Yrd. Doç. Dr. Derya Erdem
İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi
Konuya doğrudan girelim: Her gün televizyon kanallarının ana haber bültenlerini ve gazete manşetlerini işgal eden üç büyük parti liderinin demeçleri ve görüntülerinden siz de sıkılmadınız mı? Ya da soruyu şöyle soralım: Çoğunluğa dayalı temsili demokrasiyle yönetilen toplumlarda medya da çoğunluk sistemine/temsiline mi dayalı olmalıdır? Bu toplum, mecliste temsil hakkı olan ve özellikle AKP, CHP ve MHP gibi üç çoğunluk ya da statükocu/düzen partisinin seçmen kitlesinden mi oluşmaktadır? Merkez medyanın haber yapma pratiklerine bakılırsa, evet!… Peki ya, toplumun diğer kesimlerini temsil eden siyasal partiler ve muhalif hareketler?
Türkiye yine bir seçim döneminde, çoğunluk partilerinin birbirleriyle atışmalarına, sataşmalarına ve bir at yarışı ve şov haline getirilen seçim arenasında bayağı/ucuz polemiklere ve çoğu kez hakarete varan karalamalara tanık oluyor. Her seçim döneminde olduğu gibi bu seçim döneminde de siyaset sahnesi, demokratik bilinç, üslup ve siyasal etikten oldukça uzak bir görünüm sergiliyor. Medya ise, bu sahneyi dekolte haber, manşet ve görüntüleriyle dekore edip, siyaseti ve seçim sürecini “kim kime ne dedi, kim kimin uçkurunu indirdi,” magazinel jargonuna indirgiyor. Her akşam haber kanallarında, haber başlıklarına bakılacak olursa, Erdoğan şu yöreden/bölgeden şöyle esip gürlüyor, Kılıçdaroğlu sözleriyle bombalıyor, Bahçeli bilmem şu yöreden vuruyor, çok sert çıkıyor (bu siyaset de niye bu kadar sertleşir, erilleşir, akıl sır ermiyor). Vuruyor, kırıyor, bombalıyor, kılıçlar çekiliyor; siyasi liderler seçime gitmiyor adeta savaşıyor.
Televizyon kanalları da her akşam “cephe”lerden bildiriyor zaten: haber üst başlıkları, “AKP cephesi”, “CHP cephesi”, “MHP cephesi” diye uzayıp gidiyor… Siyasal partiler, bu kıyasıya “savaş”larını, toplum yararına, insanlık adına yaptığı için gözlerimiz yaşarıyor! Bizler için, toplum için böyle kıyasıya savaşan siyasal partilere de medya haklı olarak sahip çıkıyor: her akşam siyasal liderlerimizin bizler için ne denli uğraştığını, çaba harcadığını göstermek için üç siyasal liderimizi allayıp pullayıp servis ediyor. Beğenmeyen televizyonun düğmesine dokunup kapatabilir tabii, ama ya evde çoluk, çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, milyonların gözüne takılıyorsa ve sonra zihnine takılıp/yapışıp kalıyorsa… Meydanlarda toplanılan kalabalığa “püskevit” dağıtıldı (hoş, bu da seçim rantına çevrilen siyasal bir sembol artık) diye dakikalarca haber yapılırken, çoğu kere siyasal partilerin seçmen kitlesine “savaş” vadeden zehir zemberek fikir ve ideolojileri lokum, bisküvi tadında sunuluyor; siyasal partilerin haberleri tadından yenmiyor.
Dahası toplumsal sorunlara ilişkin siyasal partilerin fikir ve ideolojileri çarpışmıyor, sadece kafa tokuşturuyor. Sorun şu ki, siyasal partiler, siyasal arenayı bir gladyatör şovuna ve ucuz eğlence pazarına çevirirken, medya yaptığı yayınlarla topluma siyasetin ve siyasal muhalefetin sadece bundan ibaret olduğunu deklare ediyor. “Muhalefet” derken, siyasal iktidarın karşısına, yine çoğunluğa hitap eden statükocu, düzen/sistem partilerini, yani yine iki “siyasal iktidarı” koyuyor. Dolayısıyla aslında siyaset sahnesi, medyanın da elbirliğiyle “siyasal seçkinlerin”/ “siyasal iktidarların” savaşına dönüşüyor. Renkler, tonlar farklı olsa da, geleneksel statükocu/merkez sağ yapıda tüm liderler birleşiyor: yani “yoktur birbirimizden farkımız, (ama) biz Türk/Osmanlı/Cumhuriyet bankasıyız.” Medya bu üç siyasal partiye ve lidere kilitlenirken, toplum da ister istemez bu üç siyasal merkez partiye kilitleniyor. Güçlü bir muhalefet partisinin, özellikle güçlü bir sol muhalefet partisinin yokluğunda, çoğu sol eğilimli seçmen bile, “ne yapacağız, CHP’ye oy vereceğiz artık,” diyor. Bunu da oyunun “boşa gitmemesi” olarak gerekçelendiriyor. Oyunun boşa gitmemesi olarak gerekçelendiriyor çünkü, sabah-akşam kendisine medya kanalları aracılığıyla sadece bu üç parti pompalanıyor.
