sonuçlanacak. Uluslararası ticaret daha da serbestleşecek.
6. Avrupa Birliği kendi içinde yenilenecek. Lizbon Antlaşması ile kurumsal kimliği pekişecek. Yeni ve daha yetkili bir Avrupa Parlamentosu, Başkanlık sistemi ve AB Komisyonu görev alacak.
7. ABD ile Avrupa Birliği arasında Transatlantik Ekonomik Alan amaçlı mevcut kurumsal işbirliği derinleşecek.
8. G20 mekanizması iyice güçlenirken, farklı G8, G3, G2 kümeleri de filizlenecek. Birleşmiş Milletler’in henüz üstlenmeye çok çok uzak olduğu ‘küresel hükümet’ boşluğunda Washington-Brüksel-Moskova-Tokyo ve Washington-Pekin gibi eksenler devreye girecek.
9. Uluslararası çatışma alanlarında çözüm süreçleri baskın çıkacak. Ortadoğu, Afganistan, Kore, Batı Afrika gibi bölgelerde BM Güvenlik Konseyi ile G20 türü mekanizmalar eşzamanlı etkili olacak. ABD’nin küresel önderliği mutlak egemenlik araçları ve ihtirasından arınmış olarak devam edecek.
10. Bugünden öngörülemeyen bir çok gelişme de bu genel eğilimlere yön verecek.

‘Ayinesi iştir kişinin…’
Son bir hafta içinde G20, NATO, AB-ABD ve Türkiye-ABD zirvelerinde bu konular değişik derecelerde etkili oldu. Bu süreçte Türkiye’nin de dünya ve Avrupa’da oynadığı rolün önemi arttı. Hükümet bir çok açıdan bu durumu başarıyla değerlendirdi. Artık yeni bir siyasal ve ekonomik enerjiye gerek var. Özellikle AB sürecinde zaman kaybı durmalı. Aksi takdirde stratejik bir boşluk ortaya çıkıyor. Bu sayede hala Sarkozy ve Merkel gibi bazı AB liderleri Türkiye konusunu iç siyasetlerinin dar çıkar kalıplarına hapsedebilmekteler. Bu duruma hem içeride, hem de dışarıda ‘yeter’ demek gerekiyor.
Bu çerçevede, temel küresel eğilimler Türkiye açısından birçok soruyu gündeme getirmekte:
1. Neden bu konular Türkiye’nin gündeminde yeterince yok? Türkiye başka bir gezegende, başka bir yıldızın etrafında mı dönüyor?
2. ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyaretinin bilançosu olumlu. Türkiye’nin Batı dünyasındaki jeostratejik önem sahibi laik bir demokrasi konumu iyi vurgulandı. Medeniyetler Buluşması da hoş sedalar bırakabilen bir girişim. Irak, güvenlik, terörle mücadele gibi çok önemli konularda, gayet önemli ilerlemeler sağlandı. En önemlisi, Washington-Ankara eksenindeki son yılların frekans bozuklukları ve yörünge sapmaları büyük ölçüde düzeldi. Fakat küresel gündemin bir çok öncelikli konusu geri planda kaldı. Ekonomi, enerji, ekoloji … Obama yönetiminin Washington’daki asıl gündemi bunlar. Londra, Paris, Brüksel, Berlin, Pekin’deki esas gündemi de bu konular. Ankara nerede? Bir koordinat sorunu mu var? Hangi zaman-mekân düzleminde bocalıyor?
3. Neden bu temel küresel eğilimlerden neredeyse kopuk bir Avrupa süreci yaşıyoruz? Aday ülke ile kapısı çalınan AB bir sanal âlem oyunu mu içindeler?
Türkiye’nin önünde 2014-2015’te üyeliğe uzanabileceği bir AB yol haritası var. İnişli çıkışlı, bol engelli fakat ilerlemesi olası ve hayırlı bir yol. Dünya siyasetindeki son gelişmeler, küresel ekonomik kriz, enerji jeopolitiği ve yeniden şekillenen uluslararası düzen Türkiye için yeni bir AB perspektifi oluşturmakta.

