BRÜKSEL – Eski bir alışkanlık. Yaklaşık yirmi yıldır International Herald Tribune gazetesine abonelik. Sabah 7.00 sularında posta kutusuna düşen gazete ile güne başlamak; geçen gün olduğu gibi (28 Ekim 2009). Sabah mahmurluğunda gazeteye yan gözle ilk bakışlar. Birinci sayfadaki büyük fotoğrafın son zamanlarda şaşırtıcı olmayan görüntüleri. Aşırı dinci bir gösterinin öfkeli kadın görüntüleri, pankartlar, yeşil siyah, kırmızılı bayraklar… Orta Doğu hakkında bir mevzu herhalde. Sonra kahvaltıda gazeteye daha iyi uyanmış olarak bakan gözlerin şaşkınlığı. Bu manşet İran, Irak veya Gazze’den değil: “Dikkatli gözler Doğu’ya dönmekte gözüken Türkiye’nin üzerinde.” Dikkatli, şaşkın ve uyanan gözler.
Gün içinde dünyanın dört bir yanından telefon ve e-posta geliyor. Son zamanlarda veya aynı sabah Türkiye hakkında okuduklarından kaygı duymuşlar, soruyorlar:

Türkiye’de neler oluyor?

Nereden baktığınıza bağlı.
Türkiye ile ilgili uluslararası çevrelerde bu soruya değişik yanıtlar veriliyor. Kim bu çevreler? Siyasetçiler, bürokratlar, iş dünyası, basın, akademik kurumlar, sivil toplum kuruluşları, sanatçılar, gezginler…
Kimi doğrudan Türkiye ile ilgili, kiminin ilgili olduğu alanlarda bir Türkiye boyutu var. Kimi siyaset üretiyor, kimi dosya takip ediyor, bazıları araştırma yapıyor, bazıları yatırım planlıyor, mal alıyor veya satıyor, proje yürütüyor, seyahate çıkıyor, sempati besliyor veya karşıt lobi yapıyor…

Anlaması zor fakat çekici ülke

Dünyada Türkiye’yi farklı yoğunlukta takip eden ve Türkiye’deki gelişmelerden farklı derecelerde etkilenen birçok kişi ve kurum var. Bunların bilgi ve etkilenme kaynakları muhtelif: uluslararası medya, Türkiye’den yayın yapan İngilizce gazeteler, internet, kurum içi iletişim, özel araştırma raporları, kurumsal bağlar, kişisel temaslar, dostluklar, konferanslar, sosyal etkinlikler, geziler…
Kimi başkentlerde Türkiye konusunda gözler daha dikkatli ve uyanık. Bunların başında Brüksel, Washington DC, Berlin, Londra, Paris ve Moskova geliyor. Komşu ülkeler de aynı çemberde: Atina, Bakû, Şam, Tahran, Bağdat, Sofya, Erivan, Nikosia. Ayrıca Roma, Madrid, Stockholm, Bükreş gibi AB başkentlerinden, Kiev, Tiflis, İslamabat, Kahire, Beyrut, Amman, Riyad, Kudüs, Pekin ve Tokyo’ya uzanan değişik ilgi dalgaları var.
Sonuçta her yerde herkes soruyor:

* Türkiye Batı’dan kopuyor mu?

* Doğu’ya mı sürükleniyor?

* Demokrasisi sarsılıyor mu?

* Demokrasisi güçleniyor mu?

* Ergenekon nedir?

* Ergenekon ne değildir?

* Kim toplumsal baskı altında?

* Dindarlar mı? Laikler mi? Kürtler mi? Aleviler mi? Dinsel azınlıklar mı?

* Kadınlar mı? Gençler mi?

* Kim siyasal baskı altında?

* Sivil irade mi? Muhalif çevreler mi? Medya mı?

* Laik yaşam tarzı mı?

* Türban takan kadınlar mı?

* Tarikat çemberi dışındakiler mi?

