Pazarlama iletişimi alanında ülkemizin önde gelen dergilerinden Marketing Türkiye, 15 Ağustos 2010 tarihli sayısında referandumda siyasi partilerin iletişim stratejilerini masaya yatırdı. Derginin hazırladığı kapsamlı dosyaya Siyasal İletişim Enstitüsü Direktörü Yrd. Doç. Dr. Abdullah Özkan’da konuyla ilgili görüşlerini anlattı. Derginin haber müdürü Ferruh Altun’un sorduğu sorulara, Özkan’ın verdiği cevaplar şöyle:
-Anayasa değişikliği paketiyle ilgili olarak AKP’nin yürüttüğü iletişim stratejisini nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP’nin referanduma ilişkin yürüttüğü siyasal iletişimin güçlü ve zayıf yanları nelerdir sizce? Bir iktidar partisi olarak AKP’nin yürüttüğü iletişimin ikna edici olduğunu düşünüyor musunuz?
-Toplumun siyasal iktidardan beklentisi sivil ve özgür niteliği ağır basan yeni bir anayasa yapmasıydı. Bu toplumsal talep pek çok kez dile getirildi. Siyasal iktidar bu talepler doğrultusunda yeni bir anayasa taslağı hazırlattı ama nedense bunu toplumun görüşüne sunmadı, kamuoyunda tartışılmadı. Kısa süre sonra da zaten taslak rafa kalktı…
Sonra birden bire bugün referanduma sunulan “anayasa değişiklik paketi” gündeme geldi. CHP, MHP ve BDP bu kısmi anayasa değişikliğine Meclis görüşmeleri sırasında destek vermedi. Toplumsal bir sözleşme niteliği taşıyan, toplumun tüm görüşlerinin kendisine yer bulabilmesi gereken anayasa, ülkemizde deyim yerindeyse toplumsal bir gerginliğin, kutuplaşmanın nedeni oldu. Türkiye 12 Eylül Anayasa referandumuna böyle bir atmosferde gidiyor. Siyasal iktidar ile muhalefet arasında yaşanan gerginlik, referandumu “genel seçim” havasına sokuyor.
Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi referanduma genel seçim stratejisi ile hazırlanıyor. AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan yaptığı mitinglerde öncelikle hükümetinin icraatlarını geniş geniş anlatmayı tercih ediyor, halkın doğrudan etkilendiği sağlık, eğitim, ekonomi gibi konulara ağırlık veriyor. AKP, hükümetin halkın gündelik hayatını etkileyen olumlu icraatları ile birlikte Başbakan Erdoğan’ın kişisel karizmasını, kitlelerin ilgisini ve sevgisini, referandumda ikna stratejilerinin önemli bir unsuru olarak kullanıyor. Referandumda iktidarın hazırladığı anayasa değişiklik paketine “evet” oyu verilirse, hükümetin olumlu icraatlarının süreceği mesajı verilmek isteniyor. AKP, iktidarın gücünü referanduma doğrudan yansıtıyor.
Hakkını teslim etmek gerekir ki; AKP Türkiye’de siyasal iletişim teknik ve uygulamalarını en iyi hayata geçiren parti konumunda… Referandumda kullandığı; “Sevdam millet, kararım evet”, “Her evet demokrasiye evet, özgürlüğe davet” ve “Söz sende, en güzeli karar sende” sloganları başarılı. Siyasal iletişimde verilen mesajın hedef kitleyi ikna edebilmesi çok önemli; AKP’nin 26 maddelik anayasa değişikliğini 26 ayrı insan öyküsüyle anlatma çabası, ikna eşiğini yükseltecektir. Ayrıca söylemlerde adalet, özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi toplumsal talebi seslendiren ifadelerin kullanılmasını da ikna edici mesaj stratejileri açısından önemli buluyorum. Müzik ve karikatürü de AKP bu referandum kampanyasında yoğun olarak kullanıyor. Farkındalık oluşturulmasında bunların olumlu etkisi olacaktır.
Bir de 12 Eylül döneminde ülkemizde yaşanan acıların yeniden gündeme getirilmesi, öyle gözüküyor ki, AKP’nin referandum kampanyasında önemli bir yer işgal edecek. Başbakan Erdoğan’ın Meclis’deki parti grup toplantısında 12 Eylül döneminde idam edilen kişilerin ailelerine yazdığı mektupları okurken ağlaması ve bu tablonun kamuoyunda yankı bulması, duygusal temaların referandum kampanyasında daha geniş yer bulacağının işareti sayılabilir. AKP, referandumu 12 Eylül süreciyle bir hesaplaşma imkanı olarak da topluma sunuyor.
Böylece 12 Eylül’den mağdur olmuş kim varsa, hangi partiden olursa olsun, anayasa değişikliğine evet demelerini istiyor. AKP’nin referanduma yönelik siyasal iletişim çalışmaları teknik ve yöntem olarak başarılı olsa da, bu sürecin bir genel seçim havasına dönüştürülmesini yanlış buluyorum. AKP’nin halkın oyuna sunulan anayasa değişikliğinden daha çok kendi hükümetinin icraatlarını gündeme getirmesini, demokratik değerlerle bağdaştıramıyorum. Çünkü halkın özgür iradesine baskı yapıldığı izlenimi ediniyorum. Referandum kampanyası sürecinde halk sadece bilgilendirilmeli ama asla yönlendirilmemelidir.