Güçlü bir dünya ve AB ülkesi için

1. DEVLET REFORMU
Eğer Türk devlet yapısının geçmişte bir noktada (örneğin 1965 veya 1985’te, farketmez) esas olarak çağına uygun verimli bir sistem olduğunu kabul edersek, bugün, 2009’da vahim bir durum var demektir. Türk toplumu ve dünya kökten değişti, devlet sistemi pek değişmedi, zaman aşımına uğradı.
Bu nedenle, kamu personel rejimi, yeni teknolojiler, bilginin kurumlar arasında yatay paylaşımı, sivil toplumla işbirliği, vatandaşa hizmetkârlık ve AB mevzuatına uyum odaklı bir devlet reformu hızla sonuçlandırılmalı.

2. İNSAN SERMAYESİ
Türkiye’nin insan kaynakları iyi değerlendirilmeli. Ülke içinde ve dışında finans, AB hukuku, bilgi teknolojileri gibi farklı alanlarda iyi yetişmiş birçok uzman, akademisyen, özel sektör yöneticisi ve uluslararası kurum çalışanı var. Başbakan’dan bürokrasiye, tüm devlet sistemi içinde stratejik çalışma geleneği güçlenmeli. ABD, Fransa, Avusturya gibi ülkelerde olduğu üzere, hükümette bakan olmakla milletvekilliği arasında bir bağ aranmayabilinir. Çok daha geniş bir insan sermayesine dayalı hükümet ve üst düzey bürokrasi oluşabilir. Ayrıca artık “Türk kadınını dışlayan devlet” zafiyetinden kurtulmalı.
Diğer yandan, topluma AB süreci artıları ve eksileriyle iyi anlatılmalı. AB üyeliğinin dünyanın diğer bölgeleriyle olan ilişkilerimize katkısı, toplumsal kalkınma boyutu, partiler üstü ulusal çıkar niteliği bu iletişimin ana hatları. Uygulamada başarı ise, ancak uzman iletişimcilere görev veren bir çağdaş anlayışla olası.
Avrupa’yı iyi anlayan bir Türk toplumu AB üyeliğine giden yolun en önemli itici gücü olur. Özellikle gençlik bu noktada belirleyici etken. Bilgiye ulaşma, sorgulama ve kullanma yeteneğinden, İngilizce bilgisinden, ülkesi ve dünya hakkında temel genel kültürden ve okul dışı sosyal etkinlik olanaklarından yoksun bir gençlik ile hiçbir ülke AB üyesi olmaz; küresel düzende ikinci, üçüncü sınıf bir oyuncu olur.

