Doç. Dr. Abdullah ÖZKAN
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
Değişim ve dönüşümün hızı, yaygınlığı ve akışkanlığı dünyanın neresine baksanız, hangi kurumunuinceleseniz apaçık görülüyor. 20. yüzyılın anlayışı, yöntemi, iş yapış tarzı, 21. yüzyılda hızla geçerliliğini yitiriyor. Bu yeni yüzyılın “işletim sistemi” eski yüzyıldan çok farklı. Yeni yüzyılın işletim sisteminin odak noktasını özgür birey, demokratik toplum, insan hak ve inançlarına saygı ile iletişim ve bilgi oluşturuyor.
***
Yeni yüzyılda “Kutsal Devlet” anlayışı yok; bireyin hak ve hürriyetleri var.
***
“Siyasal seçkinler” her şeyi halktan daha iyi bildiklerini iddia edemiyorlar yeni yüzyılda; halkın da söz hakkı var, o da araştırıyor, sorguluyor, tartışıyor, okuyor, bilgi ve fikir sahibi oluyor. Başkalarının kendisi hakkında karar vermesine yeni yüzyılın bireyi isyan ediyor, bu saçmalığı kabullenemiyor.
Tek bir merkezden her şeyi ve herkesi idare etme dönemi de kapanıyor artık; yerelleşme öne çıkıyor, sivil toplum örgütlerinin ağırlığı artıyor, yerinden yönetim ve yönetişim anlayışları daha çok destek buluyor.
***
Toplumlarını ekonomik olarak geliştiremeyen, insan hakları ihlallerini önleyemeyen, hak ve hürriyetlere sahip çıkamayan, demokratikleşmenin önündeki engelleri kaldıramayan ülkelerin yeni yüzyılda ne rekabet şansları var, ne de başkalarına muhtaç olmadan, bağımsız/bağlantısız özgürce yaşayabilme, ayakta durabilme imkanları…
Türkiye’de yöneticilerin de yönetilenlerin de gündelik işlerin biraz dışına çıkıp büyük resme bakmalarında ve dünyadaki değişimin yönünün nereye doğru gittiğini iyi analiz etmelerinde yarar var.
***
Dünyayı artık bilgi yönlendiriyor; bilgiyi üretenler yönetiyor.
***
Ekonomik olarak kalkınan, güç sahibi olan, sahip olduğu gücü doğru kullanan ülkeler, dünyada söz sahibi oluyor.
Türkiye’nin bu değişim ve dönüşüm sürecini yönetebilecek, bu sürece toplumsal desteği sağlayabilecek güçlü bir iradeye ihtiyacı var.
Bu süreci yalnızca bir parti ya da siyasi görüş yürütemez, yürütmemeli de zaten.
Toplumun tümü bu zorlu sürece dahil edilmeli; tüm fikirler, görüşler, düşünceler sürecin içerisinde yoğrulmalı, ortak bir noktada buluşulmalı…
***
Bunu yapabilmek için kavgaya, tartışmaya, küslüğe, boykota değil; oturup konuşmaya, uzlaşmaya, fikir alışverişinde bulunmaya, müzakere etmeye ihtiyacımız var.
Dayatma, baskı kurma, dediğini yaptırtma yerine; birbirini anlamaya çalışan, ikna olmaya açık, ülke çıkarlarını her şeyin üstünde tutan bir yaklaşım şart.
Yeni bir anayasa yaparken de buna ihtiyacımız var; bilgiyi üretmenin peşinde koşarken de, ekonomik olarak kalkınmaya çalışırken de, çıkarlarımızı koruyan şahsiyetli dış politika izlemeye gayret ederken de…
***
Türkiye 21. yüzyıldaki değişim ve dönüşüm sürecinin paradigmasını iyi anlayamaz, “işletim sistemi”nin gereklerini yerine getiremez ve bu yüzyılın içine dahil olmak yerine geriden seyreden bir ülke olursa; bunun bize faturası tahmin edilenden çok daha ağır olur.
Koca bir yüzyılı kaybederiz.
Eski dünyada yaşamaya, köhne sisteme boyun eğmeye, hak ve hukukumuzdan vazgeçmeye mahkum oluruz.