-Dışarıdan baktığınızda ana muhalefet partisi CHP’nin nasıl bir iletişim stratejisi izlediğini gözlemliyorsunuz? Kullandıkları sloganlar söylemler yeteri ölçüde ikna edici mi?
– CHP’nin Kemal Kılıçdaroğlu ile bir ivme kazandığı gerçek… Kılıçdaroğlu’nu halka daha yakın buluyorum. Malatya’da kayısı bahçesindeki işçilerin sofrasına bağdaş kurup oturması, bulgur pilavına kaşık sallaması ve bunları yaparken de hiçbir yapaylığa, sahteciliğe prim vermemesi artı puan.
Ama CHP’nin referandum kampanyası sürecinde iktidar partisi AKP’nin genel seçim havasını yansıtan söylemlerinden çok etkilendiğini gözlemliyorum. Çünkü CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu parti mitinglerinde “Recep Bey”in hükümetinin yaptığı olumsuz icraatlara fazlasıyla odaklanıyor; anayasa değişikliğine niçin karşı çıktıklarını, halkın niçin “hayır” demesi gerektiğini yeterince anlatmıyor.
Siyasal İletişim teknik ve uygulamaları açısından CHP’nin referanduma yönelik fazlaca bir hazırlık yaptığı söylenemez. “Hayır da hayır vardır” sloganı ile meydanlara inen CHP’nin önümüzdeki günlerde sanal ortamda bir atak yapmasını bekliyorum.
-En sert tutumu sergilediği gözlenen MHP’nin söylemlerini bir iletişimci olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? MHP’nin iletişim çalışmalarında hangi noktalar öne çıkıyor? İkna ediciliği ne düzeyde?
– MHP’nin seçimlerde olduğu gibi referandum sürecinde de kampanyasının odağında genel başkan Devlet Bahçeli var. Bahçeli’nin öfkeli konuşması, sert söylemleri ve kavgacı üslubu, belki parti tabanının hoşuna gidebilir ama böyle bir modelin partili olmayan seçmenler üzerinde etkisi olmaz.
MHP referandum kampanya sürecinde doğrudan iktidarı hedef alıyor, ülkeyi kötü yönettikleri için bu anayasa değişikliğine hayır denmesi gerektiği mesajını veriyor. Ortaya somut proje, çözüm önerisi ve alternatif bakışaçısı koymuyor. “Ülke için bir hayır yeter” sloganını kullanan MHP, toplumun farklı kesimlerini ikna etme hedefinden daha çok kendi tabanına yönelik mesajlar vermeyi tercih ediyor.
-Yürüttüğü iletişim stratejisine baktığınızda BDP’yi referandum tartışmasının neresine konumluyorsunuz?
-BDP bu referandumda ne “evet” ne de “hayır” diyor, “boykot” çağrısı yapıyor. Bu niteliğiyle diğer partilerden ayrılıyor. Sandığa gitmeyen seçmenlerin oranını kendi başarısı olarak göstermeye hazırlanıyor. Başka partilerden bile olsa referandumda oy kullanmak için sandığa gitmemiş tüm kitleyi kendine mal etmeyi hedefliyor. BDP referandum sürecinde sandığa gitmeyen kişilerin sayısını artırmak için etnik kimlik üzerinden mesaj vermeyi amaçlıyor. Daha çok halkla bire bir teması önemsiyor, sivil toplum örgütleri ve yerel medyayı ikna stratejilerinin önemli bir parçası olarak görüyor.
-Sonuç olarak Referandum sürecinde hangi partinin siyasal iletişimini daha ikna edici ve başarılı buluyorsunuz?
-Siyasal iletişim kavramıyla partilerimiz daha yeni yeni tanışıyorlar. Eskiden reklamcıların yaptığı siyasal kampanyalarda artık siyasal iletişim uzmanları da yavaş yavaş söz sahibi olmaya başlıyor. Bu sevindirici bir gelişme; çünkü Milli iradenin tesis edilmesinde, demokrasi kültürünün yerleşmesinde, halkın karar vermesini kolaylaştıracak siyasal bilgiyi edinmesinde, kararını özgürce oluşturabilmesinde siyasal iletişim çok önemli bir role sahip…
Ülkemizde siyasal iletişimin gücünü ve etkisini en erken keşfeden parti AKP. Bunun yararını da aldığı seçim sonuçlarında görüyor. Bu referandum sürecinde de AKP, siyasal iletişim yönetimini en iyi uygulayan parti olarak öne çıkıyor. Ama ben bütün siyasi partilerimizin, siyasal iletişimi keşfetmelerini demokrasimiz ve ülkemizin geleceği açısından önemli buluyorum.
Siyasal iletişimin, Türkiye’nin sorunlarının çözümünde ve geleceğinin inşa edilmesinde söyleyecek çok fazla sözünün olduğuna inanıyorum.