chris andersonTeknoloji ve kültür dergisi Wired’ın editörü Chris Anderson, Alman Der Spiegel dergisine habercilik ve gazetecilik ile ilgili ilginç açıklamalar yaptı. Anderson, geçen yıl yayımladığı Free (Bedava) başlıklı kitapta, internet ortamında üretilen içeriğin niteliğini ve vazgeçilmez olarak ücretsiz sağlanması gereken bu içerikten hangi yollarla para kazanılabileceğini tartışıyordu.

Chris Anderson ile yapılan ilginç söyleşiyi ilginize sunuyoruz:

Der Spiegel: Gazeteciliğin geleceğini konuşarak başlayalım…

Chris Anderson: Rahatsız edici bir söyleşi olacak sanırım. Ben ‘gazetecilik’ sözcüğünü kullanmıyorum.

DS: Peki, gazeteler diyelim o zaman. Hem ABD’de hem tüm dünyada ciddi sıkıntı yaşıyorlar.

CA: Üzgünüm, medya ve haber sözcüklerini de kullanmıyorum. Bu sözcüklerin bir anlamının kaldığını da düşünmüyorum. Bunlar, 20. yüzyıldaki yayıncılığı tanımlayan sözcükler. Bugünse birer engelden başka şey değil. (Otomobilin ilk icat edildiği yıllarda) ilk üretilen otomobillere ‘atsız araba’ denilmesi gibi.

DS: Peki siz hangi sözcükleri önerirsiniz?

CA: Alternatif sözcük de öneremem. Çünkü geçmiş yüzyıldaki sözcüklerin anlamını yitirdiği o tuhaf zamanlardan birini yaşıyoruz. Haberlerin büyük bölümü amatörlerce üretiliyorken, ‘haber’ sözcüğü sizce ne anlama gelir? Haber gazeteden alınan bir şey mi, yoksa bir haber grubundan veya arkadaşlardan mı alınır? Bu sözcükler için tanım bulmakta zorlanıyorum. Wired’da biz bu sözcükleri kullanmayı bıraktık.

DS: Bir dakika… Yurttaş gazeteciliği ve blogcular ’medya’ sözcüğünün anlamını değişikliğe uğratmış olabilir. Ancak geleneksel haber medyası yoksa, onların da ileteceği pek bir şey kalmıyor. Amatörlerin çoğunluğu, nitelikli haber organlarında çıkan haberler hakkında yorum yapıyor ve yayıyor. Mesela siz bu sabah gazete okudunuz mu?

CA: Hayır

DS: Evinizin olduğu yerdeki yerel gazete San Fransisco Times can çekişiyor. Yarın öbür gün kapanırsa…

CA: …Fark etmem bile. Ne kaybetmiş olacağımı bile bilmiyorum.

DS: O zaman haberleri nasıl öğreniyorsunuz?

CA: Bana farklı yollarla geliyor zaten; Twitter’a, e-posta kutuma, RSS okuyucuya, sohbet yoluyla… Haberlere ulaşmak için uğraşmıyorum.

DS: Umrunuzda değil yani.

 CA: Hayır, umurumda tabi ki. Sadece kaynaklarımı seçiyorum, kaynaklarıma güveniyorum.

DS: Önceleri milyarlarca insan klasik medyaya güvenirdi habere erişim açısından.

CA: Dünyada önemli bir şey olmuşsa, bunu mutlaka duyarım. İran’daki protesto gösterilerini, daha gazetelere konu olmazdan önce öğrenmiştik, çünkü Twitter hesabını izlemeye aldığım kişiler bu tip olayları önemser.

DS: The New York Times, CNN, Reuters ve diğer büyük yayınlar en iyi habercilik ürünlerini internette yayımlıyor ve siz bunları okumuyor musunuz?

CA: Anaakım medyadan çok sayıda yazı ve makaleyi elbette okuyorum ama yazı bulmak için doğrudan onların sitelerini sürekli oralara gitmiyorum. Onların linkleri direkt bana geliyor, bugünlerde genel eğilim bu. Her gün daha çok sayıda insan, izleyecekleri haberler için profesyonel filtreler yerine sosyal filtreleri kullanıyor. Televizyon ve gazete haber bültenlerini kendimize göre ayarlıyoruz artık. Bu şekilde de önemli haberleri izlemiş oluyoruz. Bu kötü bir şey değil. Güvendiğim kaynakları filtre olarak kullanıyorum, dolayısıyla aptalca haberler bana ulaşmıyor.

DS: Ancak Twitter’dan gelen 140 karaktere sığdırılmış bilgi, kapsamlı, ayrıntılı, iyi araştırılmış haber, röportaj ve analizlerin yerini tutmaz. Siz de haber medyasının bir üyesisiniz, söyleşiler yapıyor, haber yaratıyorsunuz…

CA: Doğru. Ancak buradaki sorun, geleneksel medyadaki haber yazım şeklinin değersiz hale gelmesi değil. Sorun şimdi bunun ‘azınlık’ haline gelmesi. Bunlar daha önce tekeldi, haber dağıtımının tek mecrasıydı.