3. MÜZAKERE STRATEJİSİ
Önce olmak istediğimiz gibi olmalıyız. Özgürlükler, yargı reformu, temiz hava, gıda, güvenli ulaşım, sosyal haklar gibi ‘AB koşulları’ da denen reform dosyaları her şeyden önce bir çağdaş ülke ve refah toplumunun temel özellikleridir. Ulusal çıkar, uluslararası saygınlık ve küresel güç kaynaklarıdır. Örneğin Kıbrıs’da müzakere tutumumuz daha saygın bir demokrasi olarak güçlenir.
Müzakere stratejimiz belirlenirken, AB’nin bugünü değil yarınına uyum sağlamak hedefi iyi anlaşılmalı. AB içinde bugün sorun yaratan veya işlevsiz hale gelmiş birçok mevzuat var. Bizzat AB Komisyonu ‘Daha İyi Düzenlemeler’ başlığı altında mevzuatı yalınlaştırıyor. Bu eğilimleri iyi anlayarak, Türkiye’yi küresel ekonomik rekabet gücünü zedelemeyecek bir dönüşüm içinde AB hedefine doğru ilerletmek gerekiyor.
Yalnızca kurumsal boyut yetmez.
Türkiye kapsamlı bir toplumsal kalkınma reformları devinimi içinde olmalı:
eğitim, iş piyasası, kayıt dışı ekonomi, bilgi toplumu, enerji kaynakları, bölgesel kalkınma, kadın hakları, tarım…
Ayrıca temel amaç artık AB ile ikili ilişkiler mantığını aşmak olmalı. Küresel düzene ve Avrupa’nın geleceğine yön veren temel eğilimler neler ise, Türkiye Avrupa içinde bu konulara yönelik tartışmalarda rol sahibi olabilir.
Diğer taraftan, siyasal rekabet her demokrasinin enerji kaynağıdır. Ekonomi, AB, güvenlik, eğitim, sağlık, çevre … Siyasal partiler hangi politikaları, hangi kaynaklar, kadrolar ve takvimle, hangi ölçülebilir hedefler için öneriyorlar?
Bu dönüşümleri başarmakta olan bir Türkiye AB içindeki karşıt lobiler, saplantılı siyasetçiler ve evhamlı kamuoyu gibi engelleri aşar, yoluna devam eder. Aynı zamanda ancak bu yönde ilerleyen bir Türkiye önce kendi AB üyeliği tarihini belirleyecek ve AB’ye kabul ettirecektir. Bundan önceki aday ülkeler de böyle yaptı.

4. ULUSLARARASI İLETİŞİM
Dış iletişim artık her çağdaş ülke için çok önemli bir siyasal ve ekonomik güç aracı. Türkiye için ayrıca AB yolunda kaçınılmaz bir boyut. Fakat Türkiye çoğu zaman iletişim sorununu sorun kabul etme aşamasında tıkanıyor. Halbuki, sanıldığından daha küçük olanaklarla, ulusal çıkar için getirisi yüksek atılımlar olası. Örneğin Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın son Avrupa başkenti ziyaretleri ve ABD Başkanı’nın Türkiye gezisinde dünyanın önde gelen medya, ekonomi ve siyaset çevreleri aynı ortamlarda buluştular. Tanıtım şirketlerine engin bütçeler verilse elde edilemeyecek bir fırsat. Fakat Türkiye bu çevrelere iyi hazırlanmış dosyalar ve görsel malzemeler ulaştıramadı, iletişim ağlarını yeterince geliştiremedi. Peki kim sorumlusu? Bu kaynakları etkin kullanamamanın hesabını kim verecek Türk halkına, vergi mükelleflerine, seçmenlere? Yanıt yok. Çünkü henüz, 21. yüzyılda, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası iletişimden sorumlu etkin bir birimi yok.

5. TÜRKİYE’NİN AB’YE KOŞULLARI
Avrupa ve dünya önümüzdeki dönemde önemli değişimler yaşayacak. Türkiye de daha güçlü bir demokrasi, ekonomi ve toplum olma yolunda ilerleyecek. Bu yükselişi başarırken, bizim de üyelik için AB’den beklentilerimiz iyi vurgulanmalı.
En az dört alanda AB’ye koşullarımız olmalı: küresel ekonomik rekabet gücü, kurumsal etkinlik, siyasal bütünlük ve demokratik saygınlık.
Bu sonuncu koşul, aşırı uçlardaki içine kapanmacı siyasal söylemlerin ve Türkiye karşıtlığının merkez sağ ve soldaki bazı siyasal çevrelerce benimsenmediği bir AB gerektirir. Kendi evrimini başarabilen bir Türkiye ancak böyle bir AB’nin üyesi olmayı kabul edebilir. Ancak böyle bir AB Türkiye’ye karşı çekim gücünü devam ettirebilir. Çünkü, ancak böyle bir AB 21. yüzyılda önemli bir ekonomik ve siyasal aktör konumunu sürdürebilir.