* Dinsel, etnik, cinsel ayrımcılık artıyor mu?

* Türkiye girişimciliğin, yaratıcılığın yeni bir merkezi mi?

* Türkiye dogmaların baskısında geriliyor mu?

* Türkiye AB sürecinde ilerliyor mu?

* Tökezliyor mu?

* Ekonomik gücü yükselişte mi?

* Yoksa zorda mı?

* Türkiye’yi kaybediyor muyuz?

* Türkiye hala kendini mi arıyor?

* Nerede arıyor?

* Türkiye’de neler oluyor?

Aydınlık geleceğin bulutları

Her ülkenin iç dinamikleri dışarıdan bulanık gözükür. Anlaması kolay değildir. Her ülkenin kendi içinde de kafalar karışık olur, görüş ayrılıkları çok seslilikle yumaklaşır. Türkiye yine de “Dışarıdan Bakınca Anlaması Zor Ülkeler Sıralaması”nda en önlerde gelir.
Buna eklemek gereken bazı önemli etkenler var: Doğu-Batı, Kuzey-Güney, demokrasi-derin devlet, tarikatçılık-laiklik, ulus devlet-etnik siyaset ve cinsel özgürlük-cinsel tabular gibi jeo-strateji ve siyaset sosyolojisi eksenlerinde Türkiye çarpıcı karşıtlıklar içeren bir ülke. AB ile müzakere sürecinde, tam üyelik hedefi var. Enerji kavşağı konumunda. G20 üyesi. Avrupa’nın en yakınındaki, en hızlı büyüme gücüne sahip ekonomi. Tarihi, doğası, sanayisi, tarımı, gastronomisi, insan sermayesi zengin bir ülke. Teknolojiden, sanata, kadının iş yaşamındaki rolünden, akademik çalışmalara her alanda dünya çapında en iyilere sahip, fakat her alanda ortalamaları düşük bir ülke. İster istemez ilgi çekiyor.
International Herald Tribune’deki söz konusu makaleye benzeyen değerlendirmeler son zamanlarda dünya medyasında çoğaldı. Televizyonlarda, dergilerde ve internette de benzer kaygılar yansıtan sorular artışta. Aslında Türkiye’nin dış politikasında İran’a, Suriye’ye, Rusya’ya daha fazla önem vermesi, ilişkileri derinleştirmesi son derece doğal. Bunu kendi başına bir AB’den veya Batı’dan kopuş olarak değerlendirmek abartılı.

Üstelik tüm Avrupa ülkeleri için geçerli olan denklem Türkiye için de önemli:

* Ne kadar komşular ve dünyanın diğer ülkeleri ile iyi ilişkiler içinde olunursa, o kadar Avrupa’da güçlü olunur.

Tam tersi de doğru:

* Ne kadar etkin bir AB üyesi olunur veya AB’ye üyelik sürecinde tutarlılıkla ilerlenirse, o kadar komşular ve dünyanın diğer ülkeleri ile ilişkilerde güçlü olunur.

Algılama ve gerçek
Fakat tablo daha karışık. Algılama önemli. Medya, marka, imaj, pazarlama, iletişim çağındayız. Türkiye uluslararası kamuoyu tarafından yeterince istikrarlı algılanmıyor. Dünyada yükselen bir ülke olmak için gerekli olan asgari siyasal uzlaşma, toplumsal kalkınma seferberliği, demokratik saygınlık, ulusal özgüven ve çağdaş iletişim anlayışı yansımıyor Ankara’dan yeryüzüne. Algılamanın ötesinde de sorunlar var. Dogmalar, baskılar, yalpalamalar, kutuplaşmalar…
Yeni enerji teknolojileri devrimi için zamana karşı yarış çağında, zaman ve enerji kaybı içinde bir ülke olmamalı. Bu kadar önemli potansiyel sahibi bir ülkeye sahibiz. Değerini daha da iyi bilmek, değerlendirmek olası. Yalnızca son birkaç haftada sunum yapmak üzere bir dizi konferansa katılınca bile, bu gerçek üzerindeki genel uzlaşı ortaya çıktı. Her biri farklı konu, katılımcı ve ortamlarda etkinlikler. Her birinde farklı yönlerden beliren ve belirginleşen bir güçlü Türkiye perspektifi:

* Türkiye yatırım ve iş zirveleri, Paris, Londra, Brüksel ve Lüksemburg

* Avrupa-Amerika Derneği

* AB Komisyonu sosyal politikalar toplantısı

* Avrupa-Çin araştırmaları toplantısı

* AB işleri için üst düzey yönetici hazırlayan Avrupa Koleji konferansı

* Avrupa Özel Sektör Konfederasyonu (BUSINESSEUROPE)

* İstanbul Boğaziçi Konferansı (AB Komisyonu, British Council ve TESEV)

* Harp Akademileri konferansı

* Enerji politikaları konferansı, Galatasaray Üniversitesi

* Bilişim ve Telekom Sektörü Konferansı, Brüksel

* Boğaziçi Enstitüsü kuruluş toplantısı (merkezi Paris’te olan bu kurum her eğilimden önde gelen Fransız siyasetçiler, iş dünyası liderleri, üst düzey medya temsilcileri ve akademisyenlerin katılımıyla İstanbul’da ilk toplantısını yaptı. Sonuç: Fransa’nın Türkiye’yi Avrupa’da destekleyen bir politikaya geri dönmesi için çalışmak. Son yılların gerek katılım düzeyi, gerekse içerik açısından en önemli siyasal lobi ve iletişim girişimi söz konusu: www.institut-bosphore.org).
Ayrıca Eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Ahtisaari öncülüğündeki Bağımsız Komisyon’un son Türkiye raporunu açıkladığı konferans, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Brüksel’deki toplantısı, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Brüksel konferansı gibi görüş alışverişi olanakları, uluslararası iş dünyası, Avrupalı parlamenterler ve AB yetkilileri ile görüşmeler, France 24, Euronews ve TRT’de televizyon mülakatları…
Tüm bu birbirinden farklı etkinleriden edinilen ortak izlenim son derece berrak: Türkiye gerçekten 21. yüzyılın en başarılı yükselen ülkesi olabilir. Sadece bu ülkelerden biri değil. Bunların en başında gelen ülke olabilir. Çünkü bu yükselişin demokrasi, ekonomi ve toplumsal kalkınma boyutlarını en iyi sinerji içinde geliştirebilecek ülke Türkiye. Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Ukrayna… Hepsinin çok önemli artıları var. Fakat Türkiye genel bilançosu ve AB üyeliği hedefi ile hepsinden ileride bir başarı vakası olabilir.
AB süreci, demokratik açılımlar ve ekonomik büyüme politikaları da bu evrimin önemli temel direkleri.
Fakat siyasal ve toplumsal ortamda korku, baskı, dogma, suçlama, paranoya, sulta, kasıntı, yolsuzluk ve bilgi saptırma gibi aslında her ülkede olabilecek olumsuz enerji kaynağı eğilimlerin serpilmemesi, yayılmaması koşuluyla. Eşzamanlı olarak, dünya gündemi ile daha iyi bütünleşmiş bir Türkiye gerekiyor. Tabii ki iç gündem her ülkede öncelikli. Fakat iklim değişikliği, enerji piyasaları, yeni teknolojiler, finansal araçlarda yenilikçilik, Çin ve diğer yükslen ekonomiler, Transatlantik ilişkiler, AB’de kurumsal reform, Dünya Ticaret Örgütü müzakereleri ve eğitim odaklı rekabet politikaları gibi birçok alanda uluslararası gündem ile ulusal gündemler kesişmekte.
Artık Türkiye’de de iç siyasetleri tartışıyorken, bir ulusal çıkar meselesi olarak daha fazla sormak gereken bir soru var:

* Dünya’da neler oluyor?