Hükmetme duygu ve tutkusu insanın doğasından kaynaklanıyor olsa da, etki ve sonuçları sadece onunla sınırlı kalmıyor. Yani hükmetme duygu ve tutkusuna sahip olan, istisnai haller bir tarafa, genel olarak bir değişim ya da dönüşüm yaşamaya başlıyor. Bu değişim veya dönüşümü kolay kolay farketmek mümkün değildir. Çünkü hükmetme duygu ve tutkusu her türden aracı, her şart ve ortamda kullanabilmeyi meşruiyet kalıbına dökme yeteneğine dönüştürmeyi de sağlıyor. Bir başka ifadeyle hükmetme duygu ve tutkusu insanın doğasında potansiyel olarak dururken, kullanabileceği araca kavuştuğunda, o aracı adeta kendi mahiyetine katıyor ve mutlaklaşıyor. Şartlar ve ortam artık onun açısından değerlendirilir bir anlama bürünüyor.
Açık ifadesiyle ne ahlâk kuralları, ne hukuk normları ve ne de inanç değerleri kendi bağlamlarında bir anlama sahip olarak değil, bu hükmetme duygu ve tutkusunun akışı doğrultusundan kullanılabilir birer araca dönüşebiliyor. Onun için hükmetme duygu ve tutkusu, başta denetim altına alınmazsa, her türlü zorba iktidarın tecessüm ederek ortaya çıkmasında kaynak olabiliyor. Siyasi iktidarın sınırlandırılması, ahlâkî, hukukî, dinî bir takım kural ve inanç değerleriyle dengelenmesi gereği, hem hükmetme duygu ve tutkusuna sahip olanın, hem de onun muhatabı olabilecek birey ve toplumun selameti için hayati derecede önem taşıyor.
Hükmetme duygu ve tutkusunun somutlaşma örneğini çeşitli alanlarda gözlemlemek mümkündür. İnsana özgü birtakım hasletler, bu duygu ve tutkunun denetiminde gerçekleşmeye başladığında, birtakım sorunlara yolaçması da kaçınılmazdır. İnsana özgü bu hasletler kendiliğinden ve kendi bağlamlarında neşvünema bulduklarında, insanın varlığını, niteliklerini, davranışlarını, ilişkilerini, hayatını ve kişiliğini olumlu şekilde etkileyip aydınlatabilir. Bir örnek üzerinde akıl yürütelim.
Anne sevgisi, bilindiği üzere, ona özgü bir kişilik ve ruh halidir. Doğaldır, içtendir, hiç bir karşılığı beklemeden tezahür eder. Sevginin öznesi olan çocuk, ruhen ve bedenen sağlıklı bir gelişim gösterir. Anne sevgisini yeterince tatmamış bir kimsenin hayatında, kişiliğinde ve ilişkilerinde yaşadığı sürece devam eden bir eksiklik, doyumsuzluk derinlerde devinip durur. Başka hiç bir sevgi, anne sevgisinin yerine ikame edilemez.
Ne var ki anne sevgisi, bir başka açıdan hükmetme duygu ve tutkusuna da farkında olunmaksızın dönüşebilir. Gelin-kaynana ilişkisi, bilindiği üzere vakay-i adiye haline gelmiş bir örnektir ama aynı zamanda sevgiyle hükmetme duygu ve tutkusunun yoğun bir şekilde karşı karşıya geldiği, dahası içiçe geçtiği bir durumdur da. Annenin de gelinin de oğul ya da eşe yönelttiği sevgidir ama denge iyi sağlanmadığı takdirde hükmetme duygu ve tutkusu sevgiyi kendine ram ederek bir çeşit iktidar mücadelesine dönüşebilir. İktidar mücadelesinin konusu haline getirilen oğul veya eş koruma altına alınmışcasına takdim edilirken, asıl güdünün gizlenmesine gerekçe oluşturur.O artık bir iktidar mücadelesinin vazgeçilmez alanıdır. Kişiliği, hayatı, ilişkileri ve konumu bu iktidar mücadelesinin akışına göre değerlendirilir. Yani kullanılır. Parçalanmış bir varlıktır, bir kişiliktir o, hayatı da öyle. Anne sevgisine yöneldiğinde olsun, eşe yöneldiğinde olsun, sevginin değil, hükmetme duygu ve tutkusunun adeta tutsağı kılınır. Hükmetme duygu ve tutkusu sevginin içinde dengelenebilirse, oğul ya da eş farklı bir varlık, kişilik olarak hayatına hakim olabilir.
İnsanın ahlâki olgunlaşmada en çetin menzil, durak olarak nitelenen “riyaset” tutkusu, siyaset alanında tezahür eder. “Riyaset” tutkusunu baş olma ya da makam-mevki konumlarıyla sınırlandırmak açıklayıcı olmaz. Hükmetme duygu ve tutkusunun siyaset alanında sınırsız, mutlak ve bölünmez iktidar gücüne olan tutku şeklinde anlamak daha doğrudur.
Öyleyse riyaset tutkusunun serazat, doludizgin, hiç bir önleyici sınır koymadan kullanılması, insandaki hükmetme duygu ve tutkusunun nasıl yıkıcı bir tarzda tezahür edebileceğini dikkatle hesaba katmak durumundayız. Hele riyaset tutkusu ahlâk, hukuk ve inanç alanlarında kural koyucu (vaz-ı kanun) duruma gelmişse, hiç bir kural, ilke, değer ve kurum onu enelleyemez, ancak büyük yıkımlardan sonra engellenmesi mümkün olabilir. Ama insan da, toplum da, kural ve değerler de büyük badireler atlatmaktan kolay kolay kurtulamazlar.
Hükmetme duygu ve tutkusunun tehlikesi ve sinsiliği, diğer insanlarla aynı dili, söylemi kullanması ve aynı eylem ve davranışta bulunmasıdır.