Büyük bir seçmen kitlesi, toplumsal sorunları hakkaniyetle ele alan, vicdanıyla, yüreğiyle siyaset yapan sol muhalif partileri ve adayları tanımıyor bile, medya da bunda büyük etken. Az-çok tanıyanlar da, diğer sol partileri ve alternatif muhalif hareketleri zayıf ve güçsüz gördüğü için, oyunu verecekse illa ki güçlü bir partiye verme eğilimi içine giriyor. Sol partilerin ve blok, oluşum gibi toplumda diğer özgürlükçü muhalif güçlerin seslerini duyuramamasında, etkisiz ve zayıf kalmasında ise, medya önemli bir rol oynuyor. Medyanın gözleri bu parti ve oluşumları görmüyor. Mecliste temsil hakkı olduğu için BDP’li Kürt siyasetçilere kerhen ve çok sınırlı da olsa yer veren medya, sol muhalif adaylara, farklı fikir ve düşüncelere, eğilimlere temsil hakkı tanımıyor.
Çoğulcu ileri gerçek demokrasilerde medya sadece çoğunluk partilerine değil, bütün parti, siyasal oluşum ve muhalif hareketlerin eşit temsiline imkân verir. Sadece çoğunluğun sesine yer veren, çokseslilikten, çoğulculuktan uzak bir medya demokratik rolünü oynayamadığı gibi toplumu da hâkim/egemen/statükocu söylemlere hapseder. Toplumun dokusundaki tüm renkleri, sesleri, kültürleri, farklılıkları kucaklayan, tüm politik kesimlerinin sesine/temsiline yer vermeyen bir medya, demokratik işlevini yerine getiremediği gibi, demokrasiden, adaletten, hak ve eşitlikten de bahsedemez. Özgürlükçü olduğunu ve demokratik yayıncılık yaptığını iddia edemez.
Gerçek şu ki, medya toplumun farklı kesimlerine, farklı taleplerine kör, sağır ve dilsiz kaldıkça, çoğunluk partileri de bu kesimlere ve taleplere kör, sağır ve dilsiz kalmaya devam ediyor. Zira çoğunluk partileri, seslerini medya kanalıyla duyuran ve daha görünür, güçlü, gerçek bir muhalefetle karşı karşıya kalmadığı sürece, jargonları farklı olsa da aynı dilde, aynı renkte, aynı tonda konuşmaya, siyaset yapmaya devam ediyor. Sadece seçim dönemlerinde değil, medya tüm zamanlarda aynı geleneksel haber yapma pratikleri içinde çoğunluğun sesine bükülüyor. Üç çoğunluk partisinin lideri, gün içinde nerde, ne konuşursa konuşsun, akşam haber bültenlerinde ya da bir gün sonra gazete manşetlerinde milyonların evine konuk olacağından, sesini duyuracağından o kadar emin ki, bu güven ve siyasal konfor içinde siyaset yapmaya devam ediyorlar. Çoğu kere ne söyledikleri ya da nasıl söyledikleri de önemli değil, sadece “bir şey” söylemeleri yetiyor. Üç siyasal lideri çekip alın, medyanın haberlerinde söyleyeceği “bir şey” kalmıyor.
Tüm renkleri, desenleri, sesleri, dilleri, farklılıklarıyla bir demokrasi şöleni içinde geçmesi beklenen seçim süreci, medyanın da önemli etkisiyle üç büyüklerin seyirlik gösterisinden öteye geçmiyor.
Not: Bu yazı, Radikal İki gazetesinin 05.06.2011 tarihli sayısında yayınlanmıştır.