abdullahozkanDoç. Dr. Abdullah Özkan

 

 

Siyasal İletişim Enstitüsü Direktörü

Yeni uluslararası düzenin beraberinde getirdiği açılımlardan biri iç politika ile dış politika ayrımını ortadan kaldırmak oldu. Soğuk savaş döneminde her iki politik alan arasında keskin ayrımlar, kesin sınırlar vardı. Her ülkenin iç politikası, neredeyse dış politikasından bağımsızdı. Birbirlerini etkileme imkanları da yok denecek kadar azdı.  Ama yeni uluslararası sistemde bu kesin sınırlar, keskin ayrımlar ortadan kalktı; Dış politika aynı zamanda her ülkenin iç politikasının ayrılmaz bir parçası haline geldi. İç politika da dış politikanın yapımında ve uygulamasında etkin bir konum elde etti.

Bir başka gerçeklik de şu oldu: Dış politikanın yapımına katılan aktörlerin sayısı arttı, yapım süreci çoğullaştı. Eskiden siyasal iktidarın dar çevresiyle sınırlı kalan dış politika yapım sürecine sivil toplum örgütleri, düşünce kuruluşları, kanaat önderleri, medya mensupları ve konusunun uzmanı kişiler de dahil oldu.

Bu gelişme dış politikayı sadece devletler arasında yapılan diplomatik kimlikten sıyırdı, toplumlararası etkileşimi ortaya çıkardı. Toplumun dış politika sürecine katılmasının yolunu açtı.

Toplumun farklı aktörleri dış politika yapımında aktif rol almaya başlayınca hem hata yapma oranı azaldı, hem de insani boyut daha fazla ön plana çıktı.

Değişen dünya düzeninin beraberinde getirdiği bu dönüşüme ayak uyduramayan, hala soğuk savaş zihniyetiyle hareket etmekte ısrar eden, toplumsal dinamiklerden yararlanmayı beceremeyen, iç politikanın artık doğrudan dış politikayı etkilediğini göremeyen ülkeler, bölgesel ve küresel güç merkezlerinin, karar mekanizmalarının dışında kalıyorlar.

Ayrıca küresel çağda büyük ülke olmak artık tek başına belirleyici olamıyor. Bu büyüklüğün yanına mutlaka ekonomik, siyasal, kültürel gücü de ilave etmek gerekiyor.

Güçlü ülke olmak, aynı zamanda güçlü demokratik bir sisteme sahip olmak anlamına da geliyor.

İnsan hakları karnesi temiz, hak ve özgürlüklere saygılı, farklılıklara tahammüllü ülkeler güçlerini artırıyorlar, uluslararası arenada saygınlık elde ediyorlar.

Halkını mutlu eden, ülkesini huzur ve istikrar içinde geliştiren, dünya barışına katkı sunan, insanlığın yararına bilimsel ve teknolojik çalışmalar yapan ülkeler, yeni düzenin istikametini belirliyor, yol haritasını çiziyor.

Belirlenen istikamette yürümek, çizilen haritayla yolunu bulmak isteyen ülkelerin fazla bir çaba harcamasına gerek yok; eski alışkanlıklarıyla şimdilik hayatta kalabilirler.

Ama yön veren, yol çizen, yolu açan ülke olmak isteyenlerin, değişimi yönetebilecek stratejik vizyona, bu dönüşümü anlamlandırabilecek donanımlı kadrolara ihtiyacı vardır.

Bunlar olmadan yola çıkmak, yol açan öncü ülke rolüne soyunmak; gerçeklerle bağdaşmayacağı gibi, yarı yolda kalmaya da yol açacaktır.