DS: Çünkü medya şirketleri baskı sürecini, dağıtımı, televizyon yayın frekanslarını kontrol ediyordu…

CA: Kesinlikle. Şimdiyse haber ve bilgiye erişim için ticari kanallara gitmenize gerek yok, bunu herkes sağlayabiliyor. Bizim yaptığımız habercilik yararlı, ama diğer insanların yaptıkları da eşit derecede yararlı. Bilgi derleme konusunda en önemli veya tek kanal biziz diyemeyiz artık. Bu yüzden tuhaf bir süreç yaşıyoruz işte. Ne yaptığımızı tam olarak anlayabilmek için 10 belki de 20 yılın geçmesi gerekecek.

DS: Yeni formatlara ve internet tabanlı yeni medyaya ilgimiz bu kadar hızlı tırmanıyor olsa bile, nitelikli haberciliğe olan talep daralmıyor, tersine artıyor. Çevrimiçi medya çok büyük bir izleyici kitlesine ulaştı; basılı medyanın neslinin tükeneceği iddia ediliyor; ama tüm bunlara rağmen satışa ve sirkülasyona baktığınızda bir düşüş görülmüyor. Sorun, aslında reklam gelirlerinin düşmesi.

CA: Gazeteler önemli değil. Fiziksel, basılı formun artık işe yaramadığı söylenebilir; Ancak bilgi toplama, analiz etme, ona değer katma ve yayma süreci hala önemli.

DS: Buna ilişkin web-tabanlı iş modeli nerede peki?

CA: Bunu hala arıyoruz. ‘Banner’ şeklindeki ilanlar ilk kez bu ofiste 1995’te icat edildi. Sorunuza ilişkin ilk cevap buydu. Aslında tek bir iş modeli yok; binlercesi var. Her birimiz farklı bir model uygulayabiliriz. Hepimiz para kazanıyoruz ama bu para henüz yetersiz düzeyde; en azından basılı medyada yaratılan gelir kadar değil. Facebook da, Twitter da bunu çözmeye çalışıyor. Bir gün o çözüm noktasına geleceğiz, ama henüz çok erken… Çevrimiçi dünyadan para kazanılmaz değil, sadece maliyetlerimiz çok yüksek.

DS: Ya da belki gelirler az. Reklam verenler çevrimiçi yayınlara, basılı olanlara kıyasla daha az ücret ödüyor. Örneğin wired.com’un izleyici kitlesi, Wired dergisininki kadar çekici gelmiyor mu reklam verene?

CA: Verimlilik meselesi bu. Çevrimiçi okuyucular banner illanlara istendiği kadar ilgi göstermiyor. Basılı edisyondaysa ilanlara bakıyorlar çünkü bu reklamlar yayına daha entegre edilmiş oluyor, daha güzel görünüyor, kocaman, tam sayfa ve muhteşem çekilmiş fotoğraflarla geliyorlar. Bir anlamda derginin içeriğinin bir parçası halindeler. Bu nedenle de wired.com’da her 1000 kişiye ulaşmak için 22 dolar ödeyen reklam veren, dergiyi okuyan 1000 kişi karşılığında 100 dolar ödüyor. Henüz mükemmel çevrimiçi reklam aracını kimse keşfedemedi.

DS: Google hariç…

CA: Google’ın düşüncesi muhteşem. Ama bunu sadece metin ilanlarla yapabiliyor; duyuru veya işlemler için ideal, marka ilanları için değil. Bir kampanyaya hızlıca okuyucu çekmeye yarayabilir ama uzun zaman diliminde insanların aklına kavram, alışkanlık veya marka imgesi yerleştirmek için işe yaramaz. Parlak baskılı medyadaki kadar güzel, etkili ve işe yarar bir reklam formunu çevrimiçi medya için de keşfetmeliyiz. Bu henüz olamadı, olması için de erken. Gütenberg’in matbaayı keşfinden sonraki 20 yıllık süreci yaşar gibiyiz; henüz ne keşfettiğimizi anlamaya çalışıyoruz. Er geç de anlayacağız.

DS: Okuyucu çevrimiçi medyaya daha çok gittikçe gelirler de artar mı?

CA: Evet. Herşey ‘ilgi’ye bağlı. Bu en kıymetli meta. Yeterince ilgi görüyorsanız, bunu paraya çevirmenin yollarını bulursunuz. Ayrıca para 1 numaralı faktör de değil. İlgi ve itibar, parasal olmayan iki ana kriter. Pek çok site sadece ilgi ve itibar için, para beklentisi olmadan yayımlanıyor.

DS: Üretimi çok daha pahalı olan klasik habercilik böylesi bir mecrayla rekabet edebilir mi?

CA: Eskiden medyada olmak, tam zamanlı bir işti. Belki şimdi yarı-zamanlı bir işe dönüşüyor; hatta pek yakında bir ‘iş’ olmaktan çıkıp ‘hobi’ haline gelebilir. ‘Bu endüstirinin hacmi şu kadar olacak’ diyen bir yasa yok. Asıl soru gazeteciliğin bir ‘iş’ olup olmaması değil, insanların istedikleri enformasyonu istedikleri zamanda nasıl elde edecekleridir. Pazar dinamikleri bu meseleyi zamanla çözer. Ancak yaptığımız her işin de para kazandırması gerekmez. (http://www.ntvmsnbc.com/)